16 Ocak 2009 Cuma

Unutulmaz Tanıklıklar (1999)


Hayatta tadı damakta kalan zamanlar yaşamayı değerli kılan vakitlerdne olur hep. Stardust filminde Yvaine'in dediği gibi aslında; "you know when i said i knew little about love? that wasn't true. i know a lot about love. i've seen it, centuries and centuries of it, and it was the only thing that made watching your world bearable. all those wars. pain, lies, hate... it made me want to turn away and never look down again. but when i see the way that mankind loves... you could search to the furthest reaches of the universe and never find anything more beautiful..." Çoğu zaman bok gibi geçen hayat sadece bir hissin tadı ile, o bokluğu on yıl yirmi yıl daha çekebilecek gücü verebilir insana.."Belki yeniden yaşayabilirim" umudu gibi. %99 ölecek dese de doktorlar bir hasta için, seven yakınları %1 e inanmaya devam ederler. hayatta bazı olaylara tanıklık edebilmek de bu sınıfa ucundan kenarından adapte olabilir. Back to the future filmlerini, gösterime girdiği vakitler sinemada izleyebilmek, yaşayan en yüce şarkıcı Sezen Aksu ile aynı dönemde yaşayıp onu en az bir defa canlı görebilmek gibi örnekler verilebilir. Bazen düşünüyorum da, bundan yıllar sonra çocuklarım veya torunlarım Sezen Aksu'yu öğrendiklerinde, eğer hiç konserine gidememişsem sanki" inanamıyorum, aynı dönemde yaşadın ve hiç konserine gidemedin ha" diye azarlanacakmışım gibi hissediyorum. Neyse efenim giriş paragrafını fazla uzatmayayım. Hayatta "unutulmaz tanıklıklar" mertebesine yükselmiş tanıklıklarımdan birini yazacağım. diğerleri de başka yazılarda kendine yer bulabilecektir zamanla.

1999 yılının 5 haziran günüydü. Kuzey yarımkürede yaz heyecanı başlıyordu ve insanların dilinde 6 ay sonra 2000 yılı ile birlikte tüm bilgisayar sistemlerinin çökeceği, dünyayı sonsuz bir kasoun etraflıca saracağı endişesi vardı. Efendisiz'in gerçekleştirerek sözlük lugatına katacağı millenium fuck hadisesine yaklaşık altı ay vardı. Öte yandan ergenliğin ilk demlerini yaşayarak 15 yaşın sivilceli suratıyla başetmeye çalışan şahsım da tenis dünyasına derin merak içerisindeydi. Martina Hingis'in şampayayla, şampiyonluğunu kutladığı zamandan beri, televizyonlarda yayınlanan turnuvaları büyük merak ve heeycanla takip etmekteydim. İlk başlarda kendisinin karşı konulmaz güzelliği sayesinde ilgim uyansa da zamanla, izlemesi de inanılmaz zevkli bir spor olmuştu tenis. Tabi ki bu sporu sevdiren Martina hingis açık ara favorimdi her daim. Dönemin en büyük yıldızı olarak o sene önüne geleni süpürmeye başlamış, karşısına çıkıp 3 dakika dayanabilecek rakibe paralar dağıtacağız diye sıkıyordu Grand slam organizatörleri(Spider Man ve The Blind bandit'i saygıyla anıyoruz). Avustralya Açık'tan sonra, Fransa'nın topraklı ve kavurgan zemininde finale gelmişti güzeller güzeli. Karşısında bu kez bir efsane duruyordu, Tarkan'ın kuzu kuzu dansını yaparak tozlarını etrafta uçuşturacağı toprak zeminde. Steffi Graf, kariyerinin son demlerine gelmiş efsaneydi. Gücünü tartışmaya açabilmek anlamsızdı. Bu sezon da zirve yapıp, galapagos adalarındaki yazlık evinde farklı kokteyller denemek niyetindeydi.


Maç öncesi merkez kort tribünlerini doldurmuş ve kabalığı yıllar içerisinde dillere destan olacak öküz tenis seyircisi olarak da anılan fransızlar ile ekranları başındaki milyonlar, tarihin en unutulmaz Grand Slam finallerinden birine tnaık olackalarının farkında değildiler henüz.

