2 Aralık 2009 Çarşamba

Gündemimden...


*Merhabalar efenim. Haftalık yazıyormuşum gibi oluyor şu sıralar lakin hiç yazamamaktan bir nebze de olsa iyidir diye düşünüyorum. bir kaç mevzudan bahsedeceğim yine pek detaya girmeden. Önce müziten başlayayım. Son günlerde, Özcan Deniz'in seslendirdiği kalp yarası isimli şarkıya bayıldığımı belirtmek isterim. Sözlerini Sermiyan Midyat yazmış ama ne yazmış demek isterim sadece. Şarkıya uzaktan da olsa Sezen Aksu etkisi olduğunu zaten ilk dinlemede şahane bulmamdan anlamalıydım. Erkeklerin tarafından aşk acısının hem sokak jargonundan hem de salon erkekliğinden kalma sözlerin şahane yedirilerek anlatıldığı son dönemin en başarılı müzikal ürünü demek isterim. Sözler de uzun süredir görmediğimiz kadar müstehcen. Eğer hala dinlemediyseniz şuradan bir göz atın bence.

* Geçen hafta gündemi meşgul eden bir konu ise duyduğumda ağzımın bir karış açık kaldığı yerli arama motoru ve anaposta projeleri. Devletimizden yine şık bir gol. Yakın sürede Google yasaklanırsa da şaşırmam artık herhalde. Projeye göre her doğan çocuğa unique bir e-mail adresi verilecek. Resmi yazışma ve işlem ve istekler bu mail adresi üzerinden de yapılabilecek. Bu anaposta projesi. Teoride epeyce güzel görünüyor lakin yne de resmi olarak önemli bir geçerliliği oalcağını sanmıyorum. T.C. kimlik numaraları bugün işine yarar yaramaz bir sürü kişinin elinde zaten. Otobüse internetten bilet alınırken bile isteyebiliyor bazı firmalar. Ne gerekliliği var bilemem ama bu sayede epeyce önemli bir T.C. kimlik numarası bilgi havuzu sağlamış oluyor bazı firmalar. Bugün bir çok yerde dahi sadece T.C. kimlik numaranızı vererek işlem yapmanız pek mümkün değil yine de o kişi olduğunuzu ispatlamanız gerekiyor başka bir şekilde. Teoride T.C. kimlik numaraları gizli kalmalıydı fakat yayıldıkça yayılıyor. Bu anapostanın da benzer bir akıbeti olacağı kanaatindeyim. Öte yandan asıl şaşkınlık verici haber yerli arama motoru projesi. Resmi kurumların söylediğine göre "yazışmalar yabancı ülkelerin eline geçiyor"muş. Neden onların eline geçsin biz izleyelim mi demek bu ne demek anlamadım. Kaldı ki bahsedilen şey bir arama motoru ne yazışmasından bahsediliyor acaba? Google ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki husumet daha ne kadar büyüyecek bilmiyorum ama başta da dediğim gibi yaknda google yasaklanırsa şaşırmam. bu ülke hiç bir düzgün gerekçe göstermeden livescore u bile yasaklayan bir kanuna sahip. eğer nesine.com veya bilyoner.com gibi yerlerdne oynarsanız bahis serbest ama internetten bahis yasak. Ne perhiz ne lahana turşusu bilemiyorum... Bu konuda lütfen internet dünyasını iyi bilen biri iş başında olsun kayırma usuluyle gelenler değil diye geçiriyorum ama bunun olmayacağını da gayet iyi biliyorum maalesef.

Bu sezon yerli dizilerde belirgin bir kalite artışı söz konusu. Zaten yaz döneminden gönlümüzü fetheden geniş aile, haftaiçine alındı ve başarılı biçimde yarım yarım yararak devam ediyor. bunun yanı sıra sezonun bombası Ezel de ilk sezonunda büyük başarı sağladı. Aslında normalde ilk sezon ve ilk blümlerde dizilerin bu kadar birden çok popüler olmaması lazım ama piyasadaki dizilerimiz o kadar berbattı ki eli yüzü düzgün ilk yapım popülerlikte tavan yaptı. Bunun yanı sıra her ne kadar izlemiyor olsam da, Bu Kalp Seni Unutur mu?, Yeni Baştan gibi yeni yapımlar da ilgi çekici görünüyor. Bizim biraz bilim kurguyu yerli kültürle harmanlayan bir yapıma ihtiyacımız var bence.

Sözlükte ve Blogger da severek takip ettiğim ranini nin bir entrysinde gördüğüm üzere Star Tv, Kanaltürk ve Bugün gibi organları bünyesinde barındıran İpek MEdya Grubuna satılmış. Star Tv hakkında yazabileceğim bir dolu şey var ama bunları başak bir yazıya yazarım. Kanalı elinden çıkaran doğan grubunun amac neir bilemem tabi ama benim aklıma iki ihtimal geliyor. İlki, kesilen vergi cezasına kaynak bulmaya çalışmak olabilir diye düşünüyorum. İkincisi ise Rtük'ün "bir grubun en fazla üç karasal yayın yapan kanalı olabilir" kuralı doğrultusunda açılması düşünülen yeni kanala yer açmak olarak düşünülebilir. Doğan grubu halihazırda Kanal D, TNT ve Star TV ile bu üç hakkını kullanıyordu yani yeni bir kanal açılacaksa bu kablo Tv, Uydu veya dijital platformlar üzerinden yayın yapabilecketi. Bu kanala yer açmak için böyle bir hamle yapılmış olabilir. hem ilk maddeyi de düşünürsek bir taşta iki kuş! Yeni açılacak kanal bir spor kanalı olabilir gibi geliyor bana. Her ne kadar Star satıldıysa da Şampiyonlar ligi ve Avrupa ligi maçlarının haklar hala Doğan Grubunda ve bu anlaşmalar da bazı maçların açık kanaldan yayınlanmasını şart koşan anlaşmalar. Bakalım göreceğiz.

herkese iyi günler diliyorum.

24 Kasım 2009 Salı

Oradan Buradan

Herkese yeniden merhabalar efenim. Uzun bir süre yaz(a)mamanın akabinde bir toplu yazı ile daha karşınızdayım. şsdlfkadsfkl. en yakın tarihten başlayayım öncelikle. bugün öğretmenler günü. Halen öğretmen olmamama rağmen sevgili arkadaşlarım öğretmenler günümü kutladılar pek mutlu oldum.

Yine uuuupuzun bir yolculuğun akabinde şu ara Malatya'ya geldim. Yolculuk süreci her zamanki gibi büyüleyici idi. İki gün, dört şehir sloganını yapıştırdığım bu süreçte havayolu hariç her türlü ulaşım sisteminden faydalandım. Otobüs/deniz yolu/tren yolculuğun yükünü çekenlerdi. bu esnada farkettiğim şeylerden biri, Haydarpaşa'nın Ankara Otogarı "AŞTİ" den pek daha modernize olmasıydı. O haydarpaşa ki periyodik olarak yıkılması veya taşınması gündeme getirilir bazı aç gözlü tarih düşmanları tarafından. Aşti'ye Ankara'dan ulaşım konusunda bir sıkıntı yok, amma velakin bu AŞTİ de doğru düzgün bir lokanta efenime söyleyeyim bir kaç büfe bulmak bile epeyce zahmetli. Sadece emanetçi kısmı başarıyla işliyor. Emanetçi dedim de hem İstanbul da hem de Ankara da bu sistemleri kullandım. Haydarpaşa bu konuda da en önde yine. tamamı elektronik sistemden oluşan valiz kısımları ile her türlü Şehirlerarası Otobüs terminaline fark atmış. Bir de efenim Haydarpaşa da bir restoran var. Bu mekan öyle bir yer ki içeriye girip bir kaç dakika oturduğunuzda sanki gözlerini kapatmışsınız ve açtığınızda 1950 lerin Türkiye'sine zıplamışsınız gibi hissediyorsunuz. Atmosfer müzikler, mekanı işleten amcalar, muhabbetler pek şahane vesselam. Derim ki vaktiniz olunca bir ara uğrayınız.

yolculuk esnasında, en ama en mutlu olduğum bir kaç an vardı. Müadenizle bunlardan da bahsetmek istiyorum. biri klasik bir nokta efenim. Ankara treninde gündoğumuyla yapılan dillere destan olması gereken dünyanın en güzel kahvaltılarından biri. Güneş kendini gösterip göstermemekte tereddüt ederken bundan etkilenmiş ilk aydınlık anı ve muhteşem bozkırlarla birlikte günün ilk ışığıyla ilk kahvaltısını etmek içni dahi ben yine yeni yeniden o sekiz saatlik tren yolculuğuna, her türlü ağlayan bebek sesine katlanırım açık konuşuyorum. Kahvaltı haricinde Sevgili bulut B'nin kelimelerini okuduğum an da bu yolculğun en mutlu anlarından biriydi. B candır açık konuşuyorum. Ayrıca Marika ile, Ankara da Cepa alışveriş merkezinde, yeğenime hediye alırken oyuncakçı dükkanının altını üzerine getirdiğimiz saatler de pek mutluluk vericiydi. Özellikle hollywood filmlerinden fırlamış modda bu tür yerlerde her görüğünü deneyen tipik karakterler gibi denediğimiz ürünlerle geçirilen zaman ve çekildiğim pek şahane fotoğraf ki kendisini buradaki public sayfaya koymayacağım utanıyorum ldfkdsklşfsadlkş. Facebook a koyacağım.

Harici olarak bilet alırken otobüste İnternet var demelerine rağmen kapalı devre müzik yayınını bile bizzat zorlayınca açan Beydağı turizme binmeyin kardeşim. Hiç memnun kalmadım. Eğer olur da bir gün Malatya'ya kara yolu ile gidecekseniz Malatya Kernek Turizm'i deneyiniz.

Yolculuk dedim de 17 veya 18 nisanda da yolda olacağız inşalla yareppim dinimiz amin.

2009'un son ayına girerken yılın değerlendirmesi de azırlanıyor. Özellikle Last fm de son 12 ayda dinlediklerime göz gezdirdim de bir grup dominant biçimde top 20 ye on kadar parça sokmuş. Vay anam vay serhat ya!

Ezel yeni modamız. Güzel gidiyor şimdiye kadar. Bakalım neler olacak. Ayrıca Geniş Aile de sezonun en sevdiğim dizilerinden.

Ankara da Gloria Jeans'te How I Met Your Mother'ın Playbook isimli beşinci sezon sekizinci bölümünü izleyen iki görgüsüz gördüyseniz onlar marika ile biziz. kdsklşfasldkşlş. Sadece o mu? Check this out!!!

Bir de taaaa Atina'lardan bana Uzo getiren Marika'ya sevgiler saygılar. Saksı değilim ben tabi. En çok bana getireceksiniiiiiiiiiiiiz en çok banaaaaaaaaaaaaa

Herkese iyi günler diliyorum yazarım daha lksdfklşsdaşlf

3 Kasım 2009 Salı

Film, Çay, Döşek, Battaniye

Sabahın sabah olduğu vakitlerdi. Geçmişe yazılı kalmış ve yazılı kaldığından akıldan çıkmamış “günün ilk saatleri.” Şehrin hafif dışındaki bir sitede, lapa yağıp havayı soğutmayan bir havlamayan köpekti kar. Cama başını dayadığında, o günlerde elinden düşüremediği telefonuna ve banklarına kır düşmüş çevre düzenlemesine bakmaktaydı. Her film masal, her şarkı aşıktı en safından. Biraz önce izlediği film, eline aldığı tiryakiliğin biricik sembolü çay, soğuk yememek için üzerine oturduğu derme çatma bir döşek, renkli polar battaniye ne düşünürse düşünsün, onun hissettikleriydi anlattıkları.

“Anlattıkların, karşıdakinin anladığı kadardır” şeklindeki ergenlik dönemi iletileri gelmiyordu aklına elbette. Bilhakis mevzubahis sözde, “kadarını” anlayan karşı taraf konumundaydı o gece. Tam da o zamana göre sanat şaheseri saydığı film, tüten demli dumanını karlı bir geceye en çok yakıştırdığı çay, çok kullanılmaktan rengi solmuş döşek, Fareler ve İnsanlar’daki karakterlere özenip ısrarla dokunmaktan imtina etmediği battaniye kesinlikle onun anladıklarını anlatmıyorlardı. Ne olursa olsundu, O’nun anladığını anlatıyorlardı. Ve O, onların da kendisinin aşık olduğunu görmekten oldukça huzurlu hissettiklerini anlıyordu.

