7 Ekim 2008 Salı

Mavi



Arabasını, marinanın yanındaki park yerine, biraz uğraşsa da park etmeyi başardı. Koyu mavi Peugeot 307 nin kapılarını, elindeki uzaktan kumandalı anahtar ile kapatmaya çalışırken bir yandan da tertemiz görünen beyaz üzerine ince kırmızı çizgili gömleğinin cebinden çıkarmaya çalıştığı ve akabinde de muhtemelen murphy kuralları gereği anahtarı tuttuğu elinin tarafındaki pantolon cebinde bulunan çakmakla yakmayı deneyeceği kısa Parliament sigarasını yokluyordu. Yeni akşam olmuştu. Daha şimdi..Saate baksa 21.05 i göstereceğini düşünebilirdi, merak etseydi zamanı.

Sigarasını içene kadar, deniz kenarında dolaştıktan sonra, önceden sıkça geldiği, marinadaki cafeye girmek için ilk adımını attı. Eskiler dermiş, sağ ayakla bir yere girmek hayırlıdır diye. İçeri girerken bu söz aklına geldi. Bir süre duraksadı ve hangi ayağıyla ilk adımı atacağını düşündü. Bu düşünce uzayınca, rahatsız oldu lakin kafasından da atamıyordu. “hangisiyle girersen gir” diyordu içinden de beyni de hangi ayagını attığını takip ediyordu. Kontrol etmesi imkansızdı bu dürtüyü bir defa aklına yerleşmesinin akabinde.

Oturup fincan çayını söyledikten sonra, eskiden (aslında şimdi de) sesini Funda Arar’a benzettiği ve gücü olsaydı mutlaka albüm yapması için destek olmayı hayallediği amatör hanımefendiyi dinlemeye koyuldu. Önceden buraya arkadaşlarıyla gelirdi. Küçük ama değerli bir arkadaş grubu vardı önceden ve o zamanlar o beş, azami altı, kişi birlikte gelirlerdi buraya. How i met your mother ın baş kadrosu gibi bir grup sayılabilirdi bu topluluk. İki yıl kadar önce kademeli olarak irtibatı azalmıştı. “Hayat” diye geçirdi içinden, bu düşüncelere daldığının farkına varmadan sahnedeki hanımefendinin sesi ile.

İkinci çayını bitirmek üzere iken, sahnenin oldukça yakınında oturan birine takıldı gözü. Aslında gözü takıldığı birinin gözünün, kendisine takıldığını fark ettiğinde takıldı gözü denilebilirdi. Garipti ama iki göz aynı anda birbirine takıldığında, bakışlarını çekmesi adettendi de bu kez çekememişti. Çok fazla olmasa da ilk defa baktığı birine göre, fazla denebilecek çarpıntıyla adam bir yandan şarkılara eşlik ederken ses çıkarmadan sadece dudaklarını hareket ettirerek diğer yandan da bakmaya devam ediyordu. Bu adam için geçerliydi lakin kadın da zaman zaman masadaki arkadaşını dinler gibi yapması haricinde şarkılara onunla birlikte bakarak ve ne tesadüftür ki o da ses çıkarmadan dudaklarını oynatarak eşlik ediyordu.

23.14 olmuştu vakit (bu kez saatine bakmıştı). Cebine ödediği hesaptan kalan paranın üstünü atarak, denizin de etkisiyle arkasına hafifçe vuran ilkbahar esintisiyle arabasına doğru gidiyordu. Tam da arabasına ulaştığı anda, az önce zaman zaman dinler gibi yaptığı arkadaşını uğurlayan kadın, otoparka arabasını almaya gelmişti. Anahtarının düğmesine bastı ve adamın üç araba solundaki kırmızı Peugeot 206 buradayım dedi kendi dilinde. Adamı görünce duraksadı. Adama benzer biçimde giydiği beyaz üzerine kırmızı gömleğinin, yakasına iliştirilmiş fularına götürdü elini önce. Duraksayarak adamı selamladığında adam onun yanına doğru harekete geçmişti. Onun yanına ulaşana kadar, az önce aldığı selama karşılık vermeyi ihmal etmemişti. Elbette iki selam da en zarif beden dili ile cereyan etmişti. “Merhaba” dedi kadın. Adam gülerek yanına geldi ve zaten selam verme işlemini gerçekleştirdiklerini düşündüğünden olsa gerek “Peugeot sevdiğini biliyordum…Sevmeliydin..” dedi kendince haklı çıkmış olmanın gurur ve neşesi yüzüne yansımış biçimde.


“Saat kaç” dedi kadın Mia Wallace ın Pulp fiction da bahsettiği garip sessizliklerden biri olduğunu ve onu atlatmaları gerektiğini düşünerek. Kadının yanında, mavi arabasının ön tarafına yarı oturmuş yarı ayakta duran adam “gece yarısına beş var” dedi. Sonra sessizlik oldu..Adam kadına baktı..Kadın adama..Adam kadına baktı..Kadın adama…”Seviş benimle” dedi adam..

Sabaha karşı, kaldığı apartmanın önündeki yerine park ettiğinde aracı, gökyüzünü süzüyordu içten bakışlarıyla adam. Gün ağarmak üzere harekete geçmişken mavi..ama değil.. renkteydi gökyüzü ve tüm geceyi bomboş geçiren sokakların dolduğu temiz havayla birlikte içeriye yürüdü. Evinin kapısını kapatıp içeriye girdiğinde, bunun bir çok şeyi kapatmak için yüklediği mecazi anlam taşıdığını biliyordu. Kravatını takmak zorunda hissetti kendini birden. Salondan geçerek odasına doğru yürüdü..Üzerini değiştirip yatağa girdiğinde, yatağın diğer tarafında yatan uyanmıştı..Uykulu gözlerle yatağın yanında bulunan saate baktı. 05.40 ı gördüğünde, üzerini değiştirip çoktan pijamalarını giymiş otuzunun ortalarına ulaşmış(şair çok iyimsermiş gerçekten…) olan kocasına baktı. “Sabah olmuş” dedi. Kafası, dengesiz bir zamanda kaldırılmış olduğundan gerek, daha fazla ayrı kalmak istemediği yastığa götürdü.. “Bir sigara içeceğim” dedi adam. Balkona çıkmak için yataktan kalktı..

Hiç yorum yok: