30 Mart 2008 Pazar

The Breakfast Club




Cemal süreya demiş, "yemek yemek üzerine ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diye. Kahvaltı hangi gün olursa olsun en "huzurlu" öğün oluverir bir kerede. ister, süper hızlı bir poğaça çay geçiştirmesi olsun, isterse saatler süren yayıla yayıla yapılanı olsun. ikisinde de kendine has huzur, yaşam vardır. yeni güne başlarken insana yaşadığını hissettiren anlardandır kahvaltı. artık rüyadan uyanma zamanının geldiğini bilinçaltına hatırlatırken gerçek hayata da farkettirmeden motive ediverir birden.

elbetteki en sevdiğim kahvaltı pazar günleri yapılandır. hele güzel de bir hava varsa, sevdiceği yanına alıp şöyle temiz havanın duyulabileceği bir mekanda edilesidir. ya da evde özene bezene hazırlanır. biri gazete, simit almaya gider aşağıdaki fırına ve bakkala. diğeri hafiften koyar çayı ateşe, domatesleri doğrar yumurtayı kıvama getiriverir. sonra beraber bakışarak koklaşarak, öpüşerek, konuşarak ve gülerek hazırlanır kahvaltı. ve saatlerce başından kalkılmaz sofranın, illa günün tüm gazeteleri taranır. özene bezene okunur pazar ekleri. bugün hangi filme gidileceğinin ya da hangi tiyatroya hangi mağazaya hangi maça gidileceğinin konuşmaları yapılır, hafiften memleket meselelerine de dokundurulur. televizyondaki pazar programları izlenir.

kahvaltı en güzel pazar yapılır..hele hava da güzelse..sevdicek de varsa yanıbaşınızda..kahvaltı hep güzeldir de o zaman huzurludur..iyi pazarlar.

pass through



efenim malumunuz sınav haftası başladı. bu kez ilk sınava sıkı hazırlandığımdan fena olmayan bir sınav geçirdim elektronikten ilk defa. büyük ihtimalle elektronik sınavları tarihinde aldıgım en yüksek not olan 40 ı geçeceğim. lakin önemli bir durum daha var ilk sınav sonrası durum. diğer sınava girilirken ilk sınavda kazanılmış özgüven insanı maymun da eder, aslan da(buraya uygun bir hayvan ismi bulamadım. nitekim üstün özellikli olarka tanımladıgım bir fani aklıma gelmedi.). bakalım ilk sınavın güzelliği diğerlerine de yansıyabilecek mi. nitekim zor ve stresli bir hafta bu sınav haftası.

25 Mart 2008 Salı

Cama Vuran Her Damlada..





"....Seni hatırlıyorum ve sana susuzluğumu.." diye devam eder şarkı lakin dün gece cama vuran damlalar ziyadesiyle ürkmemi sağladılar. efenim kaldığım daire 13. katta olduğundan ve apartman da 14 katlı olduğundan dün gece marmara bölgesini fena yoklayan fırtınayı endişeyle izledim. sanırım hayatımda gördüğüm en şiddetli fırtınalar listesine girebilecek bir lodos geçişi gerçekleşti. Çok değil yaz vakti evde televizyon izlerken national geographic channel ın "think again" temalı reklamlarından birinde, yüksek katlı binaların, şiddetli fırtınalarda bir metre eğilebilmek üzere tasarlandığını öğrenmiştim. sanırım o eğilme hadisesinin gerçekliğini dün gece bizzat deneyimledim. Deprem oluyormuş hissi veren bu arada sırada yana eğim hadisesi, zamanla baş döndürücü bir hal almakta. cam yagmur parçacıkları tarafından dövülürken açılabilecek bir güzel şarap aslında başlığa konu olan şarkıyla pek uyumlu olabilirdi. hani o takmama mevzusunun dillendirildiği sözlerden "şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik" gibi. yarı sarhoş kafayla lodosun şerefine içilebilesiydi. tabi metanet olgusu bu boşvermişliği oraya çıkartmamak için elinden geleni yapıyor.

24 Mart 2008 Pazartesi

Les Lionceaux



Bilenler bilir, Avrupa Liglerindeki favori takımlarımdan biri sochaux dur. 1928 yılında kurulan ve Fransa'nın ilk profosyenel futbol klübü olan Sochaux nun ligde iki şampiyonluğu bulunuyor. Ayrıca şu ana dek Ligue 1 da en çok maça çıkmış takım ünvanını da açık ara elinde bulunduruyor. Yani oldukça köklü bir maziye sahip. 2007-2008 sezonunda ligden düşmemek için müthiş bir mücadele örneği sergiliyorlar bu haftalarda. tabi ki gönlümüz kalbimiz hep onların yanında ve son olarak 30. haftayı geride bıraktığımız Fransa ligi, Ligue 1 da marsilyayı velodrome stadında dize getirdi. PAris Saint Germain in önüne fırladı. bu hafta da kendi evi Stade Auguste Bonal da nice i konuk edecek ve tabi ki gözümü kulağımız bu mabette olacak.




Aslen Peuegot firmasının takımı olarka kurulan Sochaux nun da amblemi buradan geliyor. Ayrıca lakapları olan ve aslanlar anlamına gelen Les Lionceaux da amblemindeki Peugeot aslanına ithafen verilmiştir. Ben de yılların peuegot aşıklısı biri olarak, sochaux ya duydugum derin sempatinin çıkış noktaları için bir korelasyon yapabilirim sanırım.

Her football manager oyununa başlarken mutlak Sochaux ile başlarım. Şuan maçlarını izlerken oyunda çalıştırdıgım takımın oyuncularını görünce, kendi evlatlarımı görür gibi oluyorum ve hem kızıyorum saçma goller yediklerinde hem de seviniyorum çocuklar gibi kazandıklarında. Bu sene ligde kalacaklarından hiç şüphem yok. Tüm yüreğimiz onlarla beraber. Arkadaşlarımı da sochaux taraftarı yapm konusunda ilerleme kaydetmiş bulunmaktayım. Kısacası Soşo ulan!

Öneriler #1



Seyit Ali Aral, penguen dergisinde aldığım gibi ilk okuduğum yazarlardandır. Yazısı arasına sıkıştırdığı, genelde hayata dair küçük önerilerini zevkle okurum. Ondan esinlenerek böyle bir köşe ortaya çıktı. Elbetteki devamı gelecek ama ilk postta kendisini anmazsak ayıp etmiş oluruz. O yüzden bu bölümdeki, ilk öneriyi kendisinin bir yazısından alıntılamak istiyorum.

"yavuklunu konserve parfümü ile hatırlama..kokladıgınız, hayatın içindne olsun, hayatınıza aşk kokun..taze kesim salatalık, demini alan çay, kavrulmuş leblebi, yosun, fırından kaçan sıcak ekmek içi, az önce çekilmiş kahve, süt, yağmur, nine mutfagı, kütüphane, taze gazete, uyku ve sevda kokun..bin yıl sonra bile rüzgarlarda dolaşsın aşkınızın kokuları..missss!!!"

23 Mart 2008 Pazar

Ne Oldu?

Ne oldu bilmiyorum, aslında bildiğimi bilmiyorum belki de. ya da bildiğim o "ne" yi anlatmakta zoluk çekiyorum.

bundan çok değil bir sene önce güne başlamak için bir playlistim vardı. huzurlu soft şarkılardan oluşan küçük ama değerliydi. hangi zaman olduysa oldu bilmiyorum, şimdi hiç mi hiç dinlemiyorum. sevmediğimden ya da bıktığımdan değil, sadece dinlemiyorum. ne bir irade gösterisi ne de bir bilinçli değişim girişimi ile yapılmış bir şey değil halbuki. şimdi güne başlamıyorum bile. gün başlamış oluyor.

bundan çok değil bir süre önce, bir sürü film hakkında hem okur hem de yazardım hem de arkadaş çevresinde sürekli yorum yapardım. vizyonu takip eder, bir filmin küçük şehre gelmesini merakla bekler ve ilk günkü heyecanı hiç kaybetmeden o coşkuyla izlerdim. şimdi hiç mi hiç izlemiyorum. sevmediğimden ya da bıktığımdan değil, sadece izlemiyorum. ne bir irade gösterisi ne de bir bilinçli değişim girişimi ile yapılmış eylem değil halbuki. şimdi heyecanlanmıoyrum bile. filmi bilmiş oluyorum.

bundan çok değil bir süre önce, pazar sabahları saatler süren kahvaltılar yapardım. yapmak isterdim. güzle bir pazar gününe geç uyanıp özenle kahvaltıyı hazırlayıp, bakkaldan şevkle koşa koşa ekmek almaya gidip ekmek ve o güne ait bir çok gazete alıp gelirdim eve. iki saati aşkın kahvaltılarım olurdu. o kadar zevkli olan, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım mutlu olduğum. yemekten sonra onlarca çay ile keyfimi devam ettirdiğim pazarlar. şimdi hiç mi hiç yapmıyorum neredeyse. sevmediğimden ya da bıktığımdan değil, sadece yapmıyorum. ne bir irade gösterisi ne de bir bilinçli değişim girişimi ile yapılmış eylem değil halbuki. şimdi doğru düzgün yemiyorum bile. nasıl olsa yemiş oluyorum.

bundna çok değil, bir süre önce ne olduğunu hiç bilmiyorum...

13 Mart 2008 Perşembe

Aklım

Aklım...
Bu gece seni vurmalıyım...