“Bırak tasalanmayı da hadi gel! Böyle bir an bir ömre bedel..” Sabahın ilk ışıklarının henüz aydınlatmaya başladığı fakat asıl ışığı hala sokak lambalarının yaydığı düzenlenmiş çevresiyle tam da yeni lapalanmış bankta oturarak içilecek bir bardak dumanlı ve gerçek anlamıyla demli çayı değişebileceği öğelerin sayısı epeyce azdı. Böyle bir “an”ı yaşamak, tam da “yaşamaya geldik bu dünyaya” bahanesinin gerçek anlamıyla oturacağı eylemdi. Hiçbir karesine kışın yansımamasına rağmen bu gecenin olmazsa olmazı gördüğü film, kalitesiz olduğu için soğuğu geçirip aynı zamanda epeyce de sert olan döşek, çıkarken Süperman’in pelerini gibi atmak istediği battaniye de tam olarak bunu yapmasını söylüyorlardı…Ya da onun anladığı kadarı buydu. “Böyle bir an bir ömre bedel…”Koşarak, İzel’in ilk aydınlıkla dans ettiği sesinin duyulduğu parçayı açtı.

Her yükselen ton ile o sesin huzurdan birkaç saniye önceki an olmasına koşullandığı kısa mesaj notaları da İzel’in sesine eşlik etmekteydi. Dışarıya çıkıp o bankta sokak lambalarının işi bitinceye dek oturması gerektiğini düşünüyordu. Düşünmek, yapmanın epeyce büyük bir öz alt kümesiydi o günlerde. Ya da camı açıp, hemen önlerinden geçen otobana doğru anlamlı anlamsız sevgi sözcüklerini haykırmak da. Elbette bu bir öz alt küme değildi ama öz alt kümesi aynı olan bir başka eylemdi. Az önce izlediği filmde “sanat” diyeceği kılıç düellosuna ev sahipliği yapan toprağa düşen yapraklarla gözlerini kapatmış, ince belli bardağın dumanıyla bankta oturmuş, çarşıda görüp bağdaş kurup oturmak için aldığı döşeğiyle camdan avazı çıktığı kadar göğsünün ortasına huzur pompalayan kelimeleri sıralamış, epeyce ince olduğu için ısıtmamasına rağmen yatağına mutlaka her gece soktuğu battaniyesiyle gözlerini tekrar açmıştı. Bu hissi ömrü boyunca bir daha hissedemeyeceğini o gün tam da o an ve tam da o yerdeyken bilmiyordu henüz..

Şimdi sabahın çoktan olduğu ve yorganın tamamını karşı tarafın üzerine aldığı bir yatakta uyanıyordu. Sol tarafına baktı..Umutsuzca başını sallayarak sessizce doğruldu. Yan tarafındaki komidinin üzerindeki sigarasına, öğrenciyken hep sahip olmak istediği ahşap, büyük İskandinav giysi dolabına, turistlere epeyce pahalı fiyatlardan satılan işleme kilime ve üzerinde kötü çizilmiş bir yavru kedi bulunan yumuşak terliklere göz gezdirdi… “Dört yıl..Dört parça” diye geçirdi içinden. Yan tarafında, yorganın bir kısmını iade etmek istercesine hareket oldu. Gözlerini mahmurlaşarak açtığını gördü.. “Gelsene..” diye de bir fısıldama. Etrafına bir daha baktı adam.. “Kahve içip çıkmam gerekiyor..Geç kaldım..”

29 Ekim 2009 Perşembe

11 Ekim 2009 Pazar

Pazar Şarkısı (Something Special...)

bu pazar özel bir şey yapmak istedim..Aslında aklımda pek sevdiğim bir yabancı parça vardı lakin eve geldiğimde çılgınlar gibi bunları izlemek istedim..

neden özel derseniz, şu şu şu diye listeyi önünüze koyamam. Bu dizi yayınlandığı vakitler İzmit'te öğrenci idim. Ev arkadaşım ve ben bu dizinin bir bölümünü izlemiş ve hayran kalmıştık..Öyle ki, dizifilm.com a üye olmamın, her perşembe, "bu gece yalancı yarim var çıkamam" deme müsebbibim olmuştu..


İlerleyen bölümlerde artık izleyen sayısı çok düşmüştü ama ben hala ve hala her bölümünü büyük merakla izliyordum.. Burada, ağdalı aşk lafları yoktu, zengin konakta geçen entrikalar yoktu, ağam paşam kıvamı yoktu, vurdu kırdı yoktu..aşk vardı. hem de hayatın içinden biçimde. yani nasıl denir bilemiyorum bir çok dizi veya film izlenir ama hayatın akışında oradaki olaylarla karşılaşmak pek nadirdir. o dili kullanan gerçek hayat inanları çok azdır. bu dizi öyle bir şeydi ki, gerçek hayatın bir çok noktasında karşılaşılabilirdi.. sıradan ve basit sözlerdi senaryodakiler, diyaloglar sadece "sıradan"dı. gerçek bir sehl-i mumteni idi aslında senaryosu..



Öyle ki, artık izleyen kitlesi iyice azalmasına rağmen, elde avuçta kalmış bir kaç hayranının ısrarları ile final yapmadan bitmemesi kararlaştırıldı dizinin. Sezon ortasında izlenen bu sahneden sonra, gerçek final olmadan bu dizinin ve karakterlerin ömrünün sonlanması büyük üzüntü verecekti..



Sözlük başta olmak üzere, televizyon dünyasının "bilmiş" kişileri diziyi epeyce eleştiriyordu "bir bıraktım 10 bölüm sonra hala aynı yerde" konusu altında. Gidin yaprak dökümünü seyredin lan ne diyeyim diye geçiriyordum içimden zaman zaman. Bir avuç izleyicisi ile sessiz sakin yoluna devam eden bir yapımdan size ne. Zaten izlemiyorsunuz ki. FAkat yine sözlük başta olmak üzere bir kaç yerde de diziyi izleyenler yıllaaaar yllar sonra bir yerli yapımın yetmişler yeşilçamı modunu yakaladığında hemfikirdi.. Gerçek bir yeşilçam romantik komedisi izlemek nasıl keyif verirse ve yetmişlerin yeşilçam yapımları nasıl ki absürd olmasına rağmen hissedilen "samimiyeti" yakalıyorsa bu dizi de yakalıyordu onu. hem de tam ve kesin anlamıyla. ingilizce bir kelime daha iyi oturabilir buraya belki. "exactly!"



"Bende numara çoook...."
bu bölüm yayınlandığı vakitler malum olayın olduğu vakitlerdi ve ben bir düğüne gitmek için hazırlık yapıyordum evde. Çıkmak üzereyken televizyondan haberi aldığım o anı unutmam herhalde pek mümkün değildir hayatım boyunca. bu nasıl bir kaderdir ki, her türlü yayından kaldırılacagı düşünülen bir dizi az sayıda kişinin ısraları sonucu biraz daha uzatılır ve tam da gerçekten bitmesine dört bölüm kalmışken can karakteri canını bırakır...

Mevzubahis olay hakkında pek fazla yazmak istemiyorum. Zaten sözlüğe dizi hakkında en çok yazan kişiyim ama o olay meydana geldikten sonra ketumlaşıp kaldım adeta.. bir güzel sabahın romantik, komik, içten diyaloglarını bu dizide bulabiliyordum..Şuradaki telefon açmanın samimiyetini va diyalogların reelliğinin altındaki duyguyu mükemmel verişini ise hep sevmişimdir.. Klasik.. "Allakım allakım" telaffuzuna rağmen :)



bu dizinin tüm bölümleri youtube da var. kendinize bir iyilik yapın ve bu pazar kahvaltıdan sonra herhangi bir bölümünü izleyin (favorim 20. bölümdür:)). eğer pazar günü samimiyetine yakıştıramıyorsanız bir daha da bu bloga uğramamanızı tavsiye ederim.. Herkese günaydın, işte pazar şarkınız..

9 Ekim 2009 Cuma

Aradım Aradım Bulamadım #8

Selam olsun dağa taşa, Bolu beyine ey dostlar. Kaf dağından esip gelen bu rüzgarın getirdiği analytics Eylül ayı raporuyla karşınızdayım efenim. Buyrunuz 32 kısım tekmili birden, alaylarla kaf dağına hareket...

porno izleyen adam: Nefis bir alternatif James bond filmi ismi. Bir de klasik şarkıdan notaları yedirdiğimiz aynı isimli açılış parçasını da yaptırdık mı birilerine tamamdır!

"bebek starbucks'a tekneyle yaklaşmak" : yeminle bambaşkaymışsın. Bebek Starbucks tabelasında da "tekneye servis" yazıyor zaten. Tekneyi çekiyorsun ortama, Latte, sütlü olsun dersin. hatta ve hatta sen "kafe leyt" diye okursun onu. Bir de benden duymuş olma ama "menünüz büyük seçim olsun muuuuuuuu" diye soruyorlarmış bebek şubesindekiler. oysa ki starbucks ta blueberry morning veya en şahane colombian supremo gibi kahveleri pek bulamazsın. işte orası da kahve için değil tekneyle yanaşmak için olan bir yer zaten.

ah aydınlıklardan uzaktayım diyen şair: Orhan Veli Kanık...

aromalı seks porno: Aromalı mı? Sanırım bal döküp yalanan filmlerden arıyorsun. Gerçi şimdilerde cinsellikle ilgili bir çok nesneye "aroma" kavramını kattı pazarlamacılar. Çilekli prezervatiften, nepal esintili sütyene kadar. (Tamam nepal esintili sütyen kavramını şimdi uydurdum:)))

basmalı sex pornoları: Pekala "Sex Pornosu" ve "Michael Jackson Şarkıcısı" nitelemeleri arasındaki on farkı bulunuz oyunumuz başlamıştır efenim. Basmalı derken sevgili arayıcım köylü güzeli formatlı pornoları mı kastettin acaba?

bimber gece: Cek binbır'ın hakim hakstıbılı bir gecelik casusluk için para ile satın almasını ve kırmızı fener derneğini içeriden yıkma çalışmalarını konu alan bu yapımı neden izlemek istedin ki azizim. Hakim hakstıbıl 150.000 dolar karşılığnda o kara geceyi yaşatmıştı ortama. yaa yaaa

bu listede 35 şarkı var: bir insan neden böyle bir arama yapar merak içerisindeyim.

canım güzel porno filmi izlemek istiyom: Egeli misin? yoksa kral tv ye başı ayrı kıçı ayrı cümlelerle sms gönderenlerden biri misin?

çocuk annesini götden sidi visidi: Uzun süredir beynine kan gitmediğini varsayıyorum sevgili arayıcım.

dharma & greg yerli versiyon şebnem dönmez: O dizinin ismi "Aslı ile kerem"di sevgili arayıcım. Hatta ek bilgi olarak oyuncu kadrosunda Ozan Güven, Demet Evgar ve İlker Ayrık gibi isimlerin de olduğunu belirtmek isterim.

Edirneli orospuları listele: Evet google da hemen excel dosyası olarak listeyi gönderiyor size. Her satır bir adet isim, bir adet soyisim, bir adet telefon numarası, bir adet adres, bir adet yaş, bir adet fotoğraf linki (excel de kurbağlı olan görünüyormuş) barındırıyormuş listede. ama beğenmezseniz "seçimi daralt" diyerekten şahin K.'nın şu repliği baz alınarak, detaylı bir algoritma kullanılarak yeni bir liste oluşturulabiliyor Google'da. Wave davetiyesi olanlar yapabiliyormuş.

en kupon pornolar: Tek maçtan yatıyorlaaaaaaaaaaaaaaaar.

erkekler ayrılığın acısını eğlenerek mi unutmaya çalışırlar: that's absolutely rubbish!

fred ile bety sikiş resim taş devri: Her şeyi geçtim ama neden resim sevgili arayıcım ha neden resim? Artık günümüze insanlar porno için kısa filmleri bile beğenmezken neden hala resim..bu retro yanını (ki daha taş devrine kadar retrolaşmışsın) takdir etsem de taş devri isminden esinlenerek ilkel insanların taşlara, mağaralara çizdiği resimler gibi bir şey arıyor olma ihtimalin beni korkutuyor.

gs çıldırın diye değiştirdiği marş orjinali: bkz=> sos cagon

kötülerin kıh kıh diye gülen adamı: dred barron. Ayrıca can insan poetastere havale ediyorum seni.

la rabia ne demek: film öfke diye çevrilmişti ama gerçekten öfke mi demek bilmiyorum sevgili arayıcım. Senin için araştırdım "kuduz" demekmiş.

marlboro light nasıldır: Marlboro light iyiydi de çevrei kötüydü

orospular bilecikte: Bu bilgi için tüm blog okurları olarak ve yazar olarak da tüm kişiliklerim sana minnettarız! dünyaya yaptığın bu katkıdan ötürü sadece saygıyla eğilmek istiyoruz önünde.

pazarla ilgili şarkı: Sanırım gelinebilecek en yararlı adreslerden birine ulaştın bu konuda. Tabi pazar derken Salı pazarı, ulus pazarı, cuma pazarı gibi yerleri kastetmiyorsan klşadsfksdlaşkf

sevimli hırsız çizgi film linkleri rapid: ben de çok aradım vakti zamanında ama bulamadım be arayıcım. "Where in the world is Carmen Sandiego" olarak aratırsan sevimli hırsız yerine daha ilerlemiş olursun diye tahmin ediyorum arama çalışmalarında.

teletabiler nasıl kurulur: hemen anlatayım. Setup.exe çift tıklıyorsun. Install/next/next/next/finish. yaa yaa

ton ve jerry dizisi: Peki sevgili arayıcım bir ton jerry mi daha ağırdır yoksa bir ton pamuk mu. peki bir ton bir ton daha ne eder? Önce bunları cevapla sonra aramanı yap derim ben. yaaa yaaa

8 Ekim 2009 Perşembe

Rapidshare ve Paylaşım Felsefesi Bölünmesi (Share or Get Fucked!)

Tüm geceyi çalışarak geçirdiğim bir kendi halinde Beyoğlu sabaha karşısından merhabalar efenim. Bu ilk cümledeki gereksiz bilgiyi verdim çünkü bu akşam çeşitli sistemlerle uğraşırken, aklıma birden gelip gece boyu gitmeyen bir mevzudan bahis eyleyeceğim.

Napster'ı bilirsiniz. En azından kullanmamış olsanız da hikayesini mutlak duymuşsunuzdur bilgisayar dünyası ile az çok alakadarsanız. Napster, internet üzerinde paylaşım felsefesinin doğuşunun simgelerinden biri. Paylaşım felsefesi ne denirse üzerine uzun uzadıya söz edemeyeceğim, belki yazının ilerleyen kısımlarında bu iki kelimeyle neyi kastettiğimi anlatmayı başarmış olabilirim. konuya dönersek, Napster ile internet kullanıcıları internetten müzik indirme konusunda yeni bir dönem başlatmayı başarmışlardı. Türkiye'de o dönemler 56K modemlerin nostaljik sesi eşliğinde internete bağlanmaktaydık henüz. İnternet kullanımı da çok az olduğu için, yerli müzik endüstrisi bu konunun üzerine pek fazla düşmüyordu ve şimdi olsa anında kapanacak olan mp3 siteleri vardı. Onlara bilhassa yeniden değineceğim lakin bu siteler, ilgili mp3 dosyalarını host ederek indirilmesine olanak sağlamaktaydılar. bilinen ve benim de zamanında 56K modemle şarkı indirmiş olduğum "www.mp3yukle.com" sitesini hatırlar teferruatlı internet kullanıcıları.

Neyse efenim o dönemler interneti ya çıplak kadın resimleri görmek (o vakitler internetten film izlemek ne mümkün), müzik indirmek veya mirc ile chat ortamlarında zurna kanallarına takılmak olarak benimsemişti zaten az sayıdaki yerli kullanıcı. zaten 56K ile daha ileriye gidebilmek de biraz zordu. Napster ise kullanıcılarına "internette paylaşmak" üntesinin ilk konusunu tanıtır gibiydi. Çünkü şarkıları paylaşanlar, bir kurum veya site değil bizzat kullanıcıların kendileriydi. Kendi imkanlarını başkaları ilgili dosyayı çekebilsin diye kullanıma açmaktaydılar. Pek tabi kısa sürede napster bir dava kaybederek miladını tamamladı.

Akabinde, benim de ilk kez bu kavramla tanıştğım P2P dönemi başladı ki bu programlardan bazıları halen daha günümüzde yaşamlarını devam ettirebilmekteler. Biraz daha zamanda ilerleyerek Kazaa isimli P2P programıyla tanıştık. Özellikle yerli halk da öncekine göre daha yoğun kullanmaya başlamıştı bunu zira tek tuk da olsa yerli parçalara ratlanıyordu Kazaa'nın arama motorunda. benim de sözlükle tanıştığım dönemdi Kazaa'yı 64 mbRam 600 Celeron işlemci ve 6 Gb hard diskli bilgisayarıma kurduğum dönem. Yamulmuyorsam benim için 2001 civarıydı ya da 2002. O vakte kadar mp3 ihtiyaçlarını, az önce kısaca değindiğim üzere mp3 sitelerinden, porno ihtiyaçlarını arkadaşlardan edinilen ve içinde sadece resimlerin olduğu cdlerden karşılayan ben de paylaşım kavramıyla tanıştım. Bu gerçekten çok güzel bir olaydı o zamanki bana göre. Sistemi ilk çözdüğüm vakitler upload sınırımı tamamen açmıştım "benden de dosya çekin benden de" diye içimden geçirerek. Ki halen daha uploadı 1Kb'la sınırlayan bu işin kavramsal yönünden bihaber dangozlar mevcut. P2P sistemi de gerçek bir gelişmeydi. Üstelik Kazaa, aleyhinde açılan davaları bir bir kazanarak, biz kullanıcılarını da sevindirmekteydi.

Velhasıl kelam bir gün Kazaa'nın yeni bir versiyonunu yüklemem gerektiğinde o versiyon, az önce saydığım özelliklerdeki bilgisayarımı aşınca sürekli takılan, bilgisayarı dağıtan bir hale dönüştürdü Kazaa'yı. ben de alternatif aramaya koyuldum ve herhangi bir yerde halen "en iyi P2P programı hangisi" diye sorulsa tereddütsüz ismini vereceğim Ares ile tanıştım. Kazaa'nın hantal yapısına göre oldukça hızlı, bilgisayarı çok yormayan şahane bir programdı ki kendiini 2006 civarına kadar bilgisayarımda tutmuşluğum vardır kullanmasam da. P2P sisteminin en iyi işlediği programdı.

Akabinde yeni binyıl ile Ed2K sistemi geldi ve algoritmik açıdan getirdiği yeniliklerle de paylaşım felsefesi kavramının da yönünü değiştirdi. Hoş, ben kendisini 2006 ya kadar kullanmadım ki 2006 da da çok kısa bir süre kullanmıştım. 2000'li yılların başları için gerçek bir devrimdi Ed2K sistemi ve "internette paylaşım" kavramının da bir adım ilerlemesine olanak sağlamıştı. Zaman önce, uluslarası bir yazılım firmasının müdürü(başka bir tanınmış sima da olabilir) "eğer insanlar elinde olanı paylaşmasaydı, internet bu günkü haline ulaşamazdı" demişti. Kesinlikle bu sözün altına ben de imza koyabilirim. Burada bahsettiğim mp3, film gibi şeylerin paylaşımı olsa da internetin gelişmesi insanların bildiklerini paylaşmasıyla paraleldir. Ne kadar değersiz olduğunu düşünürseniz düşünün, hiç ummadığınız bir amaçla hiç umulmayan bir insanın işine yarayabilir bir bilginiz olabilir. İşte internetin ilerlemesinin ve bugün, bugünkü büyüklüğünde olabilmesinin ana nedenlerinden biri de budur. İnanların bildiklerini paylaşması.

O ilerleme günümüzde en son Torrent seviyesine ulaştı. Bu ilerlemenin bir yüzüydü. Diğer yüzünde ise daha sonra bu yönle birleşip yeni bir sentez oluşturacak konseptler vardı. Daha önce kısaca değindiğim gibi 56K zamanlarımızda bazı siteler kendi bünyesinde mp3 dosyalarını tutarak kullanıcıların indirmelerine olanak sağlıyorlardı. Yani az önce bahsettiğim, kullanıcılar bizzat download/upload kaynakları yaratmıyordu. Sitenin kendi upstream ve Downstream kaynakları kullanılıyordu. Siz sadece "indir" diyordunuz. Elbette tüm dünyada olduğu gibi bu sistem gerek, sitenin sahiplerine getirdiği olağanütü trafik yükü gerekse legal konulardan ötürü sonlanacaktı. Fakat yine de yukarıda bahsettiğim Napster, P2P, Ed2K ve bir kısım da Torrent kullanıcıları oradna bir şeyler indirenleri paylaşımcı olarak görmeyip sürekli itelediler.

Bu siteler kapandıktan sonra ilgili alanda pek bir gelişme kaydedilmezken ve P2P'ler ile Ed2k ortamların kralıyken Rapidshare gelip bu alandaki dengeleri kendi lehine doğru değiştirdi. Günümüzde de en çok kullanılan paylaşım arayüzü olan Rapidshare i bu ikinci kısımda ele almamın yönü dosyaları indirirken, kullanıcının kendi trafiğini açmak zorunda kalmaması ve sitenin trafiğini kullanması. Anlatmak istediğim ana konuya gelirsek, upload açmak durumundaki kullanıcılar bu nedenle rapidshare i uzun süre "paylaşım" kavramının dışında tuttular. Oysa ki gerçekten öyle miydi yoksa Rapidshare paylaşım felsefesinin bir adım ilerisi olan yer miydi? Bana sorarsanız ikinci şıkkı seçerim. Rapidshare'ın "paylaşım" kavramıyla bu denli büyüdüğünü düşünmek herhalde abes olmaz. Bilindiği üzere Rapidshare veya muadili File hosting sitelerini Browse edemezsiniz. İşte paylaşımın olduğu yer tam da burası aslında ve rapidshare'ın ilk bahsettiğimiz siteler gibi ömrünü sonlandırmayan şey de bu. Bu yönüyle direk olarak internette paylaşmak kavramıyla özdeş bir yapıda. Bazı kullanıcılara göre, eğer siz kendi uploadınızı açmazsanız paylaşımcı değilsiniz mottosu geçerli olsa da işte tam da bir adım ilerisi ile kastettiğim noktaya geliyoruz. Açmak zorunda değilsiniz..bir yerde ilgili linkleri paylaşmanız yeterli. İşte P2P veya Ed2K gibi reel olarak uploadınızdan da paylaşım yaptığınız sistemlerin bir adım ötesi olarak uploadınızı açmadan paylaşmayı sağlayan ve bence Ed2K ayarında bir devrim "internette paylaşım" kavramı için. Bu konuda rapidshare veya muadili sitelerin çok hor görüldüğüne şahit olup üzülmüşlüğüm vardı. İçimde kalmasın deyip buraya yazdım ehefkladsjfjaskldfjadsl

7 Ekim 2009 Çarşamba

Sevdiğim Ufak tefek Şeyler #7

* Yolda yürürken sigara içerken, izmariti yere atmak zorunda kaldığım vakitler, izmariti öyle bir atmak ki yürüme tempomu bozmadan sıradaki adımımın tam da yere düştüğü anda izmaritin üzerine basması.

* Kibrit kokusu

* Uzun süre sigara içilmedikten sonra ciğere nüfuz eden ilk sigara içişin akabindeki baş dönmesi.

* Zaman zaman Tarantino filmlerinden fırlamış karakterler gibi sigara yakmaya çalışmak.

* bir yerde oturmuş sigara içerken, masadaki bir kişinin paketteki uyarıcı yazıyı göstererek "bak burda bile zararlı yazıyor" demesine neden olan zincirleme reaksiyonu tetikleyen, amcık kafalı beyninin üzerine doğru duman üflemek.

imza: Sigarası bitmiş biri.

4 Ekim 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

Herkese Günaydın...
Ve yeniden hoş geldin Deniz Hanım..

1 Ekim 2009 Perşembe

Well... Back Again

Efenim herkese merhabalar. Uzun süredir yazmıyordum. Bu süre içerisinde bayram vesilesiyle yeniden memlekte gidip iki haftalık bir dönem geçirdim. Aslında döndükten sonraki ilk yazıyı memlekete dair yazacaktım lakin yazma denemelerimde kendimi tatmin edici bir dile ulaşamaığım için şimdilik öteledim bu mevzuyu. O nedenle bayramdan notlar alt başlıklı memleket metinli mevzulardan bahsetmeden, son günlerde gözüme, kulağıma, kafama takılan konulara eğileceğim. anam bu ne formal bir girişti böyle. giriş paragrafı yazmayı becerebilsem direk öykü kitabı çıkarma çalışmalarına başlayacağım zaten. dlşsfsdaklf

Bir öykü veya bloga bir yazı dahi yazarken, geriye dönüp silmişliğim veya düzeltmişliğim çok nadirdir. bu nedenle bir çok yazımı tekrar okuyunca belli başlı cümle düşüklükleri arada gözüme çarpıyor.

Sevgili S can bir insandır! Müzik hakkında konuşmayı pek seviyorum kendisiyle. Gözlemlediğim şeyleri, anlayacağını bilerek anlatabiliyorum. bu gerçekten muazzam bir olaydır. Anlattığınız bir mevzuyu karşıdakinin anlamadığını veya ilgilenmediğini hisettiğinizde nasıl şevk kaybolur bilirsiniz. İşte S ile müzik hakkında konuşurken bu hiç olmuyor. Aynı yerlerine takıldığımız o kadar parça var ki say say bitmez. Ayrıca bir tür kozmik bağ ile bu mevzuda bağlı olduğumuza kanaat getirdim ben geçenlerde. Örneğin aklımdan geçen bir şarkıyı online olur olmaz sorması gibi. bunun olabilme ihtimali nedir ki?

Beyoğlu sahaf festivali 2009 kapsamında Takim Gezi Park'na uğradım bugün. fırsatınız varken görmenizi tavsiye ederim. Pek güzel çizgi roman albümleri bulup aldım. Bir de almak istediğim bir seyehatname vardı lakin bir de baktım ki paramı tüketmişim ala ala.

harcamalara dikkat etmek gerekiyor efenim. Daha filmekimi var önümüzde. Biletler 3 ekimde emek sineması ve biletix gişelerinde satışta olacak. Hafta içi gündüz seansları (11:00 - 13:30 - 16:00) yine 3,5 tl olurken 19:00 seasnları ve hafta sonu seasnları 12-8 tl olacak. 21:30 gala seansları ise 15 tl. Programa göz atmak için şu adrese uğrayablirsiniz.

Öte yandan bu hafta memleketten döner dönmez her türlü sanatsal ortama atasım geldi kendimi nedense. Uzun süreir görmek istediğim Pera müzesindeki Osmanlı'da denizcilik konulu sergiye de yarın uğramak niyetindeyim.

That said..;

Bu günlerde Whopper'ın sarsılmaz liderliği sarsılmaya başladı sanki gözümde. Steakhouse'a alşınca tekrar whopper yediğimde bir tatsızlık hissettim. haşa huzurdan diyeyim. tövbe yarabbim tövbe. Sen beni affet yareppim dinimiz amin.

Ayrıca geçenlerde "A seni mcDonald's tan çıkarken görmüşler" denince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Mevzu şu ki; ne big mac ne de yediğim herhangi bir McDonald's menüsü kesinlikle muadil burger King ürünlerinin yanına yaklaşamazken fikirlerimi 1.75 tl'lik köftelim değiştirdi. Geçenlerde aldığım bu ürünü acaip beğendim. gizli gizli gidip alıyorum şimdi. Mc Donald'sın yerlerde sürünen kredi notunu vasat altına yükseltti bu ufacık tefecik burger...Moody's gibi hissettim kendimi.

B+'dan A--'ye yükselen kredi notu gibi hiyerarşisini pek çözemediğim bu sıralamanın en güzel örneklerinden biri Kırkpınar güreşlerinde var. Baş-başaltı-tozkoparan-büyük-büyük orta büyük- küçük orta küçük gibi isimleri var kategorilerin.

Bugün sahaf festivalinde birini gördüm. Tanıdığım bir sima lakin nereden tanıdığımı bir türlü çıkaramadım. bir süre düşünerek kafayı yedim diyebilirim. Başım önde kaptırıp eve gelmişim o düşüncelerle.

Klavyemin S ve D tuşları iyi basmıyor.

Sözlükte bir şeyler olmuş sanki yokken. Bir taciz mevzusudur gidiyor.

herkese iyi akşamlar diliyorum efenim.

19 Eylül 2009 Cumartesi

18 Eylül 2009 Cuma

Kurozuka'nın olayı Nedir?


Merhabalar efenim. Nasılsınız? Beni soracak olursanız vasatın altındayım. Lakin bu durum bir şeyler izlemeye engel değil, bilhakis teşvik edici. Takip ettiğim dizilerde yeni sezon başlayana kadar Kurozuka isimli animeyi seyredeyim dedim. Toplam on iki bölümden oluştuğunu öğrendiğimde bu aralığa iyi gidebileceğine kanaat getirip başladım. Şu ara dokuzuncu bölümü izledim. Daha full Metal Alchemist ve Death note'u izlememiş biri olarak sıkı bir anime takipçisi olduğum söylenemez.

Anime'yi türkçeye çeviren Şahrud Fansub ekibine teşekkür ederek başlamak gerek söze. Çok iyi bir çeviriye imza atmışlar lakin ülkede pek fazla izleyen yok sanırım. Olay şu ki dokuzuncu bölüm olmasına rağmen ve dizi toplam on iki bölüm olmasına rağmen konuya daha yeni yeni gireibldim ben. İlk bölümlerde "ne oluyor lan bir şey anlamadım ben" diye izlerken zamanla izledikçe her dizide olduğu gibi yapımın doğasının içine girebilimeyi başardım.

Öncelikle çizimler efektler ve renklerin müthiş biçimde uygulandığını söylemek isterim. Sadece bu çalışmalar için bile görülebilir bence. Zaten Sony yapımı olduğunu ve birinci sınıf olduğunu belli ediyor bu açıdan. Her animede olduğu gibi açılış ve kapanış jenerikleri ve şarkıları kendine hayran bırakacak düzeyde. Özellikle kapanış jeneriğinin hastası olduğumu belirtmek isterim ki yazının sonuna onun da youtube linkini koyacağım.

Konuya gelince, aslında konuyu başta biraz okumasaydım hiç bir şey anlamadan izleyecektim sanırım diziyi. Bin yıllık bir aşk hikayesini konu alıyor temelde ve sonsuzluk üzerine kurulu. Yani zaman yolculuğu olarak algılanabilir ama bu geçişler bir tür flash forward ve flash back niteliğinde diye düşünüyorum. Zaman yolculuğu olduğunu söyleyemem. Belki kalan son dört bölümde bu konuya netlik getirilir. Bu aşk hikayesinin içinde, imparatorluk, vampirler, asteroid, yeraltı mücadelesi veren özgürlükçü örgütlenmeler üzerinde ilerliyoruz. Aşk hikayesini doğal olarak, bir animeden beklendiği şekliyle sadece aşk temeliyle izlemiyoruz. Dizi bir çok fantastik bilim kurgu öğelerindne belirtiler taşısa da kendi yolunda bunları başarıyla birleştirmiş görünüyor lakin işleniş ve kurgu anlaşılmakta ve daha önce değindiğim gibi içine almakta zorluyor seyredeni. Elbette ki oldukça sert şiddet sahneleri içermesi de eminim ilginç fetişist eğilimleri olan david crononberg, david lynch veya quentin tarantino'yu da etkilemiştir diye düşünüyorum. Hatta David Crononberg'in Crash filmi karakterleri bu diziyi izleyerek sevişseler şaşırmam.

Neyse efenim anime konusunda yetkin olmadığımı biliyorum ama çizimleri ve renkleri açısından bu on iki bölümlük animeye göz gezdirmekte yarar var diye düşünüyorum. Son olarak kapanış şarkısının videosunu ekleyerek şimdiden herkese iyi bayramlar diliyorum.

10 Eylül 2009 Perşembe

Oradan, Buradan, Şuradan Shobou

Önceden vardı bu Şubuo. Antin kuntin reklamları vardı. Özenip sinema şubuosuna üye olmuştum. Genel olarak çalarsa annemdir mesajsa Turkcell'dir modunda telefon kullandığımdan, günde bir kaç defa mesaj gelmesini seviyordum. Sonra kalktı tabi. Kim para verip tek mesajlık bilgi almak için uğraşır ki artık? Gir beyazperde de takıl manyak mısın?

Şunu seviyorum, ülkeden ülkeye, hatta ilden ile kahvaltı kültürünün gösterdiği farklılığı. Belki de ülkedeki her şehri görmeyi en çok bu yüzden istiyorum. Örneğin İstikal'in ara sokaklarından birinde sürekli kahvaltıya gittiğim bir yer var. Bugün kahvaltı ederken tabağa biber de eklemişler. Bilmiyorum hazırladığınız kahvaltı sofranıza taze biberi bir kaç parçaya bölerek, masanın çeşitli kısımlarına dağıttınız mı. Belki kahvaltıda biber yemezsiniz lakin onun kokusu masaya inanılmaz bir ahenk sağlıyor. Bir gün denemenizi tavsiye ederim. Yalnız bir parçası acı çıktı biberin yandım. Bir de bu var, örneğin acı aromanın yiyeceklere yoğun olarak eklendiği şehirlerde(örneğin Adana, Gaziantep, Şanlıurfa gibi) kahvaltı kültürü de ilginç farklılıklar gösteriyor. Örneğin geçenlerde bir arkadaşımın Şanlıurfa'dan akrabası gelmişti. Kendisiyle kahvaltı ederken, Urfa'da kahvaltıda sıklıkla ciğer yendiğini söyledi. Epeyce şaşırdım doğrusu. Sonra da gözümüzün önünde kahvaltı tabağını beğenmeyerek ciğer dürüm söyleyerek afiyetle yedi kendisi. Bu farklılığı seviyorum. Biliyorsunuz ki ülkede farklı bölgelerden şehirlere gittiğinizde günlük alışkanlıklarla birlikte yiyecek anlamında da, diğer bölgelere göre farklılıklar var. Ülkedeki her şehirde kahvaltı etmek gibi bir hayalim var. Mesela bir sabah Ahtamar'da, başka bir sabah Giresun'dan karadenizi izleyerek, bir başka sabah Nevşehir'de, ertesi sabah Bilecik'te kahvaltı etmek ne güzel olur yahu. Sadece şehirler değil mesela bugün kahvaltı ederken Alman olduğunu sandığım taş gibi bir Milf denebilecek abla geldi. Baya bira içti kahvaltıda.

Kahvaltı tabağı söylediğinizde yumurtayı da ekleyen mekanları daha bir samimi buluyorum ben. Ama az pişmiş getiriyorlar o çok kötü. hiç de sevmem. yine de yumurta eklenmesi ne bileyim böyle daha bir naber kanka muhabbetine sokuyor beni mekanla.

Şimdi konudan konuya atlamak olacak ama, elimde mizah dergileriyle gezmeyi sevmiyorum. Sadece mizah dergisi değil, yazılı basın ürünleriyle ama en çok mizah dergilerini aldığım için onlara denk geliyor. Yani utanıp çekinmek gibi bir şeyden değil sanki onu taşırken ellerimi boşuna kullanıyormuşum gibi geliyor. Daha yararlı bir şey için kullanmalıyım ellerimi diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Hemen bir bakkala gidip poşet alınabilecek nitelikte başka bir alışveriş yapıyorum. Her şeyi o poşete koyuyorum. Bir de ilginç olan mesela dışarı çıktığımda "hadi bugün Beşiktaş sahilde oturup etrafa bakınayım, şöyle kendime bir gün ayırayım" dediğim zaman hep almış oluyorum o yazılı medya ürünlerini. Mesela çıkıp bir şeyler yiyip eve gelmek üzere yola koyulduğumda hiç de almamış oluyorum.

