30 Temmuz 2009 Perşembe

Katre-i Matem (Rüya Gibi Bir İstanbul)

"Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. lale bağıma taç ve ben ona muhtaç.

Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.

Uyan sakî, lale devrindeyiz!!.."

Geçen gün hangi kitabı alsam diye düşündüğümü yazmıştım. İskender Pala'nın Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk tan sonra çıkardığı romanı Katre-i Matem'i almaya karar verdim. Alırken bu kadar çabuk bitireceğimi tahmin etmiyordum. hatta bloga yazacak kadar şahane bulacağımı ise hiç hesaba katmıyordum. nitekim bu 468 sayfalık şahane, iki günde kendini elden düşürtmeden heyecanla okutmayı başardı. Geceyarısı gibi ikinci yarısını okumak üzere elime aldığım kitabı okurken zaman öyle bir akıp geçmiş ki, tam da şu vakit, sabahın ilk saatlerinde bitirerek bırakabildim ancak.

Biraz bahsetmek gerekirse, yazar İskender Pala, kitapta anlattığı hikayeyi bir müzayede esnasında satılan el yazması bir defterde okuyor. "Yek Cinayet Şast u Şeş Sual" yani "Bir Cinayet Altmış Altı Soru" başlıklı hikaye işte bu kitabın da hikayesi oluyor. Zaten kitap 66 kısımdan oluşuyor ve her kısımın ismi, işte o 66 sorudan biri. Buradaki 66 ise, Ebced hesabında Lale'ye karşılık geliyor. Lale devrinde geçen kitap gerçek bir el yazmasına dayandığı için ve o dönemde yazıldığı için, Lale devri'nin Rüya İstanbul'unu, bir yanda şatafat ve zevk-ü sefanın bir tarafta ise fakirliği süregeldiği İstanbul'unu o kadar iyi yansıtıyor ki, sanki evden çıkıp, Galata'dan Haliç'e yürürseniz 1729 ve 1730 un İstanbul'unda olacakmışssınız hissini uyandırıyor. O dönemde, İstanbul'da olan birinin ağzından gerçek bir yazmadan uyarlandığı için dönemi okuyucuya adeta yaşatıyor. Bu el yazmasını ise kitabın sunuş kısmında İskender Pala şöyle anlatmış;

"
...
Sözü uzatmayayım.
kitabın en uzun ve son bölümünde şimdi size anlatacağım öykü yer alıyordu. Öykünün sernamesi, kırmızı mürekkep ile ve mihrâbiye nakışlar içinde yazılmıştı: Yek Cinayet Şast u Şeş Sual..
...
İlk satırları okurken çayımı yudumlamaya yeni başlamıştım. birkaç dakika sonra adeta başka bir aleme gittiğimi hissettim; işte o kadar.

Ne olmuştu, zaman nasıl geçmişti, hiç bilmedim. Bir ara soğuktan titreyerek ürperdim. Hayret!.. Sabah oluyordu ve fincandaki çay çoktan soğumuştu. Ben öykünün yarısına kadar gelmiştim ve ruhum cinayetler ile lale renkleri arasında çatışmalar yaşıyordu. Okuduğum satırlar yüreğimi sızlatmıştı. Dürüstlükle söylemeliyim ki bu öyküyü yayınlamayı ilk o sabah düşündüm.

Bütün aramalarıma rağmen hiçbir kütüphanede bu hikayenin başka bir kopyasına rastlayamadım. Kimin yazdığına dair yaptığım araştırmalar ve çabalarım hep sonuçsuz kaldı. Her kim yazdıysa, kitabın başına kendisiyle ilgili bir not koymuş ama kimliğini belirtmemişti. notu okuyanlar, onun kimliğini açıklamaktan çekindiğini hemen anlayabilirlerdi. olup bitenleri sonuna kadar okuyunca yazarın bu tavrına hak vermek gerektiğini düşündüm. Gerçi pek çok Osmanlı el yazmasının aksine bu kitabın başından sonuna dek kaydedilmiş hiçbir yazar, hattat, cilt ustası, nakkaş, ithaf edilen veya sunulan kişi adına rastlanmıyordu ama belki tarihin karanlık koridorlarında aydınlık bir gezinti, ileride onların kim olduklarını bize gösterebilir. Şüphesiz bazı araştırmacılar bunu başaracak, elimizdeki kitabın en azından yazarını veya size aktaracağımız öykünün başka bir kopyasını bulup Osmanlı tarihinin bir bölümünü yeniden yazmak gerektiğini söyleyeceklerdir. O zamana kadar, bu öyküyü size ben anlatmış olacağım ve siz bu kitabın yazarı olarak beni bileceksiniz....
...
"

Kitabın girizgâhında ise o el yazmasını kaleme alan kişinin ağzından yazılmış bir pasaj görülüyor;

"
Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda - ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı canından; Sultan III. Ahmet'i de tahtından eden cehennemden nişan eylül ihtilalinin üzerinden henüz iki hafta geçti.- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek. Öte yandan Şark'ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükûfeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet'i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul'u ve Sadabat'ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe şehre haksızlık sayılırdı. haddim olmayarak işte ben bu zorlu işe kalkıştım.
İmdi, bütün olup bitenleri 66 babda -bilirsiniz "lale" adının ebced hesabındaki karşılığı 66 eder- size hulasa etmeye çalışacağım. İki denizin kucağında, iki karanın elleri üstünde zarafetle parlayan İstanbul'da, eylül yapraklarının elediği bu hüzünlü günlere dair yazacaklarım belki de can güvenliğim kadar halk içindeki itibarımı da zedeleyecektir, ne ki gerçeklerin de üstü örtülmemelidir diye düşünüyorum. Hani şair, "Bir hakikat kalmasın dünyada Allahım nihan" der ya; işte öyle. Öte yandan eğer okunmayacaksa gerçekleri yazmanın kime ne yararı olabilir ki?!..
İleride belki yırtar atarım.
Ben kim miyim?
Bunun ne önemi var."

İşte bu gizemli kişinin yazdığı dönemin gerçeklerine dayanan bu öykü nefes kesici biçimde elden bırakılamıyor. Ayrıca yine gizemli yazarın, elyazmasının sayfalarının kenarına yazdığı derkenarlar da bir çok güzel aşk hikayesini barındırıyor. Bu derkenarlardan bazılarını bloga yazmayı düşünüyorum. bolca aşk, topkapı'dan Sadabat'a, Galataya Haliç'e, İstanbul'un rüya şehir olduğu zamana doğru, gizem, siyaset, dönemin aristokrasisi ve dönemin sıradan İstanbul'u ve yeniden bolca "aşk"ı ihtiva eden bu kitabı önemle tavsiye etmekteyim efenim.

3 yorum:

MeTaLBeBeK dedi ki...

Hmm anlaşıldı en kısa sürede arkadaşımdan cebren ve hile ile bu kitap ele geçirilecek :))

MeTaLBeBeK dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
teletabi dedi ki...

Edininiz, okuyunuz efenim.