Maç öncesi şanslar ortaya konarken, hiç kimse şu daha çok favori kağıt üzerinde diyemiyordu. Hakemin ilk sözleriyle büyük finalin ilk seti başlamıştı. Martina hingis'in annesi de her zamanki gibi tribünde kıvırcık saçlarından nasıl kurtulabileceğini düşünerek maçı seyrediyordu. Maça fırtına gibi giren martina, ilk iki sete bir ervis kırarak skoru 2-0 a taşıyordu bile. tribünlerde "Graf da karşısında duramazsa Martina'yı kim durduracak" dedikoduları dolaşıyordu. nihayet Graf skoru 2-1 e getiriyor ve sonraki iki set de tenisçilere bölüştürülüyordu. 3-2 den sonra, Martina hingis oyunun kontrolünü elegeçiriyor, Steffi'nin bu maçta çokça yediği üzere öne her çıkışında attığı milimetrik loblar ile skoru 5-2 ye kadar getiriyordu. Evde, "Martina sen bizim her şeyimizsin" tezahüratları ile, çok zor gibi görünen finalin kolaylaşmasını kutluyordum çılgınca. Fakat rakibin başlı başına bir efsane, Steffi Graf, olduğunu unutmuştuk. Graf bir anda skoru 5-4 e getirince yeniden kalbimiz sıkışmaya başlamıştı. her şeye rağmen Hingis, sonraki oyunu kazanarak 6-4 ile kenardaki paris belediyesi yazılı bankına giderken setlerde 1-0 öne geçiyordu.. Merkez Korttan Sabri Ugan "Şimdi onlar düşünsün" diye çılgınca destekliyordu Martina'yı ve "bu çok büyük bir zafer ama ne olur silahlara sarılmayalım ne olur sevincimiz başkalarının üzüntüsüne dönüşmesin" diye seyircileri uyarıyordu.

İki taraf da muzlarını yiyip ikinci sete başlamak üzere kızgın kumlara geldiğinde, güneş tepedeydi. Steffi'nin eğer iyi başlayamazsa Martina' karşısında tutunması imkansız görünüyordu. Zirvede bırakmak için iki seti de, son yılların en büyük yeteneğinden alması gerekiyordu. Hingis, ilk setin müthiş moraliyle ikinci sete de fırtına gibi girmişti. Yine 2-0...Artık herkes Roland Garros 1999 kupasının Martina'ya gideceğini düşünmeye başlamıştı..Ta ki hemen bir sonraki oyunda olacaklara kadar.....

Artık evde "pınarbaşı burma burma" şarkıalrını söyleyip tepinmeye başlamışken bir anda beni ve milyonlarca Hingis hayranını dehşete düşürecek bir vuku meydana gelecekti. Martina servis attığı oyunda bir topun, çizginin dışına düştüğü kararı veren kör hakeme haklı isyanı ile finale başka bir tad katacaktı..1966 dünya kupasındaki gol gibi ebediyyen karar verilemeyecke bu top sonrası hakem "dışarıda" kararı vermiş, hingis pozisyona itiraz edince, rahat koltuğundan inip ilgili noktayı kontrol etmiş ve kararından dönmemişti. Martina, duruma inanamıyordu..Kabak gibi içerdeydi top.. En sonunda hakeme "gözüne gözlük ulan ibne" diyerek steffinin alanına geçerek topun düştüğü noktayı kör göze parmak şeklinde âma hakeme gösterir.. Bu esnada, fransız seyircisi, "bir tenis izleyici nasıl olmamalı?" sorusunu cevaplarcasına kabalaşıyor, hayvani içgüdülerini ortaya sererek Hingis'e hönkürüyordu. Steffi Steffi diye tezahürat başlamıştı. Tenis maçı için alışılmadık ve son derece kaba olan tutumdu bu. Televizyondan Paris'e gidip, Steffi diye bağıran her öküz seyircinin yüzünde kalıcı hasar bırakma isteği doğmuştu benim de içime.. Ardından gelen hakemlerle de karar değişmeyince, Martine gençliğinin azmine ve duygularına yenik düşecekti..Siniri artıyor, tribünlerdeki desteği de tamamen kaybolmuştu. Artık iyice zıvanadan çıkan seyirciler, futbol maşındaymış gibi tezahüratlarının yanına martina nın kaybettiği her sayıyı elleri patlarcasına alkışlıyordu. Kameralara yansıyan Hingi görüntülerinden tam ama tam anlamıyla "dokunsalar ağlayacak" izlenimi vardı. "Sen üzülme canım incinme, ben ağlarım ikimizin yerine" şarkısını o esnada radyolarda istek şarkı olarka çaldırmak üzere, tüm hingis hayranları radyo telefonlarını kilitlemişti.