Son zamanlarda Lale Devri konusuna daldım feci halde. Soğuk kış gecelerinde helva sohbetlerini ya da Nedim'in de geldiği bir sadabat akşamını yaşamış olmayı çok isterdim..

Böyle işte..

Sigara? #11

Seni üzmek için gelmedim...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Aradım Aradım Bulamadım #7

Merhabalar, sevgili okuyuclarım ve canımın içi arayıcılarım. Google'ın şahları, parelerim benim. Efenim Google analytics Ağustos ayı raporuyla karışınızdayım. Buyrunuz;

bihterin Kazağı, Bihter Gömlekleri, bihterin Gömlekleri: Canımsınız. bihterin gömleği konulu epeyce bir arama var bu ay da. Bu konuda tek tahrik olma potansiyeli olan kişi olmadığım için pek mutluyum.

"Bir anlık hevesini bir anlık heyecan": Sevgili arayıcım tırnak içinde aratmışsın, yanlış anlaşılan şarkı sözlerine örnek sunmuşsun lakin google da artık sizi tanıyor ve seni doğru yere ulaştırmış olmalı. büyük ihtimalle on süperstar şarkısı postuma ulaştın ve aradığın şarkıyı da buldun. Yalnız şarkının o kısmı "bir anlık heves için, bir anlık heyecanla" diye ilerliyor. Sadece netlik kazandırayım dedim. böyle çok, bir anlık hevesine sokayım dermiş gibi olmuş çünkü.

24 temmuz 1997 burcu: Çok ofsayt bir postuma ulaşmışsın. Yalnız son aylarda aramalarda, burçların (en azından bilinen on iki burcun) yıldan yıla tarih değiştirdiğine dair inancı olan epeyce insan olduğu ortaya çıktı. Uzakdoğu burçlarını aramadığınız da besbelli. Neden böyle yapıyorsunuz ki? 24 Temmuz her yıl aslan burcudur sevgili arayıcım.

300 spartalıdaki sikiş sahnesi: Son derece epik olduğu söyleniyor. Yoksa film mi öyleydi. Hay allah Jeff gibi film izliyorsunuz sanırım Coupling'ten. Piano filmini nasıl izlediğini anlatmıştı da evde kanımız donmuştu.

aksiyon konulu seks filmleri: Buradaki aramayı çözebildiğimi söyleyemem. Aksiyon konulu seks filmi izlemeyi neden ister ki bir insan? Daha da önemlisi aksiyon konulu seks filmi nedir lan? Lisedeyken bir Vortex diye film izlemiştik arkadaşlarla. bilimkurgu pornoydu. Öyle bir şey mi acaba? Jason Bourne temalı bir porno film düşünemiyorum :)

Becertiyorum Kendimi: Aferin sana. Benim blogumda yapıyorsan ben niye bunun hiç parçası olmadım yahu. ben de istiyorum.

ben çok aradım aradım bulamadım: Neyi aradığını bilirsen sorunun çözülür diye umut ediyorum sevgili arayıcı ruhlu ziyaretçim.

bihter yeni bölüm gerideyken behlülle: Anam bunu hiç anlamadım.

cek noris: Sen şahane bir insansın. Öpüyorum.

dünya feneri seviyor yarramı ye fener: dklşflşkadsfks klsalşkdfklşdsfklskl salşkfklsad

en çok dinlediğim şarkılar: bunu sen bilmiyorsan google nasıl bilsin ey arayıcım.

erhan güleryüz neden siyah gözlük kullanır: Çünkü eşşeğin sikinden dolayı.

facebooka yahoo adresimle üye olmuştum giriş yapamıyorum: Kıyamam.

gossip girl'ün başlangıç sözleri who am i? : That's a secret i never tell. you know you love me. XOXO Gossip girl!

ilk 20 orospu: Bunun sıralaması olduğuna inanıyor musun gerçekten? Neye göre belirlenmiş çok merak ettim ben şimdi.

japonu götünden sikenin sex videosu: Oeh! bundan yüzlerce var. Biraz daha daraltman lazım aramanı canım arayıcım. Ayrıca çok sert bir arama olmuş. "Sik götünden" kaydındaki sertliği hissettim burada ben. Sertlik derken dsklşfklşasdfklşaslş

kullanıcım porno izlemek istiyorum: Büyük bir gelişme kaydetmişsin.

MAlbuş ne demek: Marlboro'nun öğrenciler arasındaki lakabı.

michael scofield a sochaux: İkisi arasında kurabildiğin bağlantıyı bana da anlat lütfen.

na nanına nanına nakaratlı bişey şarkı: nefis bir şarkı arama örneği. Şimdi melodiyi mi kastediyorun yoksa o naninalar sözler mi bilemedim zira Bendeniz hanımkızımızın Na Ni Na ismine bir parçası da var. Fakat onu aramıyorsan da bu nanınalar melodiyse şunu blmelisin ki okuyan hiç bir şey anlamıyor bu nanına şeklinde yazımdan.

ranini blog sanem çelik: Sevgili ranini blogunun televizyon ile ilgili kısmına yazmaya son verdi. O nedenle ilgili yazılara ulaşabilmen pek mümkün görünmüyor.

simbiyoz blair waldorf: Simbiyoz yaşam biyoloji konusu değil miydi yahu. blair kiminle simbiyoz alışverişe girer ki. O bir mutlak kazanandır.

sitcom yazıldıktan sonra ne olur: İftarda afiyetle yenir.

soyun orospu: lkdsafklşsdlş lkşdflşsdfkl slad flşksdfaklsş. Bir türk filmi arıyorsun galiba.

trt te de 10 günün yabancı diziler: Türkçeyi onlar öğretmedi sana umut ediyorum ki...

yalın heyecanını kaybetmiş: Nee dudaaandan mı öpmüüüş?

yalın heyecanını kaybetmiştir: One minute! One minute! Yalın benim için artık bitmiştir gibi çok sert olmuş bu araman. Bu da böyle biline deseydin tam olurdu.

yeter artık bedava porno izlemek istiyorum: Canımsın! Feryat figan yapmana luzum yok lütfen biraz daha adamakıllı araştırma ile böyle siteler bulabilirsin.

Şarkı keşfettim: Patent enstitüsüne kaydettir hemen.

Öpüyorum hepinizi.

5 Eylül 2009 Cumartesi

On James Bond Şarkısı

Merhabalar efenim. haftasonuna girip yazdan çıkmamız gerektiğini de bize hatırlatan bir eylül cumartesisinden iyi gnüler diliyorum. bu günkü konumuz on şarkı serisine dahil olarak hazırladığım nacizane on adet James bond filmi şarkısı. Bilirsiniz James bond kendi içinde bir kültürdür. Silahlı açılışından, içtiği içkinin hazırlanışına, bond kızlarına kadar. O kültürün önemli bir parçası da filmlerin açlış kısmına eşlik eden ve genellikle filmle aynı ismi taşıyan, tadından yenmez parçalardır. İşte bugün bu konuda kendi listemi yazacağım High Fidelity'deki john cusack edalarında. gerçeği söylemek gerekirse on şarkıya düşürmek çok zor oldu. özellikle içim kıyılarak elediğim son üç şarkı için üzüldüm. bunların da adını anmak istiyorum başlamadan, Chris Cornell - you Know My Name, Sheryl Crowe - Tomorrow never Dies, Louis Armstrong - We Have All The Time in The World, son elediğim parçalardı üzülerek. Neyse efenim öncelikle yarışma dışı olarak James Bond serilerinin ünlü müziğini koyalım. The Monty Norman Orchestra yapımı bu klasik müziği duymadan bir bond filmi izlenemez. The Monty Norman Orchestra hüzzam makamından söylüyor James Bond Theme;



Ve Listeye geçelim.

10- Moonraker: James bond rolünde Roger Moore'u izlediğimiz ve gelmiş geçmiş en kötü Bond filmlerinden biri olan moonraker'ın şarkısı ise aksi biçimde en iyilerden biridir. Shirley Bassey, seslendirdiği üç Bond şarkısıyla da listeye girdi. onlardan biri de Moonraker. 11. bond filminin açılış şarkısını Mahurbuselik makamından Shirley Bassey seslendiriyor. "where are you, why do you hide.." Moonraker.


9- You Only Live Twice: Sean Connery'i bond rolünde izlediğimiz bu filmde, James bond fake bir olayla ölür ve çok gizli görevine başlayarak üçüncü dünya savaşının başlamasını engellemeye çalışır. Uzakdoğulu güzellerin bond kzı olduğu bu filmin açılış parçası da epeyce etkileyicidir. Nancy Sinatra bu parçayı seslendirerek bizleri yine damardan vurur. Sultanihüzzam makamından Nancy sinatra seslendiriyor; "you only live twice or so it seems, one life for yourself and one for your dreams."


8- Diamonds Are Forever: Shirley Bassey'in listeye giren ikinci parçası. O günlerden günümüze bazı kadınların mottosu olagelmiş "diamonds are forever a girl's best friend" laflarının kaynağı ve aynı isimli yine en gudik James bond filmine ait parça. Nedense Gudik Bond filmlerinin şarkıları çok güzel olmuş. Shirley Bassey Acemaşiran makamından söylüyor
"diamonds are forever,
they are all i need to please me,
they can stimulate and tease me,
they won't leave in the night,
i've no fear that they might desert me."


7- Never Say Never Again: Filmde Sean connery Bond rolüne geri dönmüştür lakin bond filmi olarak ciddiye alınmaz zira Thunderball'ın yeniden çevrimidir. Lani Hall Bestenigar makamından seslendiriyor "Never say never again.."


6- A View To A kill: Bazılarına göre en kötü Duran Duran parçası bazılarına göre ise en iyi. bunun bir ortası yok. Aynı isimli bond filmi için yaplan bu parça müzikal anlamda kötü iyi tartışmaları bir yana listelerde uzun süre zirvede kalan tek Bond parçasıdır. Ben bu şarkıyı sevenlerin tarafındayım ki listeye altı numaradan aldım..Duran Duran Gerdaniye makamından seslendiriyor efenim
"meeting you with a view to a kill
face to faces, secret places, feel the chill"


5- Nobody Does it Better: Efenim geldik ilk beşe. Şunu baştan söyleyeyim ki bu beş şarkıyı beğenememek gibi bir şeyi kati surette kabul eylemiyorum. Neye efenim yine üstte değindiğim gibi, çok ama çok kötü bir Bond filmine mükemmel bir parça serisinden bir başka örnek bu da. The Spy Who Loved me'nin açılışında dinlediğimiz Carly Simon imzalı bu eser kesinlikle muazzam bir parça. Filmin açılışının dışında kesinlikle hiç bir şeyi güzel değildir. ama o açılış ve mükemmel parça...Carly Simon Ferahnak makamından seslendiriyor;
"nobody does it better
makes me feel sad for the rest
nobody does it half as good as you
baby you're the best"


4- Goldeneye: Efenim geldik dört numaraya. İçinde gold kelimesi geçen bond filmleri hem güzel hem de açılış şarkıları da güzel oluyor. Olmuş. Onlardan biri, yanılmıyorsam listeye giren en yakın tarihli bond filmi de olan Goldeneye isimli parça. Film için de derin görüş ayrılıkları var. Bazılarına göre ortalamanın epey üzerinde bir Bond filmiyken bazılarına göre ise oldukça kötü. ben ortalamanın üzerinde olduğunu düşünüyorum Goldeneye'ın. Pierce Brosnan'ın da bond olarak yer aldığı en iyi film bu bence. Öte yandan elbette ki açılış şarkısında tina turner'ın divalaşmasını da unutmamalıyız. Tina Turner Goldeneye şarkısına, kendine tekrar tekrar hayran bırakarak hayat vermiş. Ayrca en başarılı açılış jeneriği de bu filmdedir bence. Tina Turner Dügah makanımdan seslendiriyor;
"see reflections on the water
more than darkness in the depths
see him surface and never a shadow
on the wind i feel his breath"



3- Goldfinger: film olarak bir çok kişiye göre gelmiş geçmiş en iyi James bond filmidir Goldfinger. Ben de benzer görüşteyim. Belki en iyi diyemeyebiliriz ama kesinlikle ilk üçtedir. Müzik ve açılış olarak Shirley Bassey hanımefendiyi tekrar sahneye alacağız. Bence en başarılı Bond şarkılarından biridir Goldfinger. Kadınları altına bulayıp öldüren, son derece zengin Goldfinger'ın haince planlarını yok etmek için görevinin başına geçen 007'yi zevkli bir macera bekler bu filmde. Özellikle tamamı hatunlardan oluşan Goldfinger uçuş filosu insanın ağzının suyunu akıtır. Ayrıca "Neden Sean Connery en iyi Bond" sorusunun cevabı da sadece bu filmi izleyerek verilebilir. Shirley Bassey Nevabuselik makamından seslendiriyor;
"goldfinger, he's the man, the man with the midas touch
a spider's touch
such a cold finger beckons you to enter his web of sin
but don't go in"

2- The Man with The Golden Gun: Ian flemings'in kitaplarından uyarlanan son bond filmi yamulmuyorsam. Ayrıca bu filmde Bond olarak Roger Moore'u görmeye başlarız. Soundtrack'i bir çok Bond filmi gibi şahanedir lakin Lula isimli hanımkızımızın seslendirdiği aynı isimli açılış parçası kendini daha ilk dinleyişte belli eder. Gelmiş geçmiş en iyi Bond şarkılarından biridir. Lula karcığar makamından söylüyor;
"he has a powerful weapon
he charges a million a shot
an assassin that's second to none
the man with the golden gun"

1- Thunderball: E efenim açık arayla en iyi açılış şarkısı budur bence James bond filmlerinde. Müzikal anlamda çok çok ama çok üstündür. Tom Jones harikalar yaratmıştır. yıllar geçse de tekrar tekrar dinlenir gece gündüz.. Tom jones nihavend makamından seslendiriyor;
"he always runs while others walk
he acts while other men just talk.
he looks at this world, and wants it all,
so he strikes, like thunderball."


Son olarak Trt 4 spikerlerine sevgiler göndererek iyi günler diliyorum efenim..

3 Eylül 2009 Perşembe

Yeni Sezona Doğru

Merhabalar efenim. Bu yıl da sezona başlamadan az evvel kısa bir kişisel değerlendirme yapmak istiyorum izlediğim dizilere dair. Bugünlerde pek fazla yazamadığım için biraz geç bir değerlendirme olacak sanırım. Sezon yerli kanallarda açıldı, Amerika’da da açıldı açılacak. Sırayla yazayım düşüncelerimi;

How I Met Your Mother

Elbette, mutlak suretle ilk sırayı yine canım ciğerim How Met Your Mother’ım alıyor. Yeni sezonu 21 Eylül’de açıyor. Bu açılış törenle tüm yurtta ve yavru vatanda coşkuyla kutlanacak elbette. Geçtiğimiz sezon, Ted için ilk başta, Himym izleyicisinin bir türlü ısınamadığı Stella ile olan ilişkisiyle açıldı. Evlenme günü Stella Ted’i terk edip eski eşine dönerken akabinde Ted yine ufak bir bocalama süreci geçirdi. Sonraki bölümlerde Ted’in hayatında önceliğini iş mevzusunun alığı döneme girik. Bu diziyi neden bu kadar sevdiğimi görmem için başka bir nedendi aslında bu. İlk sezonda daha çok ilişkiler üzerine yoğunlaşırken, benim hayatımda da ilişkiler önemli yer tutuyordu. Sonraları hayat mücaelesi, para kazanma uğraşları derken yaşam sıkıntılarıyla örülü bir yılımla dizinin dördüncü ezonu da ana karakterin bu mevzularda bocalamasıyla geçti. İşte bu, diziyi gözüme açık ara birinci konumundan eşsiz birinciliğe yükselten başka bir nedendi. Sezonun sonunda Ted’in, Üniversiteye hoca olmasıyla kendimizi bambaşka bir hikayede bulacağımızın sinyalleri verildi. Bu sezon anne ile tanışabiliriz belki nihayet. En fazla bir sezonu daha kaldı çünkü dizinin. Anne için daha önce verilen referanslara bakarsak, dördüncü sezonda Ted, müstakbel anneyi numarasını alır almaz aradığını beyan etmişti. Anne Ted’in üniversitedeki öğrencilerinden biri olacak. St. Patrick’s Day referansı da unutulmamalı. Ayrıca büyük ihtimalle Ted’in ilk sezonda tarif ettiği ideal kadın modeli ile de benzerlikler taşıyacak. Bu tarifin içinde neler vardı denirse, sevdiği yemek lazanya olacak, Times bulmacalarını çözmeyi sevecek, favori kitabı kolera Günlerinde Aşk olacak, elbette Pablo Neruda’yı sevecek, büyük ama büyük ihtimalle e Star Wars hayranı olacak. İki yıl önceki St. Patrick’s day etkinliğinde mevzubahis bara gitmiş olacak. Evet bu kriterlere yakın kaınları büyüteç altına alacağız yeni sezonda anne aylığı için. Ayrıca iki senedir Victoria’nın bu diziye bir şekilde dönmesini bekliyorum lakin önemedi bir türlü. En son “Ted Mosby is Not A Jerk” sitesini kurduğunu biliyoruz kendisinin.

Öte yandan Barney – Robin ilişkisi de muhtemelen yeni sezonda netlik kazanacak. Geçen sezonda toplanıp o çok pahalı viskiyi içerlerken “bir yıl sonra” referansıyla ikisini gayet yakın görmüştük birbirlerine. İkisi de birbirlerine uygun çiftler bence de. Zaten daha ilk ezonda beraber çıktıkları akşamda bunu içten içe fark etmiştik. Fakat bu birlikteliğin netliği en erken sezon ortasını bulabilir gibi geliyor.

Marshall ve Lilly için ise bu sezon muhtemel çocuk yapma kararıyla geçebilir. Elbette ki özellikle işle ilgili durumlar ikisinin de hayatının önemli bir parçası olacaktır. Bakalım neler olacak.

Yeni sezonunu merakla bekliyorum canım ciğerim dizimin.

It’s Always Sunny in Philadelphia


Geçen sezon yaz tatilinde The Big Bang Theory’i keşfetmiştim. Bu yaz da, bu şahane diziyi keşfettim. Kendisini sert “Friends” olarak tanımlayan bu dizi gerçekten izlenmeye değer bir yapım. Yarma garantili mizah anlayışı ve öüller verilirken neden atlandığına epeyce şaşırdığım yaran performansıyla Danny de vito da var. Yeni sezonda şahane konularla “day maan, fighter of the night maan, champion of the suun. You re the master of karate..and friendship for everyone” derken “Wildcaaard Bitcheees” diye kopacağız. Diyaloglardan konuya, işlenişe kadar yarma garantili bu diziyi keşfettiğime gerçekten çok sevindim. Yeni sezonda da gülmekten katılırken sandalyelerden düşeceğiz yine muhtemelen.



The Big Bang Theory

İkinci sezonun sonunda üç aylık tatil için kuzey kutbuna giden ekibin bu maceralarından notlar ile yeni sezona başlayacağız muhtemelen. Açıkçası ikinci sezonuna, ilk sezonu kadar gülmemiştim dizinin. Sheldon Cooper her ne kadar son derece orijinal bir karakter olsa da ikinci sezonun ilk yarısında dizi neredeyse onun üzerinde döndü ve sıkmaya başladı biraz. Lakin sezonun ikinci yarısında kendini toplamayı başardı. Sheldon’ın Alicia’ya binaya giriş için yaptığı test ve, kendisine çizgi romanın “mind blowing” olduğunu söyleyen arkadaşına misillemesine halen gülerim. Bakalım yeni sezonda neler olacak. Shelon’ı dozunda tutarsalar kahkahalı günler bizi bekliyor gibi.

Gossip Girl

Bir kere başlayınca bırakılamayan çekirdek gibi ve daha da ötesi çekirdek yiyerek izlenmesi elzem olan bu teenage dizinin yeni sezonunda neler olacak apayrı bir merak konusu. En son gençlerimiz liseyi bitirdiler. Goodbye Gosip Girl bile dendi. Aslında Dawson’s Creek’in lise sonrası yaşamla devam ederek sıçıp batırması gibi kötü bir örnek varken, lise sonrasında devam etmeli mi diye soru işaretleri de yok değil. Dizinin üçüncü sezonu tam bir kapalı kutu. İçinden çıkacka şey rezil de edebilir vezir de.

Damages

Glenn Close’un gün geçtikçe efsaneleşen performansıyla iyiden iyiye havalara giren Damages üçüncü sezonda aynı kurgusunu sürdürecek gibi görünüyor. Baştan bir final kısmı verip, olayların o noktaya gelişini adım adım izleyeceğiz yine büyük ihtimalle. İlk sezon için, orijinal ve ilgi çeken bir teknikti. İkinci sezon biraz alışkanlık oldu herhalde ve o kadar da vurucu gelmedi bana. Üçüncü sezonda Ellen Parsons, Patty hewes tangosu yine nefes kesecek gibi ama kurgu artık iyice alışılmış ve adım adım sıradanlaşmaya doğru gidiyor. Buna bir şeyler yapılabilir.

Lost ve It Crowd hakkında konuşmak için ise henüz erken. Bekleyelim e görelim bakalım.

30 Ağustos 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

bu şarkıyı hatırlayan kişi gözümde jedi seviyesindedir. klibini de hatırlıyorsa o bir jedi masterdır. Yok hiç kimse hatırlamıyorsa ağzımdan telaş ile "i sense a disturbance in the force" sözcükleri dökülür.. Günaydınlar efenim..

28 Ağustos 2009 Cuma

Ramazan Ayı Reklamı Yapaylığı

Malumunuz ramazan ayı geldi. Neree o eski ramazanlar temalı sohbetler de 11 ay dinlendikten sonra kılıfından çıktı. elbette ki her ramazan döneminde olduğu gibi yerli reklam piyasası da hareketlendi. Bir çok reklam bana göre epeyce berbat bu sene. yani en son, kent firmasının bayram için yaptığı huzurevi sömürüsü temalı reklamlarından bu denli tiksinti duymuştum. Bu sene ise hem ramazan ile ilgili hem de sadece bu döneme rastlamasıyla dikkatimi çeken bazı reklamalar oldu.

Herkes bu Ay Farklı Davranıyor Komnulu Reklam: Şimdi firmanın adını unuttum fakat büyük ihtimalle kola markalarından birinin reklamı. Elbette ki pepsi değil. Daha o kadar iğrençleşemedi diğer reklamlar. Pepppppsiii yaşşşaaatır seni şeklindeki Seda Sayan olosuyla Burger king'ten bile adamı soğutabilecek reklamlarıyla pepsi alanında en kötü reklam yapan olarak zirvedeki yerini uzun süre kaptırmaz bence. neyse efenim mevzuya geri dönersek, bu reklamda bir çocuğun gözüyle ramazan ayında ailenin bireylerinin davranışlarının nasıl değiştiğini görüyoruz. Örneğin babası araba kullanırken korna çalmıyor. Televizyonda yayınlanamayan şeklinde ise "sana ehliyeti verenin anasını sikeyim" diye bağırıp çağırmıyor. böyle bir iyi bir iyi ki istanbul trafiği fizana kadar uzansa hoşgörülü oluyor. Diğer 11 ayda ise bu davranışlar hak getire. bebeğin abisi olan evin büyük çocuğu ise, etrafındakilere yardım ediyor. mesela reklam filminde marketten çıkan iki adet tonton teyze ve amcanın poşetlerini arablarına koyuyor. sizi bilmem ama marketten onca poşetle çıktığımda biri yardım edeyim mi diye koşa koşa gelse hırsız veya dolandırıcı sanırım. Evet yaşadığımız yer işte bu kadar güvensiz ki öngörü bu şekilde olabiliyor. Peki bu bebeğin abisi diğer 11 ayda bu davranışlarını devam ettiriyor mu? Bebeğimiz şaşırdığına göre hayır. Şimdi yazdığım cümleyi yazıp yazıp sildim..Sadece yazık deyip geçiyorum. Son olarak bebeğimiz sahura kalkıyor. Yahu tamam aile üyeleri sahur için kalkıyorlar da bebği niye kaldırıyorsunuz ey ahali. "güneşin doğuşunu izlemek için herhalde!!"

Nerede Kaldın Ramazan: Geniş ailedeki mürsel olsaydı sözü edilen ramazan ismindeki çocuk "yürü git lan, hop beş dakka kala pide almaya gönderiyorsunuz. hop koştura koştura yetişecem diye kendimi parçalıyorum. Sağol diyeceğine, hoop nerede kaldın ramazan. yürü git lan" derdi herhalde. Ayrıca o yükseklikten top atmak tehlikeli olabilir. benden söylemesi. Bir de sütaşın çabasını biraz nafile görüyorum. İftarda ayran genelde sadece börek arsa içilir ki uzun süredir de iftar sofralarında böreğin yanına genelde çay ikram ediliyor.

Çok fazla reklam ve tv izleyemeiğim için ramazan ile ilgili gözüme çarpan ve kendindne bir anda tiksindiren reklamalar şimdilik bunlar. İki reklamın da kahramanının çocuk olması ise bu tür duygularda çocuk kartının pek de seviyeli olmayan biçimde vıcık vıcık kullanımı gibi geliyor bana.

Tabi iyi bulduğum ramazan reklamı da var. McDonalds'ın masa birleştirme temalı reklamını beğendim mesela. Peppppsssiii yaşatsın onları. burger King'ten ayrılsın. ben ki her daim Coca Cola'ya karşı Pepsi tarafında olmuş biri olarak bile soğudum Pepsi'den.

Çalışan Annenin Baş Yardımcısı: Senin ben kafana sıçayım. bu nasıl bir şarkıdır lan? Hayır dilime de dolandı arkadaş. bu açıdan başarılı diyebiliriz Pınar köfte reklamı için. ee efenim ne der siz Boğaziçi'liler, catchy bir şarkı. bir kere şokta dondurulmuş köfte annemin köftesi gibi olsun köfte yemeyi bırakırım ben. Ki feci bir köfte hayranıyımdır. Sırf köfte yemek için şehirlerarası ziyaret yaptığım olmuştur. Böyle de gurme tarafım var. yirim. De arkadaş, kimi sikiyosunuz lan anne köftesi gibi diyerek. bu anne yemeği kartı da çok kötü bir yöntem ya. Hanımeller yapmıştı bir ara. Hayır hanımelleri o vakte kadar yerdim severdim ama reklamdan sonra baktım hiç de annemin kurabiyesi gibi değil. Almadım bir daha o günden beri. Bırak işte kardeşim seni ben kabullenmişim, kafamda bir yere oturtmuşum lezzetini. Annemin yemekleriyle sidik yarıştırma sevdası nereden geliyor? Bir de bu köfte reklamı ile olarka şunu söylemek isterim. Bu tür dondurulmuş gıdaların en büyük müşterisi çalışan anneler falan değildir. Şehir dışında okuyan öğrenciler ve öğrenci evleridir. Hayatımdaki en yoğun donurulmuş gıdayı öğrencilik vakitlerimde yedim ben ki çevremdeki herkes de o tarz besleniyordu. Erkek öğrenciler tabi ağırlıklı olarak. buna dair bir reklam yapın bence daha iyi olur.

Cappy'den Mis gibi Annem Yapmış Gibi: Kardeşim, nedir annemle alıp veremediğiniz lan? Çekin ellerinizi annemin yaptıkları yiyeceklerden. bir de bu şarkı Felicita değil mi yahu? Bana mı öyle geliyor yoksa? Hayır tadı da bir şeye benzese. Limonata demeye bin şahit. bırak annemi falan, bim bile kendi limonatasını yapsa daha güzel olur lan tadı. uludağ limonatayı ilk çıkardığında, istisnasız her arkadaşımın "şerefsizim benim aklıma geldiydi" biçiminde takılmasından da bıkmış biri olarak da konuşmak istiyorum ayrıca. kardeşim görüyorum ki herkesin aklına gelmiş limonata çıkarma fikri. Cinfikirli milletiz vesselam. Daha önce limonata çıkarmayı düşünmediğini söyleyen birine rastlamadım ben uludağ limonata çıkıp tuttuktan sonra.

3g reklamlarının iğrençliğine ise değinmeyeceğim. Issız adam kadrosu komple 3g reklamlarında çalışıyor artık. kadrolu, ssklı falan.

Son olarak elbette beğendiğim reklamlardan da bahsedeyim. Razamn ay için uludağ Limonata reklamını beğendim. Klasik uludağ limonata şarkısını alaturka melodiye bürümek ve şarkıyı değiştirmemek isabetli bir karar olurken 32 kısım çocuk, bebek, anne, dede sömürüsüne gitmeden de yapmışlar reklamı.

Fakat son dönemlerde en beğendiğim reklamlar Bank Asya Birinci Lig reklamalrıdır. geçen sene de gayet iyiydi Bank Asya birinci lig reklamları fakat bu sene mükemmel olmuşlar. Oldukça kısa spotlar halinde üç dört tanesine rastladım. Anlatılmak isteneni bu kadar kısa sürede bu kadar başarıyla veren ve ligin niteliğini ortaya koyan şahane bir reklam. Ders olarka okutulabilir. Son dönem yerli reklamcıların en iyi işi bence bu reklamlar.

Neyse canlar epeyce uzun bir yazı oldu. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim ve esenlikler diliyorum. Pepppsi yaşattsın siziii hadi iyi geceler.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Ödül

Merhabalar efendim. Bir süredir yazmıyordum. Bir süre daha yazmamayı eya nadiren yazmayı düşünüyorum. Bu esnada segili S beni hatırlayıp bir ödül ermiş şahsıma. ödülün ismi kreative blogger. Neden creative ya da kreatif değil de kreativ onu bilemedim ama öncelikle bu ödülü gönereceğim yedi kişiseçmem gerekmekte. hemen seçeyim;

* Yakın zamanda Atina'da bir konsere çılgın atarken görmek istediğim Marika
* Ama bulut bu demek istediğim B.
* her daim severek okuduğum renklikalem ve onun pek şahane müzik blogu.
* İçimden geldiği gibinin renkli bilgilerle dolu blogu
* Ödülü gönderen olmasına rağmen, S. (recursive bir şeye doğru gider bu. Laf açılmışken recursie fonksiyon yazmak programlama dilinde en sevdiğim hadiselerden biridir.)
* pek güzel şiirlerden seçmeleriyle deep sound
* Elbette os. S ona ödül göndermişti ama ben de gönderiyorum :) Hem penaltı hem gol ulan!

İkinci olarak kendimiz hakkında yedi ilginç şey yazmamız istenmiş.

1- Maydonoz yiyemediğimi biliyor muydunuz?

2- Zaman zaman kafama göre televizyon yayın akışlarını düzenlediğimi biliyor muydunuz?

3- Bir duygunun müziksiz eksik kaldığını düşündüğümden her haleti ruhiyeme göre mutlak müzik dinlediğimi biliyor muydunuz?

4- Lahana'ya bayıldığımı bilin artık 10 kere yazdım buraya :)

5- Yolculuk etmeyi çok sevdiğimi biliyor muydunuz?

6- telefonla iki üç dakikadan fazla konuşamadığımı biliyor muydunuz? Sevdiceklerimle bile konuşma rekorum maksimum altı dakikadır.

7- 7 Aralık tarihinin bir tür dönüm noktası olabileceğini düşündüğümü biliyor muydunuz?

yaa yaa işte böyle

11 Ağustos 2009 Salı

Umutsuz Final...

Gunes acmis
Gokyuzu piril piril
Bahar geldi diyenlerle
Yolum ayrildi benim

Karanlik coktu gozlerimin perdesine
Sagim solum sizliyor
Kan agliyor kanimin her damlasi
Ben agliyorum kendimi
Gozlerimden dusuyorum
Havayi karanlik goruyorum
Kemanlar taksim geciyor nefesimle
Ve defalarca oluyorum
Her soluk alis veriste


Sevmek ne guzel
Ne guzel kalbin
Fonda dogac atmasi diyenlere
Sozum kalmadi benim

Basiretim adak agaclarina baglandi ....!
Sorularimin
Soru isaretlerini zincir yaptim
Verilen sozlerin dagina tirmaniyorum
Bu kadar kolaymiydi diyorum
Peki kolay nedir diye soruyorum kendime
Zoru icimde buyuttugumdendir
Kolaylar kolayliktan cikmis diyorum

Gokten dusen elmanin
Iki yarisini ayri dusunemem
Diyenlerle
Isim kalmadi benim

Kalbim oteki yarisindan ayrilmis
Kor sokaklarda esini ariyor
Mantigim hayretime guluyor
Ve icim kendime guvenmiyor artik....!
Ben bunu bilir bunu soylerim
Zaman sarap gibi akiverirken
Cocugunmus gibi oluveriyor sevdigin
Ve ayrilik vakti gelince
Daha da cok koyar adama derim ...!

Yalanlar aleminde
Tanimadigim nemli gozlere
Verecek umudum kalmadi benim .....!

Gurcan Yurt

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Oymuş diyorum, zavallı şairin görüp göreceği....

küçüktüm, küçücüktüm,
oltayı attım denize;
bir üşüşüverdi balıklar,
denizi gördüm.

bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
kuyruğu ebemkuşağı renginde;
bir salıverdim gökyüzüne;
gökyüzünü gördüm.

büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
para kazanmak gerekti;
girdim insanların içine,
insanları gördüm.

ne yardan geçerim, ne serden;
ne denizden, ne gökyüzünden ama...
bırakmıyor son gördüğüm,
bırakmıyor geçim derdi...

oymuş, diyorum, zavallı şairin
görüp göreceği.

9 Ağustos 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

well you may not be beautiful
but it's not for me to judge
i don't know if you're beautiful
because i love you too much...

Günaydın..

7 Ağustos 2009 Cuma

On Süperstar Şarkısı



Merhabalar efendim. On şarkı serisine Süperstarımız Ajda Pekkan ile devam ediyorum. Gerçekten bu kez on şarkıyı seçmek için bir güne yakın uğraştığımı söylemek isterim. Her on şarkı yazımdan önce olduğu gibi burada da belirtmek isterim ki, koyduğum on parça tamamen kişisel bir tercihtir. En iyi şarkılar bunlardır gibi bir iddiası yoktur. Benim kişisel geçmişime yaptıkları etki ile değerlendirilmişlerdir. Evet gerekli açıklamayı yaptıktan sonra, buyrunuz efenim on Ajda Pekkan şarkısını sıralamaya;

10- Mihrabım Diyerek: Bu ünlü sanat müziği eserini, gerçekten bu dalda usta isimler başarıyla seslendirdiler. Ajda Pekkan da biraz daha farklı söylemiş aslında. Tam bir sanat müziği diyemeyiz Ajda Pekkan’ın söylediği versiyonuna ama şarkıya o kadar yakışmış ki, tekrar tekrar dinlemeden durulamıyor.. Zaten şarkının bulunduğu 1981 tarihli Felek albümünü baştan sona boğaza karşı dinleyebilirsiniz..İstanbul’da bir Boğaziçi akşamının huzurunu her şeyiyle ortaya koyan bir albümdür.. bu liste de o albümden üç şarkı var.. birisi de bu..Buyrunuz efenim, işte Mihrabım Diyerek isimli klasik parça..



9-) Yazık Olur: Ajda Pekkan’ın en sevdiğim parçalarından biri..Süperstar bu şarkıyı o kadar hissederek okumuş ki, o yüreğin parçalanışını fakat o parçalanmaya rağmen kabullenmenin zorunluluğunun bilinci tamamen gerçek biçimde kendine yer buluyor şarkıda.. Biten ilişki…Özlem, aşk..her şeye rağmen güçlü olma isteği..Ah bu şarkı adamı cayır cayır yakar..Yıkarsan yazık olur…gidersen yazık olur.. Belki de “böyle” bir aşka söylenebilecek en basit ama bir o kadar sehl-i mümteni ihtiva eden söz..”yazık olur” dur sadece..Yazık olur..



8- Duygularımın Bittiği Yerde: Ajda Pekkan’ın eski şarkılarının çoğunda olduğu gibi bu parçada da ılık bir akşam rüzgarının eşlik ettiği hissediliyor şarkıya.. Bir akşam rüzgarı eşliğinde, boğaziçinin şehr-i hüzününü sunan çok ama çok sevdiğim bir parça..



7- Oyalama Beni: Burak Yeter Remixi ile bu yaz tekrar moda olan bu parçanın eski ve orijinal versiyonu elbette ki çok daha güzeldir bence. Şarkının öyle bir duruşu var ki..”Bir anlık heves için..Bir anlık heyecanla” deyişindeki o hayat ve canlılık ifadesinin ajda pekkanın sesinden dünyaya yayılması için bile dinlenmeli sadece..



6- Oyun Etti gözlerin: Yine çok bilinmeyen fakat dinlendiğinde insanı alev alev yakıp yaşadığı dünyadan alıp götüren mükemmeliyetçi süperstarın, mükemmel parçalarından biri.. Şarkıda anlatılan “an”ın ötesinde – ki o an anlatılırken Ajda Pekkan hanımefendinin sesinin o anı resmen yaşadığını söylememe gerek yok sanırım- bir tür kendiyle hesaplaşma da var sanki şarkıda.. Hani derler ya “it’s complicated”.. o iç karmaşasının özellikle Ajda hanımın sesinde her şeyiyle var olduğu nefis bir parça..Bolca gözleri dolduran ve oyun ettiren…



5- Eğlen Güzelim: Eğer listede yeni parçalardan da bekleyenler varsa şunu söylemek isterim ki, listedeki en yakın çıkış tarihli parça bu.. Süperstar’ın şarkılarında gerçekten de bir Boğaziçi zarafeti var.. Bu parça da bunu hissettiriyor. Öte yandan, hayatta sıkışıp kalınmış hissedilen anlar varır. Yani evet benim hayatım bu kısır döngüye sıkıştı diye düşünülen anlar..Ama zaman geçtikçe hayat…akıp gider..Belki de çok çeşitli biçimde..Ama o vazgeçmişlik zamanları, insan düşmanlarına da boşverir. Yani uğraşmaz..Önemsemez..Belki de bu aslında onları en çok sinir edebilecek şeydir.. Bu şarkıda biraz bu his var ama umut da var..Ve biliyor ki, zamanı geldiğinde çok ama çok can yakacak o umut…



4- Dertliyim Arkadaş: Yaklaşık bir ay önce winampımın güzelliği sayesinde keşfettim bu şahaneyi…Yine saklanmış ve gizlenmiş gerçek bir hazine..Çok can yakan bir parça. Belki sözleri basit –ki bence kesinlikle değil ya da süperstar yine öyle okuyor ki dünyanın en vurucu sözlerindenmiş gibi geliyor.- ama o nağmeler ve ses, o Boğaziçi müziği…İşte budur..Ve lütfen şarkıyı dinlerken “bilseydim kalbimi sana vermezdim” ve “hani sen ellerin olmayacaktın” kısımlarını müthiş okuyuşuna dikkat edin Ajda hanımın..O nasıl bir nağmedir ve o nasıl bir sestir öyle..Sadece bu ses ve nağmenin mükemmel birlikteliği bile adamı bin kere hançerler..



3- Üç Kalp: Ajda Pekkan’ı bana sevdiren şarkılardan biri..İlginç tesadüflerle dolu aslında süperstarın şarkılarını tek tek keşfedişim..bir defa sanki sonu olmayan bir hazine gibi..İkincisi ne zaman tutulup bir şarkıyı defalarca dinlesem bir süre sonra coverları yapıldı..Yani bu sanki bir tür kozmik enerji gibi..Üç kalp i ajda hanımın altmışlardaki sesiyle keşfedip defalarca dinledikten sonra Hepsi grubu coverladı.. İkinci sıradaki şarkı, yakın zaman önce coverlandı..ilginç bir durum bence..Buraya, bulması çok ama çok zor bir kayıt olan orijinal kaydını koyacağım şarkının, Ajda hanımın sonradan yaptığı cover da değil. İlk söylediği kayıt..



2- Baksana Talihe: Yine coverlanan ama Ajda hanımın o adamın içini eriten tatlı sesinin yanına yaklaşamayan şekilde coverlanan bir parçada sıra. O mahmur ve şapşal aşık sesini süperstar kaydında yine kanlı canlı duyarken maalesef yapılan iki coverda da bu duyguya rastlayamadım ben seslerde.. İnsanı bıktırmayacak, hem gülümseten hem de içini eriten bu şarkıyı dinlemekten hiç bıkmıyorum.. Pazar sabahı playlistimde hep yer alır..



1- Gerçek ve Düş: Hani yazıda sıkça bahsettiğim Boğaziçi kavramı var ya..İşte en çok bu şarkıdadır..Zaten bir Boğaziçi akşamında geçer şarkı..Yorgun benliğime huzur veren bana göre en güzel süperstar parçası.. Bu şarkıyı dinlerken “bir rüzgar olup boğaziçinde esmemek” ne mümkün… Ne söylesem bilemiyorum bu parça için çünkü yerli müzik tarihinde çok ama çok nadir bulunan kıymetlerden biri..

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Ordan Burdan Hayatın İçinden

*Merhabalar efendim. Winamp yine bir güzellik yaptı ve bir kaç aydır dinlemediğim bir şarkıyı çıkardı karşıma geçen akşam. Şunu söyleyeyim öyle çok fazla rap müzik ile iç içe olan biri değilimdir ama sagopa kajmer ve ekibinin bazı eserlerini epeyce beğenirim. Yani biraz daha şark havasına dair yaptıkları şey. genel rap müziğin aksine bir şey bu. Yani eğer doğu dünyasında rap müzik yapılsa nasıl olurdu sorusunun cevabı. Ve bunu dünyanın başka bir yerinde göremezsiniz. bu yüzden güzel belki de. Kolera'nın söylediği şarkılardan birini koyacağım birazdan buraya. eğer klasik türk müziğini seviyorsanız veya aşinaysanız sample olarak kullanılan kürdi makamı, epeyce tanıdık gelecektir. Zekai Tunca'nın bestelediği Seni Aşksız Bırakmam şarkısı öyle güzel yedirilmiş ki bu parçaya sadece bu müziğin nakış nakış işlenmesi için bile dinlenebilir. Rapin arabeske teğet geçtiği noktalardan biri. İlginçtir arabesk müziğe dair bir nağme yoktur ne müzikte ne de okuyuşlarda. her ne kadar Kolera bu müzikal çalışmaın altında kalmış olsa da ses olarak, kendisinin yaptığı en iyi sololordan biri demek de yanlış olmaz. buyrunuz efenim "Sen Nasıl bir İnsansın" dinleyiniz. Ağlamak isteyip de 40 derecede gözleri yananlar özellikle...




*Şark kültürü dedim de, genelde dünyanın tamamında ama özellikle doğu kültürlerinde yedi sayısının önemi gerçekten çok büyük. Şimdi yediyi rakam olarak nitelemedim. Çünkü burada rakam anlamıyla kullanmadım. SAyı olarak 7. Örneğin, yedi düvel, mesela az önce şarkıda geçmiş gibi "yedi pınardan su toplarım". neden altı değil, sekiz değil yedi pınar. Ya da örneğin bir şeyin büyüklüğünü göstermek için de önüne bir sayı konulacaksa o büyüklüğü ima eder olarak yedi rakamı konulur. Yedi önemli bir sayıdır. Üstelik bir araştırmaya göre "aklından bir sayı tut" sorusu karşılığı en çok tutulan sayı da yedi imiş.

*Evde cam açık otururken aşağıdan sokaktan motorsiklet geçiyor bazen. Onu ben rüzgarın sesi sanıyorum. Böyle içeriye bir serinlik üflenecek diye beklerken hevesim kursağımda kalıyor. Motorsiklet sesiyle rüzgar sesini birbirine karıştıran tarihteki tek insanım sanırım.

*Geçenlerde merope oyunlarla ilgili iki post yaptı dibim düştü resmen. hele ki eskilerin tank 90 oyununa dair postunu görünce dellendim. Öyle canım çekti ki oyunu oynayabilecek bir yer buldum yoğun araştırmalardan sonra. buradan oynayabilirsiniz. ama 2 player veya construction moduna geçilmiyor maalesef. yine de hevesi bastırabiliyro azıcık.

*Bir de nette dolaşırken Robinson Crusoe ve Cuma'nın ilk on üç bölümünü buldum. Gürcan Yurt'un önceleri L-Manyakta çizdiği efsanevi çizgi seri. Özlemişim kerataları. Okudum ve yine yarıla yarıla güldüm okurken.

*Sezon açıldı ve tek tek yatan iddaa kuponlarımız piyasaya çıkmaya başladı. Hadi bakalım.

Herkese iyi günler diliyorum.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

16:30

İzafiyet teorisini doğrularcasına, geçmiş günlerden daha uzun bir gün idi geçirdiği. Önce vakit 16:30 olmamak için epeyce diretmiş, bu inadından vazgeçtiğinde ise hızlıca kayarak yol almış, neticesinde birazdan, karşıdan gördüğü ufak, salaş ama her zaman gittiği için kendinden, hayatından bir parça olarak kabul ettiği barın kapısına baktığı anda yeniden yavaşlamıştı. “Dursana durduğun yerde” diye hayıflandı zamana içinden. Zamanın elçisi olarak görevlendirildiğini hemen anlayan beyninin diğer tarafı, mesajını iletmekte gecikmedi; “Ben asla bir durduğum yerde yeniden bulunmam ki aptal!”. Bir yandan kendisine, bir yandan da elçiye kızmıştı. Bu kadar temele ineceğini düşünmüyordu zamanın. Verecek cevabı olmayınca bu basit kaçamak yanıta sığındığını düşündü. “sen hayatın boyunca benim bir ayki halim kadar hareketli olmad….” Kafasının içindeki elçiye, kafasının içinden “kes” işareti yaptı. “Anladık o kadarını.”

Aslında, zamanın kendisiyle birebir muhatap olmamıştı hiçbir zaman. Bugün 16:30 da bile. Son konuşmalarını yaptığını biliyordu, zaman elçisine “saat 16:30” telgrafını yazdırdığında. Karşısındaki kadını yüksek ihtimalle son defa görüyordu. Basit bir farkındalıktı ikisinin de takındığı, tertemiz beyazına, içerken hafifçe kahve damlatarak, bunun bir sürrealist resim olabileceğini düşündüğü masada otururken. Farkındalık öylesine basit ve temeldi ki; zamanın az önce ortaya koyduğu somut dinamikleriyle mecazi bir ithama karşılık vermesi bile daha grift sayılırdı. Son konuşmaları sevdiği söylenemezdi ama son konuşmanın da mutlaka olması gerektiğini savunurdu. “Bittiğini bilirsin ama bir de ondan duymak istersin” diye geçirdi içinden. Basit ve sadece karşılık onaylama idi, masadaki sürrealist resmin arka fonunda saklanan. Birkaç dakika içinde, ikisi de orada durmamak için zamanın hareketliliğini örnek alacaklar, farklı yönlere doğru harekete geçeceklerdi. Geçtiler de…

“Bu yaptığının Latince bir karşılığı vardı. Ad absurdum olması lazım” diye mesajı verdi elçiye zamana iletmesi için. Bu arada barın kapısından içeriye girerek, taburede kendisini bekleyen yakın dostunu gördü. İnancı o yöndeydi ki; bu gecede kendisine teselli vermek görevi ona aitti. “bunu da nereden çıkardın?” dedi zaman. Adam güldü. “Soruma cevap vermek yerine durumu gülünçleştirerek değersizleştirdin.” Dedi adam elçisine. Cevap gecikmemişti. “Sen hiç soru sormadın ki…” Adam şaşırdı. Besbelli böyle bir söz beklemiyordu. Sorduğunu düşünüyordu ama zaman yalan söylemezdi. Bu tartışmayı, sonra devam ettirmek üzere sonlandırdı ve kendisini bekleyen arkadaşının yanına oturdu. Meraklı gözlerin kendisini izlediğini fark edince “Bitti.” dedi sakince. Karşısındakinin eli omzuna uzandı. “Üzülme, zamanla bu da geçer” dedi. Kozmik bir çarpışmaya denk geldiğini düşünerek hafifçe gülümsedi adam. “biliyorum” dedi. “Biliyorum, ‘zamanla’ bu da geçer..”