Olgunluğu ve tecrübesinin getirdiği soğukkanlılığı ortaya koyan Graf, maçı buradna çevirebileceğine inanmış gibiydi artık fakat, Martina'nın 2-0 lık üstünlüğünün ardından gelen iki oyun, iki tenisçi tarafından bölüşülmüştü yine. 3-1 öndeydi Martina. Buna rağmen, annesi haricinde tribündeki herkes kendisini her fırsatta yuhluyor, final maçının büyüklüğünün de ağırlığı omuzlarını çökertmeye başlıyordu. graf, sonraki iki oyunu alarak skoru 3-3 e getirdiğinde boğazımdaki derin yutkunmayı dün gibi hatırlarım. Artı kkesinlikle kilit oyunlardı, eğer martina bu seti alamazsa üçüncü sette moral olarka çökeceği açığa çıkmaya başlamıştı. Kesinlikle şimdi toparlanıp, bu seti alarak Roland Garros u evine götürmesi gerkeliydi. İşte Graf, belki de tam o anda, hepimizi çökertici usta vuruşunu yapmıştı. Oyunlarda durum 3-3 tü, martinanın fileye yaklaştığı bir pozisyonda harika bir paralel vuruş ile sayıyı alan Graf, seyirci tarafından öküz gibi alkışlanırken, Martina raketiyle fileye yaslanıp, önce aşını öne eğiyor, belki kıyamadığımız bir iki damla gözyaşını döküyor, sonrasında başını kaldırıp etrafında sadece zorunluluktan yapılan gülümsemelerinden birini yolluyordu. Ve olan olmuştu..Steffi ilk kez bir sette öne geçmişti Hingis karşısında..4-3. Artık evdeki durumum da sessizliğe doğru gitmişti. Graf'ın maçı alacağı olasılığı çok kuvvetli biçimde belirmişti. hingis ağlamak üzereydi. Biz de evde ağlamak üzereydik tabi... Ne olduysa, sonraki oyunda Graf inanılmaz bir basit hata ile topu fileye takmış ve bizleri hala Allah'ın varlığına inandıran ilahi adalet sonucu Hingis durumu 4-4 e getirmişti. Buna rağmen Martina2nın sinirleri allak bullaktı. bunda ne Steffi'nin güzel oyunu(ki ilk sette bu güzle oyunu ezip geçmişti Hingis) ne de hakemin körlemesine verdiği kararı etkiliydi. Seyircinin Hingis'in her bokunu yuhlaması etkiliydi. Sonra dallama fransızlar deyince alınan bu seyircinin kabalığı sonraki senlerde de bir kaç kez tartışmalara yol açmıştı. özellikle Sharapova'nın bir maçta seyirciye çok kızdığını görmüştük. Tenis geleneğine tamamen aykırı davranıyordu kudurmuş seyirci. Bu ezici baskı, martina'nın genç yaşıyla da birleşince Steffi sonraki iki younu alarak ikinci seti kazanıp, setlerde skoru 1-1 e taşıyordu..

hingis ve annesini her gördüğümüzde bizim de kalbimizde kalıcı hasarlar yaratan kırıklıklar oluşuyordu. Set arasında, artık Martina oyundan kopmuştur ve kendini dağa taşa vuracaktır fırsatı olsa. bir çiftlik evinde Heidi olarak yaşamayı hayal ediyordu kortta çöküp kaldığında. Doğal olarak üçüncü set, Graf'ın ezici üstünlüğüyle geçer. milyonların gözü önünde son yılların en büyük yeteneğini harcayan fransız seyircisi ise mutludur...Hingis, üçüncü sette sinirlenip el altı servis attığında, iyice moralli olan steffi'nin bunu bile çevirip topu oyunda tutmasıyla iyice şevke gelir seyirci..Son olarak da Steffi maç puanını kaznadığında hingis profesyonelce maçı bitirene kadar tuttuğu gözyaşlarına daha fazla ket vurmaz ve soyunma odasına gider gözünde yaşlarla. İzmir'in expo macerası gibi, oyunun başlarında sevinen bizler de oyun sonunda gözyaşlarına boğuluruz evde Hingis ile birlikte. Annesinin iknası ile seremoni için korta dönen hingis'i Riyakar, öküz, kesinlikle tenis in dışında tutulması gereken seyirci alkışlar. Çünkü artık oyunu Steffi kazanmıştır. Kendileri çok büyük bir şey başarmış gibi de gurulu dururlar 18 yaşındaki, son dönemin en büyük yeteneğini harcarken....

Bu maç sonrası, belki bilgisayarlar 2000 kaosuna girmedi ama Hingis acımasız seyirci ile birlikte o gün harcandı. Bir daha asla eski başarılı günlerine dönemeyecekti. Neticesinde de tenise ara vererek, belki de efsane olabilecekken bu spordan kopuyordu....

İşte, ilk paragrafta bahsettiğim unutulmaz tanıklıklarımdan biriydi o maç.. yıllar yıllar geçse de tenis deyince "hele o 99 roland garros finali" denilince herkesin evet "unutulmazdı" diyeceği mertebedeydi..Ben de bu efsaneye canlı canlı ve heyecan ile taraf tutarak tanık olduğum için çok mutluyum şahsen..

Hiç yorum yok: