31 Aralık 2008 Çarşamba

2008 2009 Falan Bir şeyler

2008'in bu son gününde her yılın son gününde olduğu gibi ne yapılacağı, ultra ekzantrik(en ekzantriği taksim de bir barda eller havaya yapmak olan) planlar konuşuluyor arkadaş çevresinde. Bir eğlence gecesine ben de davet edildim. yılın son gününden bir gün önce gelen bu davet, mandalinalarımı alıp evde dansöz ve okan bayülgen izleme planlarımı tehlikeye soktu.

İlk planlarım bu şekildeydi. Biraz mandalina, az buz alkol alıp sıcak evimde oturup Okan Bayülgen'in seksenler, doksanlar ve iki binler programını izlemek. Belki daha sonra "ulan herkes eğleniyor ben neden burada oturuyorum" da diyerek yeni yılın ilk saatinde, son derece depresif olup umutsuzluğunu bir erkeğin kollarında unutmak isteyecek olan güzel hanımefendilerin takıldığı bir yer bulup geceyi o naif hanımefendinin evinde geçirmek. Hiç de "vay pislik", "adi erkekler hepiniz dombilisiniz taocusunuz" demeyin kardeşim. bu bir "win win" durumu.

Neyse arkadaşlarımı kibarca reddedip orjinal planıma sadık kalmayı deneyeceğim. İşi bıraktıktan sonra, tamamen bir yere bağlı olmadan yalnız çalışıyor olmanın en güzel özelliği "yeni yıl çekilişi" gibi bir ileri zeka ürünü aktivitenin olmaması. Kime ne hediye alayım diye düşünmeden daha da kötüsü, sadece ama sadece zorunlu olduğum için hediye almak halindne uzaktayım bu yılbaşında. Bunu, 2008 de katettiğim önemli bir mesafe olarak görüyorum.

2008 in ilk yılları, neptün burcuma dik geldiğinden(daha bilimsel olsun diye şeyettim) zorlu geçti. Neyse ki Uranüs ile yaptığım açı bu zorluğun yıkıcı olmamasını ve yönetici gezegenim satürnün dayattığı sabır ve katlanabilme yeteneği sayesinde hasar almadan çıktım. Yalan...Fena halde yıpranmıştım yılın ikinci yarısında tlevizyonda işe başlarken aslında..

Artık sadece, sıradan şeyler istiyorum hayatımda. Ne "ben farklı olacagım" diye kasan arkadaşlar, ne Nuri Bilge Ceylan filmi seyretmek zorunda kalmak istemiyorum. Artık benim için, bir insanın kendisini diğerlerinden farklı görmesi soğukluk sebebi. Belki eşitlikçi bir hümanist anlayışın getirisi bilmiyorum fakat, hissedilen bir hissi ya da çekilen bir acıyı, "siz zaten anlamazsınız," diye ötekileştiren, ya da yaşadığı bir aşkın herkesin yaşayabildiği aşklardan farklı olduğunu düşünüp "ama bizim yaşadıklarımız çok farklıydııı" diyenleri etrafımda barındırmak istemiyorum.

2008'in en güzel şeylerinden biri "Avatar The Last Airbender"'dı benim için. Çok geç keşfettiğim için fena halde üzüldüm. Hayatımda gördüğüm en iyi diz ifinalinin bulunduğu, hayranlığımı hiç bir zaman gizlemediğim Toph Bei Fong karakterini barındıran bu güzel yapım, 2008'in ikinci yarısına damgasını vurdu benim açımdan. Elbette ki devam eden ve son derece hayatın içinden olduğunu düşündüğüm "how i met your mother", ikinci sezonun ilk bölümleriyle biraz teklese de son üç bölümde toparlamış görünen "the big bang theory", dördüncü sezonuyla üçüncü sezondaki hayal kırıklığını ortadan kaldıran "prison break", yılın ilk dönemine yine her yıl, ortaya çıktığı gibi ağırlığını koyan "Lost", bir tv dizisinde sanat nasıl yapılır sorusunun cevabı niteliğindeki "Mad Men" dikkatimi çekmiş diziler oldular. O değil de "Previously on Lost" repliğini duymayı ve zaman zaman da kendi kendime yolda yürürken bunu söylemeyi özledim. Yolu açmak gerek çünkü "Kral tahtına geri dönüyor..."

Oyh neyse sıkıldım yazmaktan. Gece yarısına doğru, daha depresif olmaya başladığımda devam edebilirim belki. Şimdilik herkese mutlu yıllar diliyorum.

28 Aralık 2008 Pazar

Pazar Menüsü

"...İnanıyorum uzaylılara
duymaliyim birilerinden
yildizlardan nasil
gorunurdu diye
mahallemizdeki yazlik
sinema ..."
Sunay AKIN - 62 Tavşanı şiirinden



27 Aralık 2008 Cumartesi

Sabahlar Ayazdır. (Genelde)


Sabah vakitleri soğuk olur. Bu soğuğa alışabilme sürecim ilkokulda başlar. Köyden şehre taşındığımızda, ilk yıllar haftasonlarını da köyde geçirirdik. Pazartesi sabahı ise, kış vaktiyse daha güneş doğmadan yollara çıkılırdı. Otobüse atlayıp, yarım saattlk yolculuktan sonra okula. Sabah 6.45 otobüsünde, öğrenciler ve çalışanlar olurdu. Eğer pazartesiyse benim gibi extra öğrenciler. Okula ilk gitmeyi veya vakit geçirmek için iki jeton alıp street fighter oynamayı yakınen tanırım. Buna rağmen haftasonları erken kalkıp da dışarıda olmanın mealini bilemezdim pek. Haftasonu erken kalkma durumuna, star ın karga bokunu izlemeye alternatif olarak koyduğu, sabah 7 de başlayan genç james bond, hong kong phooey, laff a lympics ve geleceğe dönüş çizgi film kuşağı müsebbibti.

Haftasonu sabahlarını dışarıda geçirmem dershane dönemlerine rastgelir. Son derece yoğun tempoda, haftaiçi okul, haftasonu dershane trafiği öğrenci seçme sınavının acımasızlığıyla mücadele yöntemydi sistemin bulduğu. Yakın bir komşumuzun kızı ile aynı dershaneye giderdik. Ayrıca sınıftan da dostum ve o dönemki en yakın arkadaşımdı. Haftasonu, özellikle pazar sabahı sokaklarda kimsecikler olmazdı. O an hayran kalmıştım duruma. Herkes sokakları bana bırakmış, istediğimi yapmamı bekliyordu sanki. Sayım günleri dışarıda olanlara çok özenirdim. Böyle bir şey olmalıydı. Ve çok güzeldi...Sokaklarda sadece ama sadece o an sokakta olmak zorunda olanlar vardı. Tek tuk..Sabahlar soğuk olurdu ama o zamanın sıcaklığı, berenin koruduğu saçlarla ve ağıza götürülen ayaz ellere üflemelere yetiyordu. Isıtıyordu..

Üniversiteye geldiğimde biraz daha öğrenmiştim. Sadece zorunda olanlar vardı pazar sabahı yolda veya dükkanlarda. Soğuktu sabah. Atkımı boğazıma dolayıp çıktığımda dışarıya zaman zaman, Vega'nın "bu sabahların bir anlamı olmalı"sı yeni yeni duyuruyordu kendini. Sıcaklık, pazar sabahı kapısını yeni açmış bir çay ocağındaki ilk demli çayın sıcaklığına eşdeğerdi..Yaklaşık bir iki saat parmakla sayılabilecekten fazla olmayan insan gelecekti en fazla. Çay ocağının sahibiyle yapılan, memleket sorma muhabbeti ve zamanla hayattan ilişkilere, ülkenin gündemine, Beşiktaş'ın son durumuna kadar çeşitlenen sohbetler, hele ki görmüş geçirmş olarak tanına sıcakkanlı esnafıysa ülkemin, verdiği öğütler bu sabahların en güzel anlamlarındandı. Günün, dinlenen ilk şarkıları ise o çay ocağına yapılan soğuk yürüyüşün ve sonra da tüm günün doğal ısıtıcısıydı...Öğlene doğru, ev ahalisi öğrenci arkadaşlarım yeni yeni kalkmışken, günün gazeteleri ve kahvaltılık ile eve gelip kahvaltı etmek ise paha biçilemezdi..İyi bir haftasonu dilerim efenim.

25 Aralık 2008 Perşembe

2008'de En Çok Dinlediğim Şarkılar

Efenim, blogun ilk postlarından biri de müzik açısından 2007 de dikkatimi çeken şarkılar postuydu. Şimdi düşünüyorum da tam bir yıl geçmiş o derlemeyi yapalı. Yeni bir yılın başlangıcına, mevcut senenin de bitişine geliyoruz adım adım. Geçen seneki gibi dikkatimi çekmiş şarkılar derlemesinden ziyade bu yıl last fm istatistiklerime başvurarak son bir yıl içinde en çok dinlediğim şarkıları yazmak istedim. Sinema postu da yakında gelecek. Buyrunuz;

15-) Efenim 15 numarada Göksel kızımızın, Kaybettim Seni isimli şarkısı bulunmakta. Last FM'e göre son bir yıl içinde 56 kez dinlemişim kendisini. Ayda yürüdüm albümünün bir çok parçası gibi bu parçada da naiflik ön planda. göksel'in bu albümündeki mevzubahis naifliği çok seviyorum şahsen. "Hesabı kapatmadan, yükümü azaltmadan buhar olup uçmadın ya" deyişinin hastasıyım. Naiflik böyle bir şey olmalı.

12-) Sıradaki üç şarkı da aynı sayıda dinlenmeye eriştiği için üçünü de 12 numara sayıyor last fm. E bize de kendisine uymak düşüyor. 58 dinleme sayısına ulaşan üç şarkıdan biri estrella morente ablamızın cancion de los pastores isimli ispanyol halk ezgisi. İlkbaharda bir köy sabahının toprak kokusunun, şarkının her yerinde kendisini gösterdiği ve bir şekilde büyülü olduğuna inandığım ezgi ve ses ile söylenmiş şahane bir parça.

12-) Kötü İnsanlar Tanıma Senesi'nin çıkış parçası Vesselam ile sagopa kajmer 58 dinlemeli şarkılardan birinin sahibi oldu. Bu yıl içinde bıkmadan dinlediğim albümlerden biriydi kötü insanları tanıma senesi. "Dil ateştir biraz suyla söndürülmesi mümkündür" dostlar.

12-) Dedim ya Kötü İnsanları Tanıma Senesi benim için bu yılın en iyi iki albümünden biriydi Deniz Yıldızı ile beraber. Albümden listeye girmeyi başaran ikinci Sagopa Kajmer şarkısı ise Beyaban. Farsçada çöl anlamına gelen beyaban dinlendikçe dinlenen şarkılardna biri...etme eyleme sago, etme eyleme diyesi geliyor insanın her dinlediğinde..
"beyabân bârânın yaşı gözümün özü bednam salmış hüzünümün yüzü gülsün
ahval'im suskun dokunan bana mendil tutsun.
beyabân fırtınan beni kavurur göz yaşın kum olur dağılır
kumuna tozuna karışır biraz merhamet eyle etme.. eyleme.."

11-) 60 dinleme ile Sezen hanımdan "Düş Bahçeleri" bu yıl kendine 11 numarada yer buldu. Bu şarkı için söylenecek çok şey var aslında vakti zamanında da ufak bir hikayemtrak yazı karalamıştım..En iyisi o yazının linkini verip diğer parçaya geçelim. Buradan.

10-) İlk defa prettyinpink in önerisi üzerine dinlediğim ve Vengo'nun bitişindeki yol görüntülerinin eşlik ettiği sihirli bir yanık sesin hayat verdiği Remedios Silva Pisa'dan Naci En Alamo 64 dinleme ile onuncu sırada. Linkteki klip ile büyülü dünyalara gidip gelmeyen var mıdır acaba? Bu şarkıyı söylediğinde Remedios Silva Pisa'nın 17 yaşında olduğuna inanmak ise oldukça güç gerçekten.

9-) Listeye dört şarkı sokmayı başaran Kötü İnsanları Tanıma Senesi'nin albüme ismini veren son şarkısı 67 dinleme ile 9 numarada. Bu şarkı için sözlükte bir entry "duvara yumruk ata ata dinlediğim şarkı" diyordu. Katılıyorum ayrıca her dinlediğimde trafik olmayan bir zamanda, FSM Köprüsü'nden tam gaz giden bir araca kuşbakışı yaklaşan bir görüntü gözümün önünde beliriyor..."Sago kaç firara hakkın var.."

7-) Yine aynı dinlenme sayısına sahip iki şarkı var sırada. Bu nednele ikisi de yedinci sayılıyor. Ezginin Günlüğü'nin Gemi isimli çalışması bunlardan biri.70 dinlenmeye sahip. Bu şarkının bir kaç versiyonu var ama alaturka versiyonu tek geçilir bence..Zamanın ötesinde derler ya, yıllar önce keşfetseniz de her zaman bıkmadan dinlenen ve her dinlediğinde hissettirebilen bir çalışma..

7-) 70 dinlemeye sahip bir başka şarkı Kötü İnsanları Tanıma Senesi'nden listeye giren dördüncü çalışma olan Yakın ve Uzak. Bu yıl içinde çıkan, aşk üzerine yazılmış ve düzenlenmiş en iyi parça diyebilirim kendi adıma..Bir rap albümünden çok çok öte düzenlemelere sahip bu albüm..Bir çok albümden daha başarılı müzikler içeriyor..

6-) 75 dinleme ile listeye giren ikinci Sezen Aksu şarkısı ise "Nihayet". dinlerken delirmenin eşiğine geldiğim, bir insan nasıl böyle bir şarkı yapar diye tekrar tekrar kendime sorup durduğum ve her dinlememde kendisine hayranlığımı bir kez daha arttıran Sezen Aksu şarkılarından biriydi..Maalesef bu parça youtube da veya imeem de yüklü değil. O yüzden dinlemek isteyen olursa ve elinde yoksa göndermekten mutluluk duyarım.

5-) Bu yılın başarılı albümlerinden biri de Deniz Seki'nin yılın ikinci yarısında çıkardığı Sahici isimli albümüydü. Albüme ismini veren ve fazlaca beğendiğim Sahici de 84 dinleme ile ilk beşe girmeyi başardı.

3-) 85 dinlemeli ve dolayısı ile üç numarada bulunan iki şarkıdan ilki Sixpence None The Richer'ın dinlenilmekten bıkmayan şarkısı Puedo Escribir. Bu şarkının sözlerinin Pablo Neruda'nın bir şiiri olduğunu belirtelim hemen. "Tonight i can write the saddest lines..the saddest lines about her.." sözü ile çok fena dokunmakta kendisi..

3-) 85 dinleme ile üç numarada bulunan diğer şarkı, Sezen hanımın listeye giren üçüncü şarkısı olan "Savaşma Seviş Benle". Bu parçanın böyle bir hit yapmasının nedeni daha önce nakarat dışındaki yerlerine hiç dikkat etmemiş olmam. Gerçekten nakarat harici bölümleri muhteşem denebilir herhalde. "ister kabul et, ister etme..bu çarpıntı aşkın doğumudur....soluklan azıcık bir ara ver bir dur, madem kalbini kalbime taşıdın.."

2-) Aşkperest albümünden bu yana yaptığı en iyi şarkı diyorum Seni Anlattım Aşka şarkısına Yıldız Tilbe'nin. Marika sayesinde tanıştığım bu parçayı dinlerken duyulan alkol alma hissiyatının yoğunluğunu çok çok az şarkı yakalıyor. 99 dinleme ile yılı 2 numarada kapatıyor Seni Anlattım Aşka.."Senin ruhunun kalbi tenindeydi, benim kalbimin ruhu derindeydi..."

1-) Ve efenim yılı 1 numarada kapatmayı başaran şarkı, 104 dinleme ile River Plate taraftarlarının yaptığı Sos Cagon marşı. Sene sonunda Galatasaray da bu marşın çıldırın isminde olan çakmasını yapmıştı. Tuttuğum takımlardan biri olan River Plate ve polisin çocukları Boca Juniors, bu şarkı ile özdeşleşti adeta gözümde.. Vamos River!

24 Aralık 2008 Çarşamba

Sigara Antolojisi

Yaklaşık 7 yıldır sigara kullanan biri olarak, kullandığım sigaralrı ve karakteristikleri anlatmak istedim bu akşam. Kimini uzun yıllar kullandım, kimini bir iki ay kadar ama hepsinin kişiliğini tanıma fırsatı buldum.

Parliament: Sigara dünyası içerisinde en özenilen sigara budur herhalde. Bana göre Marlboro'dan bile oldukça yüksek bir karizması vardır. Bir defa şimdilerde yirmili yaşların ortasında olanlar için Parliament Pazar Gecesi Sineması diye bir efsaneye denk gelir. Rengi de kendisiyle özdeşleşmiştir bu karakterimizin. PArliament mavisi denen bir renk var. Parliament, metropol hayatının en iyi yerleştiği imajın sahibi diyebiliriz herhalde. Hani İstanbul beyefendisi derler ya, belki parliament içmez pipo içer ama parliament sigaralar arasında istanbul beyefendisi tanımının nezaketini ve zerafetini almış, doğal bir duruşa sahip kendisi.

Birinci: Lassie, Sivas kangal karşılaştırmasının sigara dünyasındaki tarafı diyebiliriz Birinci için. Başlı başına klasik bir sigaradır. ayrıca benim de ilk denediğim sigaraydı kendisi. Birinci'ye, filtresiz oluşuna, kötü tadına rağmen bu ehemmiyeti kaznadıran şey elbette ki bir çok insanın geçmişinde kendine yer bulmasıdır. Birinciyi kimse rakip olarka görmez kendine sigaralar arasında fakat ona her zaman büyük saygı duyulur. Parliament ile birlikte saygınlığı sorgulanmayacak karaktere ve geçmişe sahip olan Birinci, artık bu işlerden elini ayağını çekmiş, büyük bir yakın dövüş sanatının eski ustası niteliğinde köşesinde erbab olarak şimdiyi izler. Küçük bir göl evinde yaşar. Emekliliğin tadını çıkaran büyükbabadır.

Marlboro: Pek kullandığım sigaralardan değil marlboro. Geçenlerde yazdığım taraf tutmak yazısında da ben Parliament tarafında olduğumdan marlboroya ısınmam mümkün değil. Yine de ligdeki yeri açısından bir kaç kelam etmek uygun düşer. Rakiplerimi sevmesem de her daim saygı duymuşumdur. Zaten saygı duyulmasa o bir "rakip" olmaz. Marlboronun yapısı biraz serttir. Nasıl ki Parliament'e beyefendi diyorsak Marlboroya da biraz sonradan görme denebilir. Onun adı bir zamanlar zenginlikle özdeşti. Hatta sigara içen grup bir araya geldiğinde "oo bir malbuş(bu ne demek lan) ver de ciğerlerimiz bayram etsin." sözlerinden de onun bu ligde yüksek yerde durduğu su götüremez. Öte yandan zaten kendisinin imajı, bir kovboy olan countryside adamı Marlboro Man'den gelir. Kırsal kesimdeki zenginlik ölçüsü olmasının bilinçaltı nedenlerinden bir ide budur elbette. Fakat metropolde Parliament öne çıkar.

Maltepe: Maltepe baba sigarasıdır. Karizması da bir baba gibi sıcaktır. Yurdumun hani yüksek eğitim görüp iyi yerlere gelmeyen, asgari maaşlarla çocuklarını okutmaya çalışıp "ben çektim o çekmesin" diyen aile babaları gibi sıcakkandır. Sunay Akın'a sözü bırakmak en doğrusu burada;
"..Yanlış duydun seni değil,
Organlarımı bağışladım.
Ben ki öptüğüm ilk dudakta,
Traş olmuş baba yanağının kokusunu bıraktım.."

Winston: Halk arasında öğrenci sigarası da olarak bilinen bu sigarayı ilginçtir ben de öğrencilik hayatımın önemli bir bölümünde kullandım. bu biraz deli kan barındırır bünyesinde, ya da kanı kaynayan bireydir. Gençtir kısacası. Eğer sigara liginde, dert ortağı olabilecek bir ürün varsa o da bu sigaradır. nice gencin, o gençlik dönemlerindeki lise ve üniversite aşklarına ortaklık yapmıştır. Dolu doludur ama ruhu çok gençtir. Belki de bu yüzden en çok tercih edilir rakı sofrasında iki kelam dertleşmek için. Bu sigara her zaman duyguları maddiyatın önüne koyabilir.

Samsun: Maltepe'nin biraz daha farklısı. Temel olarak aynı karakterdedirler, örneğin maltepe baba ise samsun da annedir. Dünyaya bakış açıları, fikirleri, düşünceleri, geleceğe dair umutları aynıdır. Çabaları benzer hatta çoğu zaman aynı amaç uğrunadır. Eğer aile sohbeti yapmak istiyorsanız, çayınızın yanına almanız gereken sigaralar Maltepe ve Samsun ikilisi olabilir.

Murattı: Son yılların parlayan yıldızı Murattı, kendine ait karakter oturtma aşamasında sıkıntılar çekmekte biraz. Onu şöyle tanımlayabiliriz, Parliament nezaketinden ve winston kanından muhteviyatı olan bir kokteyl. Gençtir ama derde şark yaklaşımıyla ortak olamaz. Zariftir fakat beyefendi olacak kadar yaşlı değildir. Öğrencilk hayatımda winstondan sonra bir buçuk yıl kadar kullandığım bu sigara yine de kişiye yakındır.

Tekel 2000: Bu sigara yurdum esnafıdır. Sabah dükkanını açan, yan dükkanın sahibiyle tavla atan, sokakta halkla beraber yaşan ürün Tekel 2000'dir. Ama öyle esnaf dediysem dükkanı sadece kendi işleten esnaf değil. Dükkanında 3-6 arası çalışanı bulunan küçük boy işletmenin patronudur. öyle çok da patronumsu takılmaz tabi ki. açlışanlarına karşı bir abi edasındadır. Profesyonellik falan yoktur böyle işletmelerde. "Ahmet Abi" dir ne bileyim efendim "Cevdet Amca"dır. Mesela o işlek caddede bir olay mı oldu hemen ilk müdahaleyi bu abi yapar. Öyle de candır.

Pall Mall: Son olarak şu sıralar kullandığım sigaraya gelelim. Bu sigara da son dönemlerde popüler olmştur fakat uluslarası liglerde tanınırlığı yüksektir. Renk renk paketlere ayrılan bu ürün, hayatı hangi modda yaşarsanız ona uyarım ben diyen bir onaylayıcıdır. "Öyle abi" der bir önerme yaparsanız. Adeta bir cevat abidir. Kırmızı paketi candır.

23 Aralık 2008 Salı

Garip Bir His


Bir kaç gündür şahsımı zihinsel olarak fena halde yoran bir iş ile uğraşıyorum. Güzel yanı ise, evden çıkmadan bu işi gerçekleştiriyor olmam. Tüm gün Excel ile uğraşınca akşam olduğunda kafa toplamak da haliyle zorlaşıyor. Örneğin bu akşam sözlükteki burcucum butonu kafamı dağıtmaya yetti. Fena halde eğlendiğimi söyleyebilirim kendisine basıp basıp bakarken. Facebook a takılan biri de olmadığım için (tamam hesabım var ama hiç ilgilenmediğimi söyleyebilirim, gerçek soyadım bile değil örneğin. Merak üzerine facebook hesabı almıştım. Son günlerde marika ile birlikte how i met your mother trivia ya sardık orası ayrı. Bir o beni geçiyor bir ben onu) dışarıdan izlemek eğlenceli oluyor fena halde. Buna tüm günün afedersiniz sikilmiş kafasını da ekleyince normal olmayan şeyler yapılabiliyor. Bu eğlencenin dozunu arttırmak gibi örneğin. Hoş bu konuda da fikrim biraz farklı. Mesela "bokunu çıkarmayalım yeter" deniyor. Bunu anlamakta zorlanıyorum. Zaten iki gün sonra sıkılıp kendiliğinden bırakılacak bir şeyi, tam da en çok canın istediği tam da en çok eğlendiğin vakitlerde, beğenmeme haricinde sadece bokunu çıkarmamanın neden gösterilerek yapılmamasını anlayamıyorum. Zaten en çok eğlendiğim vakit o vakit mevzubahis konuyla, neden bunu o zaman yapmıyoruz ki, bir kaç gün sonra sıkılacağımız da malumken üstelik?

Neyse efenim konu o değil, yine dağınık kafa konuyu dağıtmama neden oluyor. Bugün evde yatakta yatıp çalışırken(özenmeyin o kadar da iyi değil) dışarıda cama vuran yağmur, yanımda elektrikli şu ısıtıcı zımbırtılardan akşamüzerine doğru müzik de dinliyordum. O an öyle bir an ki, bunu nasıl tarif etsem bilemiyorum, çok fazla gürültülü olmadığı takdirde her şarkı kulağa ve kalbe bir şekilde dokunuyor. Eskiden köydeki evimizi hatırladım zaman zaman. Kış vakti sobanın kenarında oturup kendi kendine bir şeyler yapmak. Odada sessizlik, ailenin diğer bireyleri uyuyordur ya da hayat ağacı izliyordur.. Sessizlik vardır, herkes kendiyle alakalı bir işle ilgilenir ve tadını alması çok zevkli elektrik oluşur ortamda. Ya da sevgili olan bir çiftin alışverişten geldikten ve marketten aldıklarını gerekli yerlere yerleştikten sonraki durumu, atıyorum biri televziyon izlerken, diğeri marketin kataloğuna bakar. birbirleriyel konuşmazlar. Zinhar kavgalı olduklarından değil. O an öyledir. Ya da bugün bana olduğu gibi, ev arkadaşım geldi ve o da dizüstünde yanıma oturup internet sitelerini gezip haberleri okumaya başladı. konuşma yok, Konuşmak istemediğimizden değil. O an öyle bir an işte. Winampın sesi geliyor. Belki de hayat ağacının veya o çiftin birinin izlediği televizyondaki program her neyse onun sesi. Buradaki ortama o tadı katan dışarıdaki yağmurun cama vurmasına eşlik eden evin içinin sıcak oluşu belki de. Ben düşündüğümde en önemli etkenin bu olduğu kanaatine vardım. Ama gerek yeter koşul olarak değil. O olmasa da olur fakat ortama bir sıcaklık kattığı muhakkak... Literally! Bu anlar gerçekten bir büyüye sahip. Sen kendin bir şeyle uğraşırsın aynı odada diğer kanepede oturan biri de başka bir şeyle ilgilenir. gerkesiz bir elektronik aletten müzik veya benzer sesler gelir. O an bir şeyler hissediliyor. herhangi bir somut kavrama ya da birine karşı değil. Hani bu biraz, kar yağınca insanların heyecanlanması gibi bir his. Garip ama....hissediyor insan..

fotoğrafı bu linkten aldım : http://img208.imageshack.us/img208/5816/kahvely0.jpg

21 Aralık 2008 Pazar

Pazar Şarkısı..

Bu şarkıda 3:06 ile 3:17 arasında kaf dağının ardına gidip gelmeyen cumartesiden pazartesiye kadar uyusun mümkünse..Böyle işte

20 Aralık 2008 Cumartesi

(Masalımsı ve Rüya ve Gerçek) veya Masal

Arabesk bir sevda acısı çektiğini düşünüyordu. Kamptaki çadırının içinde dönüp duruyordu istemsizce. Zaman geçmeliydi geçmesine de, öyle bir zamanda oluyordu ki, geçmişti de gelmişti. Gözucu, çadırının içerisinde tur atarken beyni tüm hatıralarının etrafında uzun bir yarışa çıkmıştı kim bilir kaç tur sürecek. Kalbi acıyordu acımasına da bunun bilincindeydi adam. Bilincindeydi ve istiyordu. Belki de bu çekmesi gereken bir acıydı.

Zaman geçmeliydi geçmesine de, geçerken boğuyordu göğsünün en derininden. On dakika olmuştu yatağa uzanalı ama o bir aylık yaşadığı, hayır hayır tam anlamıyla yaşadığını hissedip de yaşadığı, hayır hayır, o zamana kadar neden "yaşamak güzel şey" diyenlerin hissederek demelerini anlayabiliyordu. Evet yaşamalıydı, otuzuna gelmek üzereyken tüm yıllar boyunca o bir aydaki hissettikleriydi yaşamı. elbette daha fazlası vardı ama orada yaşıyordu. O zamanda gerçekten yaşıyordu, hissediyordu. Freni patlamış bir kamyonda son sürat yokuş aşağı giderken hissedebileceği heyecandan daha fazla çarpıyordu o zaman yüreği. Üstelik ilk defa bu çarpıntının nedeni korku değildi. Başka bir şeydi bu. Ancak sadece ama sadece yaşayanın bilebileceği. O zaman anlıyordu bazı şarkı sözlerinin değerini. O zaman anlıyordu, nasıl olurda bir sözde bir keman yayının tozlu sesinde, bu kadar yoğun hissedebilirdi bir insan.

Zaman geçmeliydi geçmesine de, uyuyamıyordu. uyumak istiyor muydu onu da bilmiyordu. Sigarasını alarak dışarıya çıktı. Deniz kenarında bir kamp yeriydi ağaçlar arasında. İş yerinden kendisine verilen bir aylık özel izin ile kafasını dağıtmak için gelmişti sözde. Kafasını dağıtıyordu da. Kır kahvesine doğru yürüdü, sabaha karşıydı ama hala geceydi. Kafasında adlandırmak istediği hisler vardı. Onları bir kez daha hissedebilmek için neler vermezdi ki? Ya aynı kişiyle tekrar hissedebilir miydi? Artık o zamanki kadar saf değildi. Hayır aslında saftı fakat araya giren bir ayrılık vardı. Bir şey vardı. Sanki küçük bir çocukmuş ve yatağına uzanmış masal dinlerken, okuyanın masalı bitirerek mum ışığına doğru nefesini üfledikten sonra "iyi geceler" demesi gibiydi. masal bitmişti, rüya başlıyordu. Eğer uyuyabilirse... Rüya gerçeklikti. Masal, bir daha bulunamaycak bir gerçeklikti...

Zaman geçiyordu geçmesine de, kır kahvesinin içinde gündüz kalabalığından eser yoktu. Bir kaç müşteri, okey oynayan iki kız iki erkekten oluşan bir dörtlü ve elbetteki işletmeci vardı. İnce bellide çay istedi ve her şeyde olduğu gibi rüyada gibi hissediyordu kendini. İnce belli rüyaydı, ona verdiği ehemmiyet, üzerine yazılan hikayeler, "çay ince bellide içilir" sözünün bir ağırlığı vardı ya işte o ağırlık hissedildiğinde ince belli rüyaydı.

Masal, bir insan şanslıysa sadece bir defa olurdu. Rüya, insan istediği her zaman olurdu. Gerçek, insan rüyadan vazgeçmek istediğinde olurdu. İki bayram arası düğün olmazmış. Hımmm iki rüya arası olana da gerçek deniyordu. Öyle bir zaman vardı ki bu üçününü kesişimiydi. Sezen Aksu yaşatmıştı bunu bir kaç defa ve müzik haricinde neredeyse çok az şeyde hisediliyordu. Tamam buradaki "gerçek" masal değildi. Çünkü o zaten bir, eğer şanslı ise insan iki defa oluyordu. kesişim kümesindeki masal, "masalımsı" idi.

Güneş doğmuştu. Kimbilir kaçıncı çaya demlenmişti peşinde koştuğu yaşanmışlık hisleri.. Bir daha yaşamayacağını ne zaman kabullenecekti. Zaman geçiyordu geçmesine de, geçmiyordu "bir an". İki rüya arasındaki zamana döndüğünde güneş ile birlikte, üç zamanın da kesişimi oluştu..Birden..Aniden..Sadece beş dakika süren..


Ordan Burdan Kısa Kısa Uzun Kısa Uzun.

*How I Met Your Mother'ı sevme nedenlerimden biri de ana karakterlerin tamamının köpek insanı olması. Uzun süredir ben de düşünüyordum, sonra kedi resmi forwardlayıp "baaak ne şekeeer" diyen çalışan kadınlarla aslında kedi insanı karateristiği kendine bir yer edinmeye başladı kafamdaki genellemede. Şu dünyada nefret ettiğim şeylerden biri bir hayvanın veya bebeğin "baak oww ne tatlı" şeklinde bana gösterilmesi. Yani birebir garezim yok ne kediye ne de bebeklere, tamam bebeklerle iletişim konusunda çok kötüyüm ama yine de sevmeme duygusu değil hissettiğim. Kediyi de severim hayvan olarak ama arkadaş pembe mutfak bezinden bozma bir kıyafet giydirip ne tatlı bu hayvan diyen insana kafa atasım geliyor. Özellikle ofis çalışanı kadınlarda sıkça görülen bu ruhsal bozukluk toplumda gizlice yayılan bir travmaya dönüşmüş durumda.

Neyse mevzu bu değil aslında, How I Met Your Mother izleyenler birinci sezonda victoria nın ortaya çıktığı bölümleri hatırlayacaklardır. Orada Ted Victoria ile olan ilişkisi üzerine düşünürken Barney daha onun hakkında hiç bir şey bilmediğini ve şimdiden ciddi düşünmemeye başlamaması gerektiğini belirten örnekler verirken "kedi insanı mı köpek insanı mı" sorusunu da örnek gösteriyordu. Aynı zamanda Victoria'nın kedi insanı olduğunu anlayan Robin "kedi insanıymış" diyerek Ted ile birlikte olma ihtimallerinin sıfıra düştüğünü anlamıştı Victoria'nın.

Yazıyı aslında köpek insanı ile kedi insanının farklarını belirtmek üzere yazacaktım da giriş kısmında konudan saptım oldukça sanırım:) Neyse dönemeyeceğim artık herhalde. Köpek insanının özellikleri How I Met Your Mother izleyerek görülebilir. Yani çok belirgin şeyler değil fakat, olaylara ve esprilere verilen tepkilerden hatta yapılan esprilerden ayırt edilebilir oluyor en çok.

*Neyse sabahtan beri aldığım yeni bir iş üzerinde çalışıyorum, kafam allak bullak olduğundan toparlayamayacağım konuyu. Dünyada ne çok yat broker firması varmış lan. Ebemi tersten gördüm.

*Bu sıralar fena halde parasız kaldım. Sözlükte konuya dair tüm başlıkları okuyup çoğunu da okurken "evet doğru, hımmm, aynen böyle" gibi kafa sallayarak onaylamaların eşlik ettiği nidalarım mevzubahis oldu. özellikle şu entryi pek beğendim.

*Pazar sabahları erken kalkmak pek güzel bir duygudur. Üniversitedeyken sıkça yapardım, bu sıralar pek yapamıyorum. Onun üzerine de bir yazı yazmayı planlıyorum yakın zamanda. Erken kalkılan pazar sabahlarına dair. Ama şimdilik önerebileceğim bir şey var. Pazar sabahları sourberry de piretinin pek güzel programı var. Geçen hafta ilk kez dinleyebildim. Şiddetle tavsiye ederim. Hele ki pazar sabahlarını seviyorsanız..

*Sevgili arkadaşım os ile birlikte 2008 in son çeyreğinde iddaa da resmen bozguna uğradık. İnsan hiç mi kazanamaz arkadaş. En son çarşamba gecesi bize saç baş yolduran ajax a selam ederim buradan. Ama Standart Liege halen uefa kupasındaki gizli favorim onu belirteyim. 2009 a müthiş kazançlarla gireceğimizi ümit ediyorum. 2009 bahiste altın yılımız olacak os lkdsfklsdfklşasdlkşf

*Sonbahar filmi gösterime girmiş, fragmanından oldukça etkilendim. Pek merak ediyorum kendisini şuan...

*Dido'nun yeni albümü safe trip home'u da çok beğendim. Uzun süre bekletti bizi ama değmiş..Bir iki parça haricinde kendisinden beklediğim gibi pek güzel olmuş bir albüm dinledim.

Son olarak sözü Orhan Veli'ye bırakayım;

"Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp
Ağlayışımı....."

18 Aralık 2008 Perşembe

Yanlış Mail Göndermenin de Adabı Olmalı.

Merhabalar efendim. Bugün Gmaildeki mailimden basedeceğim biraz. Bilindiği üzere Gmail ilk çıktığında 1 gb alan olayı ile devrim yapmıştı ve yalnızca davetiye ile üye olunuyordu. Ben de daha yeni adı geçmeye başlamışken davetiye buldum elbette. Gidip kayıt olduğumda mynet hotmail vs gibi adreslerime de davetiye yollayıp üç adet hesap aldım. Bunlardan biri normal internet sitelerine üyelik ve iletişim, haber alma gibi durumlar için kullandığım ve en fazla kullandığım teletabi@gmail.com adresi. İkincisi adımsoyadım@gmail şeklinde olan ve resmi işlemler para işlemleri vesaire gibi konular için kulladnığım mail adresi. Üçüncüsü ise pis işlerim için kullandığım 32 kısım pornografi üyeliğim olduğu ve çeşitli alanlarda çöp kutusu olarak kullandığım adresim. Tabi ilk zamanlar herkes davetiye peşinde koşuyordu. bilenler bilir son derece ortak kullanılan bir adım ve soyadım var. O adresi de ilk ben aldım. Bu nedenden ötürü bir çok alakalı alakasız mail adımsoyadım şeklinde olan mail adresine akın ediyor. Bunların arasında, bir şirketin 20 milyon dolarlık yatırım ve iş planı, ulak filminin gösterime girmesinden aylar önce gelen senaryo ve iş planı, katar dan aylık 12.000$ lık geliri olan iş teklifi gibi mailler bulunuyor. Tabi hiç biri gerçek bana gelmiyor. Çoğu zaman da nazik biçimde gönderilmek istenen kişinin ben olmadığımı söylüyorum. Ama asıl kafayı taktığım mesela 20 milyon dolarlık yatırım planı için adı soyadından oluşan ama kendinin olmayan mail adresini veren çalışanın sorumluluğu. Anında kovulması gerek bence. Konuyla hiç alakası olmayan üçüncü bir kişinin(ben oluyorum) eline geçmiş oldu çünkü. Neyse bunlardna bir kaçının örneğini vereceğim şimdi. En son ElifBa dökümanı pdf şeklinde gelince sıyırdım çünkü. Ben istemiyorum lan bunları, doğru adres verin manyaklar deyip basıcam tüm adaşlarımı.

Şirket adları ve çalışanların veya maile konu olmuş kişilerin adları bende kalacak elbette.

*X yapı denetim den gelmiş;
Sayın A.Y.(Benim adım);
Mail ekinde size göndermiş olduğum İ.G. isimli cevap yazısını kendi bilgilerinize uyarlayarak ilgili kuruma diğer ek olan idare mahkemesine açılmış dilekçeyi ekleyerek verebilirsiniz.

Altında da iki adet word belgesi var. biri bir savunma metni. Diğeri ise idari mahkemeye sunulan bir dlekçe.


*Bu da bir bankanın portföy yönetmeni Y.G. den gelmiş;
Ahmet Bey Merhaba,

Telefonda konuştuğumuz üzere YTL ve döviz mevduatlarınız hesaplarınıza geçti YTL için 1 aylık vadeli mevduat hesabınızı;
USD için de Taner Bey'le konuştuk YTL ye dönme durumunuz nedeniyle günlük vadeli mevduat hesap olarak açtım.

Bilgilerinize sunarız.

WTF is that!!!!


*R.M.A. isimli birinden. Mailde ünvanını da belirtmemiş sadece bir excel dosyası var.
Tabloda bir sürü faiz hesaplamasının detayları var, her biri 2 milyon ytl civarında. Anapara+faiz tutarı ise 8 ile 11 milyon ytl arasında değişiyor. İkinci sayfada ise bunların her birinin detaylı biçimde gösterilmiş nakit akım tabloları yer alıyor.

*Prof Dr. Prof. Dr. H. U. Wolf'dan gelen almanca bir mail. Oldukça da uzun ama almanca olduğu için anlayamadım.

*Bir başka mail T.Y.'den bana;
Ahmet Bey,

Firmanıza gönderdiğim cevap ektedir bilginiz olsun.

İyi çalışmalar.

Dear Sir,

I got your offer today. Thank you for that offer. I know Qatar and the rules in the Gulf countries. I can come and work for a long time with my family but I can not accept your offer with this salary.
I can accept 6 months vocation, 15 days every six months.
I want you to mention the vehicle at the transportation section. I want you to mention that the car will be with me 24 hours a day.
I can accept a salary of 18000 QR basic + 5000 QR allowances. But I can not accept 12000QR+5000QR.
The title which I am expecting is Fabrication and Erection Piping Group Chief not the Piping Erection Chief.

Anyhow I will be waiting for your response. I will be flying to China next week so I need to decide quickly, positive or not please try to answer as soon as possible.

Regards,



*Bir diğer mail S.T. isimli birinden
Ahmet Bey

Sefim ımzalı teklıfı ve pasaport fotokopısını ekledım. Fakat Katar a Turkıye den gırıs yaparsam benım ıcın daha uygun olucak sefım 1 hafta veya 10 gun tr de aılemle gecırmek ıstıyorum.

Tesekkur ederım Ahmet Bey en kısa zamanda gorusmek uzere.

Ekte de neredeyse tüm bilgilerinin olduğu pdf dökümanı mevcut. Pasaport bilgilerinden her türlü kimlik bilgilerine kadar.

*Bu da G.A. isimli birinden son derece laubali bir tavırla gelmiş;
Dayı merhaba,

Danimarkalı bir firma türkiyeye 36 adet rüzgar türbini kurmak üzere anlaşma yapıyor.bu türbinler kurulurken uzman teknik ekip in yönetmesi için 8-16 kişiden oluşan ekip türkiyede çalışacak.Bu nedenle adamların şu soruların cevaplarına ihtiyaçları var.

* Adamlar türkiyeye vizesiz girip çalışabilirmi,eğer çalışabilirse ne kadar çalışabilir ?
* Bu kural vatandaşlığa göre değişirmi ?
* Eğer bir çalışma izni ve vizeye gerek varsa ,bunun için ne gerekli olduğunu nereden öğrenebiliriz ,yöntem nedir ?


*Ülke çapında ünlü bir firmanın insan kaynakları uzmanı A.K.S. hanımefendiden gelen bir mail;

Ahmet Bey,

İş teklifimizi ekte bilgilerinize sunar, en kısa süre içerisinde olumlu veya olumsuz yanıtınızı tarafımıza bildirmenizi rica ederiz.

Saygılarımızla.

Ekteki iş teklifi ise kısaca şöyle;
Unvanınız : Uygulama Geliştirme Uzmanı
İşe Başlama Tarihiniz : 1 Nisan 2008
1 Aylık Birim Brüt Maaşınız : 1.800,00 YTL
1 Yılda Ödenen İkramiye Sayısı : 4 adet(Aylara bölerek ödenir.)
1 Yılda Ödenen Yakacak Yardımı : 52,00 YTL/Ay X 12 Ay = 624,00 YTL/Yıl
1 Yılda Ödenen Bayram Harçlığı : 160,00 YTL/Ay X 2 Ay = 320,00 YTL/Yıl
1 Aylık X Vakfı Kesintiniz : 108,00 YTL/ (35 yaş üzeri için üyelik isteğe bağlıdır.)
1 Aylık X firma Sağlık Sigortası Kesintiniz : 48,00 YTL (Üyelik isteğe bağlıdır.)
Mesai Saatleriniz : 08:30 – 18:00
1 Yılın Sonunda Yıllık İzin Hakkınız : 14 gün
Ek Avantajlar : Öğle yemeği , Servis


*C.S. isimli bir beyefendiden; ülke gündeminde de yer almış bir tersane yapım sözleşmesi gelmiş;

Oncelikle gostermis oldugunuz yakin ilgi ve yapacaginiz yardimlar icin cok tesekkur ederim.

Size Ek' te;
- SOZLESME
- TEKNIK SARTNAME
- ISCI SAGLIGI VE IS GUVENLIGI SOZLESMESI

nin taslaklarini gonderiyorum.

1. Yucel bey ile yapmis oldugumuz toplantidaki konusmalarimizdan;
A. Her 20 kisiden 1 kisi Kurtarma ve İlk yardım kursu gorecektir maddesini, sizin daha bilimsel tabir kullanacaginiz gerekcesiyle koymadım. Siz bu maddeyi takdir edeceginiz yerde kullanabilirsiniz.
B. Sozlesmeleri okursaniz, yine Yucel bey in bahsetmis oldugu damga vergisi, harclar vs. maddesini kullandim, sizce yeterlimidir? Daha madde ilave etmeye ihtiyac varmidir?

2. Sozlesmelerde SARI renkte boyamis oldugum yerler, Yucel bey ile munanzara etmem gereken yerlerdir. Dolayisiyla siz yapacaginiz duzeltmelerde farkli renkler kullanirsaniz sevinirim.

3. Yine Yucel bey ile gorusmemiz esnasinda bahis konusu olan 2 Is Guvenligi personeleni bize yonlendirmeniz mumkunmudur?

Saygilarimla,


Oyh, kopyalamaktan yoruldum. bu mail adresimle ne yapacagım bilmiyorum doğrusu. Ama şunu düşünüyorum ki böyle sorumsuz çalışanlarla kesinlikle çalışılmamalı. Mail adresi diyerek muhtemelen adı soyadını söylüyor fakat ona gitmiyor gerekli mailler. Zaman zaman ne yapacagımı bilemiyorum. Daha buraya yazmadığım onlarca böyle mail var. Her ay da iki üç tane geliyor.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Boşluğa...

Zaman zaman, ne için mücadele verdiğimi bilemiyorum hayatta. Artık, zamanın hızlı geçmeye başladığı yaşlara geldiğimden belki de. Herkes der, bir gün gelecek alıp başımı gideceğim diye. Ben de öyle bir günün gelebileceğini düşünüyorum benim için. Fakat neden bugün değil de başka bir gün, neden şimdi bunlar aklımdan geçerken çıkıp gidemiyorum ceketimi alıp? Bir şey var...Kaybetmekten korktuğum bir şey. Ne olduğunu bilmiyorum ama onu kaybetmekten korkuyorum. Sorulsa neyin var ki kaybetmekten korkuyorsun diye ailem dışında gösterebileceğim bir şey yok. ama anlamlandıramadığım bir "şey" var, orada bir yerde ve ne olduğunu bilmiyorum. Sonra oğlak burcu karakteristiği geliyor aklıma. Sonra farkına varıyorum ki, ben herşeyi hazırlamadan kafama esip gidemeyeceğim hiç bir zaman. Her türlü olasılığa karşı ön planlar oluşturup öyle eyleme geçebileceğim ancak ve ilginç biçimde "işte, çekip gidiyorum başka diyarlara" deyip kendimi inandırmaya çalışacağım..O kaybetmemek için bir çok şeyi yapamadığım ve anlamlandıramadığım "şeyi""hissi" her neyse onu garantiye alıp ancak öyle yapabileceğim.. Eğer ne olduğunu bulabilirsem.................


16 Aralık 2008 Salı

Perfectly Exact #9 & #10 (Kısım 2)

Sanaa’da 6 marketi vardı H’nin. Bunlardan, şuan içinde bulundukları Yemen ve Sana merkezinin de bulunduğu birinci seviye marketti, üç tanesi orta büyüklükteki ikinci seviye ve kalan ikisi de orta-küçük sınıfındaki üçüncü seviye marketlerdi. Araba’nın hazır olması haberi almalarıyla dışarıya çıkarken A ve C, çalışanlar onları dikkatlice izliyordu. Her birinin aklından efsanevi A ve C’nin bu iki kişi olup olmadıkları geçiyordu. Daha doğrusu A ve C’yi görmeleri büyük heyecan yaratmıştı. Kasiyerler, işlemlerini neredeyse kaplumbağa hızında yapıp dışarı çıkarken onları izliyor, iç çalışanlar da yanlarından geçerlerken iş yapar gibi görünüp, biraz uzaklaştıklarında, ellerindeki her neyse bırakarak bakışlarını Sana ve Yemen müdürüyle birlikte marketin dışına çıkmakta olan bu ikiliye çeviriyorlardı.

Yemen için sıcak olmasa da dünyanın bir çok ülkesindeki yaşayanlar için oldukça sıcak sayılabilecek bir hava vardı dışarıda. A ve C pek de dikkat çekmeden arabaya binmek üzerelerdi. Heyecanı her halinden belli olan müdür ise, bu ikiliyi yeterince memnun edemediğini düşünüyordu hala.
“Başka bir isteğiniz var mı efendim?”
“Teşekkürler. Şimdilik bu kadar, çalışmaya devam”
Pekala bu pek motive edici sayılmazdı normalde fakat bunu söyleyen kişinin A olması bir çok şeyi değiştirirdi. İşin ilginci başka biri olsa yalan olduğu her halinden belli olan bu replikler (ne yaptıklarıyla ilgilenmemişti bile!) A söylediğinde son derece motive edici oluyordu. Sürücü koltuğuna binmek üzereyken C’nin gözüne ilerideki sokağa giden ve az önce içeride bulunan bir müşteri takıldı. Pek bir şey almamıştı, fakat yürürken zaman zaman onlara bakıyordu. Pek değil, topu topu iki defa bakmıştı fakat C iki bakışı da yakalamıştı. İkinci bakıştan sonra adamın hızlandığını fark etmesi C’nin şüphelenmesi için yeterli sebepti. Arabaya, şimdiye kadar binmesi gerekirken, dışarıdaki o müşteriyi izleyen C, A’nın dikkatini de çekmişti. Yan koltuğa çoktan oturmuş olan A’ya doğru kapıdan başını eğdi.
“Sanırım, geldiğimizi fark ettiler.”
“Ne oldu?”
“Şu müşteri, biz ilk geldiğimizde marketteydi ve bizden sonra ayrıldı. Görünüşe göre, bir temizlik bezi dışında pek alışveriş yapmamış.”
“Benim de gözüme çarpmıştı”
“Gidelim”
C hızlıca araya bindi ve çalıştırdı. Sanaa müdürü, bu konuşmaya şahit olduğuna şaşırmıştı. Kendisi çoğu zaman çalışanlara dahi dikkat etmezdi. Sanırım pek çok yerde anlatılan ün buradan kaynaklanıyor diye düşündü. Hızlıca patinaj çekip hareket geçen arabanın içinden A, müdüre doğru başını damdan uzatarak “tekrar geldiğimde bu kez kontrole geleceğim” diyerek uyarısını yapmak istedi.

Öndeki arabayı takip etmeye başlamışlardı.
“Sence takip etmeli miyiz?” dedi A.
“Bizi fark etmiştir. Muhtemelen Alfaha’ya gitmeyecek.”
“Bizi ne kadar oyalarsa oyalasın sonunda bir yere gitmesi gerekecek. Yakalamamamız imkansız.”
“Evet ama bize bilgi verecektir diye düşünürsek J’yi kaçıracağız”
“Haberi olduysa J, çoktan bulunduğu yerden çıkmıştır.”
“Bizimle karşılaşma ihtimali yüksek. Oradan çıkmayı göze alamaz”

Bu küçük fikir alışverişine A’nın telefonu çalarak ara verdi.
“Nereye gidiyorsunuz” B’nin telefondaki sesi heyecanlıydı.
“Alfaha’ya” dedi C. A biraz hayalkırıklığına uğramış gibi görünse de J’nin oradan çıkamamış olduğu düşüncesi ağır basmaya başlamıştı.
“Pekala, ilerideki sokaktan sola dönün. Doğu’ya gitmeniz gerekiyor”

İlerideki sapağı gören A, biraz kararsızdı. Normalde çok fazla kararsız kalmazdı ama öndeki arabayı da izlemek gerektiğine inanıyordu. Bu endişesini zaman zaman gözünü yoldan ayırıp, aynaya ve A’ya bakan C fark etmişti.
“Merak etme o araba da buradan çıkamayacak”
Rahatlatmaya çalışıyordu. A yine de işini garantiye almak için telefona doğru hamle yaptı
“B, bir araç daha var. Renault broadway eski model. Yerel polis ile irtibata geçip onu yakalayıp oyalattırabilir misin. Kafandan bir suç uydur ve yakalansın. Salıverilince biz geri dönüp onu ele geçiririz.”
“Anlaşıldı”
Plakasını söyledikten sonra, koltuğuna doğru yaslanan A, sadece başını oynatarak C’ye baktı. Bu bakışı fark eden C, ufak bir göz kırpma ile karşılığını verdi.

Kısa bir yolculuğun ardından Alfaha bölgesine giriş yapan ikili, arabalarını parkedip durdurdular. Muhtemelen hangi marka arabayla geldikleri artık bilindiğinden dışarıya çıktılar. Hızlıca sokağa doğru harekte geçtiler. İkisinin de bir eli, bellerindeki silaha oldukça yakın duruyordu. Artık yapmaları gereken sokağı ve yerleşim yerlerine hızlıca gözleriyle taramaktı. İkisi de gözlem konusunda oldukça başarılı olduklarından, aradıklarını bulabileceklerine inanıyorlardı. Bir süre sokaklarda dolaşmalarının ardından, üç katlı bir binanın ikinci katındaki pencereyi fark etmeleri de uzun sürmedi. Öncelikle, güvenli bir yere geçmeleri gerektiğini ikisi de biliyordu. Kendilerini bekliyorsa J mutlaka yukarıya çıkış için bir önlem almış olmalıydı. Hatta binanın bulunduğunu da an itibarı ile öğrenmiş olabilirdi çoktan. Tam da bu esnada az ilerilerinde bir telsiz gördüler. C telsize doğru hareketlenirken A da onu koruyordu. Etraf oldukça sakin görünmesine rağmen bir çatışma ihtimali her an ortadaydı. Telsizi elinde alan C, düğmeye basarak konuştu.
“Hello”
Cevap geleceğini biliyorlardı ikisi de. Hiçbir telsiz tesadüfen Sanaa’nın arka sokaklarına düşmezdi.
“Merhaba C.” İkisi de karşıdaki kişinin C’nin adını bildiklerine şaşırmıştı fakat telsizdeki sesin J’nin sesi olduğu da su götürmez bir gerçekti. “Madem ki buradan çıkamayacağım, o halde konuşalım, diğer türlü siz de çıkamayacaksınız çünkü. Yirmi dakika sonra otoparkta. Gelmenizi isterim.” J’nin sesi kendinden emin geliyordu..

Perfectly Exact #9 & #10 (Kısım 1)

Sanaa’daki en büyük H marketine girdi A ve C. Buraya girmeleri çalışanlar ve yönetici için büyük lütuf sayılırdı genelde. Genelleme yaparken sadece Sanaa ile sınırlı tutmak yersizdi aslında. Dünyanın neresindeki H marketlerine girerse girsin A veya ailesinden biri başbakan gibi bir muamele görürdü. Çünkü dünyanın A’nın sayısını unuttuğu kadar fazla ülke ve şehrine yayılmış olan H marketleri onlara aitti. Hala da merkezi yönetim ile varlığını devam ettiren bir oluşum olduğundan, bir nevi kral sayılabilirdi A, H marketleri için. Geleceklerinden son anda haberi olmuştu H marketleri Sanaa Müdürü’nün. Genelde tebdili kıyafet dolaşan padişahlar gibi denetlediği olurdu A’nın marketlerini ancak bu seferki biraz farklıydı. O yüzden gelmeden kısa süre önce haber verme gereksinimi duydular.

A ve C’nin geleceğinden son saatte haberi olmuş olan müdür, elinden geldiği kadarıyla çeki düzen vermişti mekana. Geldiklerini gördüğü anda da hürmetini gösterip önlerinde hafifçe eğilerek kendini tanıttı. Kendisini zaten tanıyan (daha doğrusu gelirken sadece ismini öğrenmişlerdi uçakta) A bu ayrıntıyı gereksiz bulmuştu. Bir an önce işe koyulup peşinde oldukları ekibi yakalamak istiyordu mümkün mertebe. İçeriye girdiklerinde, onları hayatları boyunca ilk defa gören ve muhtemelen bir daha da göremeyecek olan H Sanaa merkez marketi çalışanları bu anın tadını çıkarmak için dikkatlice izliyorlardı A ve C’yi. Dışarıdan gören olsa fotoğraf çektirmek için koşturulan bir ünlü sanırdı bu ikiliyi. Tamam, iki ünlü sanırdı.

Oldukça geniş bir alana yayılmış marketin sonlarında müdürün ofisine oturduklarında, kendilerinin kahve içip içmeyeceğinin sorulması sinir bozucu bir hareket gibiydi. A bu gereksiz hürmete müdahale etmek için harekete geçti. Aslında sıkça yaptığı kontrollerinde çalışanların davranış biçimlerine fazlaca özen göstermesiyle ün yapmıştı tüm dünyadaki H çalışanları arasında. Ve ne zaman hangi markette olacağını bilemezdiniz. Bir gün, Simferepol’deki küçük marketlerin birinde gezerken ertesi gün hata aynı günün akşamı Rabat’ta olabiliyordu.
“Bakın, biliyorum bana karşı dikkatli ve özenli davranmak istiyorsunuz. Başka zaman olsa kesinlikle bunu beklerdim ve sizi de sıkıştırırdım ama şuan başka bir işle uğraşmamız gerekiyor. Anlatabiliyor muyum?”
Bu sözler karşısında, rahatlaması gerekirken daha da bir heyecan ve sıkıntı basmıştı müdürü aslında. Beklemediği bir durumdu. Olağan ve namını çok duyduğu bir kontrol olduğunu düşünüp, haberi alması ardından geçen bir saati tamamen buna hazırlanarak geçirmişti. Bir anda savunmasız ve tabir-i caizse açıkta hissetti kendini. Tabi, bu hazırlığı anlatıp “bizi kontrol edin” diyemezdi artık. İstemese de boyun eğmek durumunda kalmalı ve şuan kendisi için tamamıyla sürpriz olan “şey”i öğrenip elinden geldiğince yardım etmeliydi.
“Tabi efendim, anlıyorum.”
Burada bir parantez açmak gerekmekte. H çalışanları, marketin bulunduğu bölgeden seçilmelerine rağmen müdürler merkezi yönetim tarafından yollanırdı. Bu koşullarda Edirne’deki eğitim merkezinden denmeli. Asıl olarak G’ye kayıtlı bir kuruluş olsa da H marketleri ve diğer şirketleri, G’ye kayıtlı olan hiçbir holding veya şirketin merkezi orada bulunmazdı. Zaten G kendilerinin kolaylık için yarattığı bir nevi katalizördü. H için de durum bundan farksızdı, resmi kayıtlarda G ülkesinin şirketiydi fakat tüm merkezi Edirne’de buluyordu. Yaklaşık 6.000 çalışanın çalıştığı devasa bir bina. G’nin toplam nüfusundan bile fazla. Bu binanın ekleri de vardı elbette. Bir nevi H’ın üssü gibiydi o alan. İşte dünyanın herhangi bir ülkesinin herhangi bir şehrindeki H marketlerinin şehir müdürleri, Bu kompleks yerleşimdeki eğitim merkezlerinde yetiştirildi. Elbette sadece müdürler değil, çeşitli alanlardaki bir çok çalışanı. Bu yüzden hepsi Türkçe ve en az iki dilin yanında çalışacakları ülkenin de dilini bilirlerdi. Oldukça yoğun bir eğitim aldıklarını söylemek şaşırtıcı olmazdı herhalde. Enderun bile bu kadar sıkı olmayabilirdi.
“Tamam o halde. Bizim Alfaha bölgesine gitmemiz gerekiyor şuan. Fakat kimliğimizi belli edemeyiz. O yüzden, marketin bünyesinde bulunan fakat logomuzun da olmadığı Sana için dikkat çekmeyecek bir arabaya ve yol tarifine ihtiyacımız var. Sanırım o arabada navigasyon yoktur değil mi.” Dedi A.
O ana kadar konuşmayan C elini ceketinin cebine götürerek “Bende var A” diye gururlandı.
“Pekala o halde. Sen B ile iletişime geç. Bize, arabaya bindiğimiz andan itibaren direktifler versin. Hadi harekete geçelim.”
A ile birlikte müdür ve C de ayağa kalkmıştı. A’nın emir verircesine bakışı sonrası müdür, tarif edilen biçimde bir arabayı bulmak ve hazırlamak için yola koyuldu. Odadan çıkarken de merakına yenik düştü;
“Bir problem mi var efendim marketlerimizle ilgili?”
“Bu…” A yere bir süre yere baktıktan sonra başını kaldırıp gözlerini de Sanaa müdürüne dikti. “…kesinlikle bilmek istemeyeceğin bir konu.”

14 Aralık 2008 Pazar

Taraf Tutmak


Hayatın rutin akışı içerisinde insanlar yaşamlarına biraz heyecan katmak için çeşitli yollara başvururlar. Ufak tefek bu tür hareketler normal bir süreci heyecanlı hale getirebilir. Benim de zaman zaman farkında olmadan yaptığım eylemler var elbette. Bunlardan en önemlisi, taraf tutma eğilimi. Alakalı alakasız, ticari alan olsun, spor olsun, şehirler e ülkeler olsun arada rekabet olabilecek veya iki rakibin ya da bir amacın peşinde koşan iki adayın olduğu bir çok durumda o adaylardan, rakiplerden birini içten içe desteklerim. Son derece çeşitli alanlara yayılmış durumda tuttuğum taraflar. Bu güzel pazar gününde biraz bunlara değineceğim.

Öncelikle yiyecek alanına girelim. Her zaman, McDonald's a karşı Burger King i tutarım. Hatta bir aralar bu öyle güçlü bir taraf tutmaydı ki McDonals's şubelerini düşman toprakları olarak görürüm. Whopper'ın güzelliğinden bahsederim fırsatta. Tadı güzel olabilse de mesela mcdonalds menülerini sevmem. Çünkü tuttuğum taraf burger kingtir. bir kere "in the land of burgers, whopper is the king" diye bir söz var ortada. Ötesini konuşmaya gerek yok herhalde.

Bir diğer taraf ise Starbucksa karşı Gloria Jeans. Bu rekabette önceleri Kahve Dünyası tarafını tutuyorduysam da buralarda pek yakınımda olmaması dolayısı ile ve ezeli rakibimiz starbucks denen illet kuruluşun karşısına dikilmiş, kahveleri de son derece güzel olan Gloria Jeans ön plana çıktı. Bunu biraz şeye benzetiyorum. İzlemiş olanlar için You've Got Mail filminden bir sahneyi hatırlayın. Batı yakasına dev alışveriş merkezi açma niyetindedir FOX grubu. Oradaki mahalle ruhu ile büyümüş ve o toprakların felsefesine alışmış koşedeki dükkan çalışanı adam bu mağazanın önünden geçerkn burun kıvırır ve "rezalet" der. Onun gibi işte. Bir kere tuttuğum taraf olan Gloria Jeans kahve anlamında yetkin bir yapıya sahip. Br kaç ay önce zorunlu olarak girmek zorunda kaldığım bir starbucks ta istediğim colombian supreme sonrası "filtre kahve verelim, onlar da kolombiya'dan geliyor" denmesi üzerine şiddetle kaçtım ve doğru tarafı tuttuğumu anladım.

Aklıma gelen bir başka rekabet Firefox. Firefox bizim neyimiz, canımız. İlk başlarda kullandığımda ie'a fark atan yapısıyla sevmiş olsam da zamanla altında yatan ideolojik nedenler ön plana çıktı elbette. Bir kere istendiği gibi değiştirilebilir. Her türlü eklentiyle her şekle girebilir. Sadece siz nasıl isterseniz. Çabalarımız sonrası da bu alemde kendine yer edinmeyi başarmıştır. Her firefox başarısında kendimi çok daha mutlu hissediyorum.

Buna rağmen, az önceki ideoloji ile ters gibi olabilir fakat daha MSN ve Yahoo derin rekabet içerisindeyken de tuttuğum taraf vardı. Nitekim tuttuğum tarafın zamanla bu mücadeleyi kazanmasından da çok memnunum. Yahoo yu köşesine tıkmayı başardık. Şimdilerde gtalk ve google instant message servisleri ile mücadele içerisindeyiz fakat zorlu bir mücadele olsa da bu alanda gtalkı yenebileceğimize inanıyorum.

İnternet dünyasndan uğrayacğım bir başka yer ise Last Fm. İlk çıktığı vakitler derin bir ilgi uyandırmış olsa da zamanla bu alaka katsayısı x>0 || x<1 şeklindeki sayılarla çarpılarak değişti. Hiç bir zaman yüzümü dönüp gitmediğim, halen sözlük, blogger ile birlikte en çok uğradığım site olarak yanında olduğum ve tarafını tuttuğum yer oldu last fm. İkisi aynı kularda olmasa da last fm in zirvedeki yerini (popülerlik anlamında) sarsan olay facebook olduğundan ötürü de ona karşı da bir rakip edasıyla baktım hep.

Bir futbol maçı izlerken de hiç alakam olmayan takımlar da olsa hemen bir taraf tutmaya yakın hissederim kendimi. Bilenler bilir, çeşitli ülkelerden tuttuğum takımlr var. Beşiktaş, Sochaux, River Plate, favorilerimdir. Tabi çok daha fazlası var elbette. Sadece maç izliyor olmam yeterli bunun için:)

Genelde ikinci sıradakilere büyük sempati besliyorum. Birinci birincidir, saygımız vardır lakin birinciyle mücadele edebilecke kapasitede olan şey ise ikincidir. Zaman zaman birincinin gölgesinde kalan ikincinin barındırdığı pek güzel özellikler olur hep yakından bakılırsa. Kendi karakterlerini oturtmuş ve birinciden de nefret etmeyen ama onun kadar önemli olduğunu bilen mütevazı insanlardır ikinciler. Bu birincilik ve ikincilik durumu da taraf tutma eğilimime en çok şehirlerde yansır. Çeşitli ülkelerden, çeşitli şehirlere karşı sempati duyarım. Bunlar da genelde ikinci şehirler olurlar. Örneğin Mısır'dan Kahire'ye karşı İskenderiye, Romanya'dan Bükreş'e karşı Köstence, bulgaristan'dan Sofya'ya karşı Varna hep tuttuğum şehirlerdir.

kendimi zaman zman bu rekabete oldukça kaptırırım. Hatta rekabet olmasa bile kafamdan senaryo yazıp rekabet yaratır ve taraf tutarım. görüldüğü gibi çok çeşitli alanlarda tezahür eder bu. Siz de yapın, güzel oluyor :)

Pazar Şarkısı ve bir küçük eklenti daha

Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem,
Parmaklarımda cıgaram,
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin.

Giderim deniz çeker;
Deniz çeker, dünya tutar.
İçkiye benzer birşey mi var,
Birşey mi var ki havada
Deli eder insanı, sarhoş eder?

Bilirim, yalan, hepsi yalan;
Taka olduğum, tekne olduğum yalan;
Suların kaburgalarımdaki serinliği,
İskotada uğuldayan rüzgar,
Haftalarca dinmeyen motor sesi,
Yalan....

Ama gene de,
Gene de güzel günler geçirebilirim;
Geçirebilirim bu mavilikte.
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
Her sabah erikleri saran buğudan,
Buğudan, sistem, aşktan, kokudan...

Ne kağıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi... hepsi fasafiso.
Ne takayım, ne tekneyim.
Öyle bir yerde olmalıyım
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
İnsan gibi.

Orhan Veli KANIK

Yeni Başlık

Efenim bu "üstbilgi" resmini sevgili prettyinpink hazırladı. Ben de çok beğendim. Artık "üstbilgim" budur. Kendisine teşekkürü tekrar bir borç bilirim. S candır!!
Öte yandan blogger ayarlarını karıştırırken çıkan "düzeni düzenle" ifadesinin hayranı oldum. Dipnot olarak belirtmek isterim. Dilime çok dolanacak gibi yakın zamanda. :)

13 Aralık 2008 Cumartesi

Perfectly Exact #8

“Hoş geldin” derken ukala ve kendini beğenmiş tavrı her halinden anlaşılabiliyordu A’nın. Kapıdan içeriye C ile birlikte giren BK ilk başta biraz şaşkın ve heyecanlı olmasına rağmen şimdi bu hislerini geri plana itmiş gibi görüyordu kendini. Karşısında ülkenin en zengin ailelerinden birinin 25 yaşındaki genç üyesi, muhtemelen geleceğin sahibi olan A, beyaz üzeri oldukça mat kahverengi dikey çizgili gömleği, uygun pantolonu ve elinde yarıya kadar içilmiş kırmızı şarap kadehi ile geniş koltuğunda oturuyordu. Bir yandan çok da etkilenmiş gibi görünmek istemeyen BK gözucuyla hemen arkasında, kendisine çok yakın duran C’yi hesapta bulunduruyordu dikkatli izlemek yerine.

“hoş buldum” diye hareketlendi BK. Daha doğrusu, bir hamle yapacağı duygusu hissettiren söyleyiş biçimi sonrası normalde hareketlenmesi gerekirken sadece başıyla küçük bir selamlamayı seçti. Koltuğun yanında duran sigarasını yakmasının akabinde gözlerine duman kaçmaması için refleksleri harekete geçip kafasını ani hareketle yukarıya kaldıran A söze girmeyi yeğledi.
“Sanırım gelirken C, kulağına bir şeyler fısıldamıştır.” Bu sözü duyan C de yüzüne arsız bir gülümseme takınarak “Evet hem de kendimi sıka sıka son derece üstü kapalı biçimde.” Dedi. Bu şekilde bahsetmekten rahatsızlık duyduğunu belirten açık ifadesiyle de “gerçekten zordu” diye ekledi. Hafifçe C’ye doğru gülümseyen A’ya bakan BK “ilgimi çeken birkaç şey söyledi” diye çekincesinin yanında merakını da belli etti. Sigarasından çektiği dumanı dışarıya veren A, ciddi bir tavır takınmak için hafifçe öne doğru eğilerek konuşmaya başladı.
“Durum şu; geçenlerde bir dergiye verdiğin pozlar gözüme çarptı. Gerçekçi olmak gerekirse fazlaca tahrik olduğumu belirtmek isterim.” Arkadan yine heyecanla söze giren C “Emin ol fazlaca derken….FAZLACA oldu.” dedi gülümseyerek. Yeniden ciddi tavrına dönen A sözlerine devam etti. “İşin özü şu ki, seninle sevişmek istiyorum. Elbette eğer sen de istersen.” Bu kadar da açıkça belirtmesini beklemeyen BK, gözlerini şaşırdığını belli ederek açtı. “Şaşırdığını biliyorum” diye sakinleştirici etki bırakmak istedi A. “Sadece” duraksayarak sözlerine devam etti BK “bu kadar açıkça söyleyeceğini tahmin etmiyordum. Biraz kur yapma olacağını düşünürdüm en azından sevişmek için”. Bu sözlere de A şaşırmıştı. “ Bundan daha iyi olduğunu biliyorum. Sevişmenin kendisini sevdiğini sanıyordum. Senden, en önemlisi SENDEN bunun için önkoşul olarak çeşitli oyunlar beklemezdim.”

Yerinden doğrulan A gözlerini tamamen karşısında duran BK’ya çevirdi. Aynı zamanda arkasına iyice yaklaşan C, BK’nın saçlarını koklamaya başlamıştı.

“Öncelikle sana para teklif etmeyi düşündük C ile. Fakat bunun sana karşı bir terbiyesizlik olacağında karar kıldık. Biliyorsun çok yüksek bir para ile ayrılabilirsin buradan. Fakat böyle yapınca hem sevişirken sana duyacağımız saygı yok olacaktı ki bu pek içinde bulunmak istemeyeceğin bir durumdur emin ol, hem de isteyerek sevişmeyecektik. Sen de ben de.”
“Direk konuya girmek ne demekmiş en detaylısını burada görüyorum sanırım” dedi BK. Sözlerinde biraz rahatlamışlık hissi görmezden gelinemezdi. Bu rahatlamada da saçlarında ve omzunda çenesini gezdirip bir elini de belinde dolaştıran C’nin eylemlerinin etkisi görmezden gelinemezdi.
“Elbette az önceki sözlerim birkaç konuyu belirsiz bırakmış durumda. Daha doğrusu yetersiz bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Örneğin madem bu şekilde sana duyduğumuz saygıyı belirttiysek, bu teklifi geri çevirerek saygınlığı daha da arttırabileceğini düşünebilirsin.”
“Anlamadım”
“Aslında temel şu. Sadece ama sadece sevişmek istediğin için sevişmeni istiyorum ve senin de sevişmeyi sevdiğini biliyorum. Para isteyebilirsin, istemeyebilirsin. İstemeyip sevişmeyi kabul edebilirsin. Ama para almayarak sevişmeyi kabul etmen de saygı duyma içgüdüsüne dayanmamalı. Öte yandan, madem ki bu kadar para kazanma şansın var. Kabul etmiyorum deyip çıkabilirsin. Ama kabul etmeme nedenin, istememen değil de sadece para alamama durumu ise tahmin ettiğim gibi karakterli çıkmadığını düşünürüm. Yani para almak istemek fakat para alarak seviştiğinde muhtemelen son derece canını sıkacak ve seni aşağılayacak bir sevişmeyi istememek ve asıl neden para alamaman olmasına rağmen sanki istemiyorum da sevişmiyorum intibası yaratmaya çalışman.”
“Pek takip edemedim.” Diye bu uzun açıklamadan yeterince anlam çıkaramadığını ima etmek istedi BK. Öte yandan, az önce çenesinin dokunduğu omuzlarına dudaklarının değmeye başladığı ve az önce belinde dolaşan elin eteğini hafifçe kaldırıp bacaklarını okşamaya başladığı C’nin de etkisiyle dudaklarını ısırmaya başlamıştı.
“Karar senin” diye koltuğuna oturan A sigarasının uzamış küllerini etrafa dökerken bir yandan da kadehine uzandı.
“Kabul et. Zevkli olacak” diye kulağına fısıldadı C. Şehvetli ve gerçekten yanmakta olan bir sesti. C’nin etkisiyle gözlerini kapatıp bir süre kendi dünyasında dolaşma başlayan BK, gözlerini açtığında “pekala” diye fısıldayabildi sadece. Onayı aldığını belirterek gözlerini A’ya karşı açıp kapatan C, A’nın “Ne zaman Sanaa’ya hareket etmemiz gerekiyor” sorusuna boşta olan elindeki işaret ve orta parmağını kaldırarak iki saat olduğunu belirten işaretini gösterdi. A bir yandan kalan süreyi de göz önünde bulundurarak “bir buçuk saatlik zevk için bu kadar uğraşmaya değer miydi?” diye içinden geçirdi. Fakat ayağa kalkıp BK’nın yanına doğru giderken onun çoktan C ile öpüşmeye başladığını görünce bunları unuttu..

Üç Nokta


İnternette dolaşırken stumbleupon yardımıyla buldum bu fotoğrafı. Aklımdan, yüzlerce satırlık bir öykü gelip geçti..yazmayı denedim..zaten yazılmıştı hiç bilmediğim bir yerde, resmin içindeki hayatta.. Sadece gördüm. Dakikalarca baktım..Bakakaldım fotoğrafa ve o aşka..Arkada bu müzik çalıyordu o hiç bilmediğim yaşanmışlıkta...



Orjinal link: http://data.tumblr.com/2m8BXUfrig6y1a4yAxQVRgi6o1_500.jpg

12 Aralık 2008 Cuma

7 Aralık


Hayatta bazı tarihlerin, dönüm noktası olarak kendine yer bulabileceğini düşünürüm zaman zaman. Öyle bir tarihtir ki, geleceği şekillendirebilecek eylemler, bir çok farklı kurgunun kesişim kümesinin kendine yer edindiği zaman oluverir. Aklıma ilk gelen örnek back to the future filminden. sanki her şey 12 kasım 1955 e sıkışmış gibiydi. Marty'nin 30 yıl geriye gittiği zaman dilimi. Tüm karakterlerin geleceğini belirleyen bir tür kırılma noktasıydı.

"Zaman zaman" düşündüğümde benim için de bu tür bir tarih olduğu fikrine kapılıyorum. 7 Aralık. İlginç bir biçimde hayatıma girmiş öemli insanlarla ilişkili ve hayatımda önemli karar ve eylemlerin vuku bulmalarıyla doğrudan bağlantılı bir tarih 7 Aralık. Bir şekilde her yıl 7 Aralık tarihinin önemli olduğunu düşünmeye başladım artık. Wormhole diye geçiyor aklımdan. Ok, not exactly like that ama benzer. bir tür çekim yasası gibi. Ailem ve akrabalarım dışında ilk defa aklımda tutabildiğim bir doğum günü tarihi. Hatta hayatımda kendine yer edinmiş iki önemli insanın. ya da ömrü hayatımda hissettiğim ve belki de bir daha hiç hissedemeyeceğim duyguları hissettiğim tarih 7 Aralık 2005... Bir şekilde evren sanki her yıl 7 Aralığı bana ayırıyor gibi hissediyorum. Bu yıl ilk defa çekim ortamından eve döndüğüm ve kendi kendime geleceğe dair bazı sözler verdiğim gün de 7 aralıktı.

How I met Your Mother'ın birinci sezon on üçüncü bölümü olan "drumroll, please" bölümünün açılışı geliyor aklıma. Gelecekteki ted o bölümün başında "Robin düğüne katılamıyordu ama ben o gecenin hayatımda dönüm noktası olacağına kendimi inandırmıştım" diyor. İlginç...

11 Aralık 2008 Perşembe

10 Aralık 2008 Çarşamba

Küçük Gibi Görünen Fakat Fena Huzursuzluk Veren Problem


Merhaba sevgili okuyucu. Nasıl geçiyor bayramınız acep. Beni soracak olursanız çok iyiyim. Küçüklerimin gözlerinden büyüklerimin de ellerinden öperim. Ama sevgili okuyucu bir problemim var;

Şöyle ki; bıyıklarımın terlemeye başladığı (bu tabirin hastasıyım) vakitten beri hep aynı berberi kullandım gerek sakal gerekse saç için. Saç için hatta çok daha öncesine dayanır kendisiyle hukukumuz. İzmit'te üniversite eğitimimi sürdürdüğüm yıllarda dahi saçlarımı kestirmek için Edirne'ye gitmeyi beklerdim. Bazen Edirne'deki arkadaşlarım da altında gerçek barındıran şakalarla takılırlardı bu duruma "Sen buraya sırf saçlarını kestirmek için geliyorsun zaten" diyerek. Bilenler bilir, bir erkek için değiştirmesi çok zor olan alışkanlıklardan biri de gittiği berberdir. Şimdi saçlarım çok afedersiniz papaz mertebesine ulaştı fakat burada kestiremiyorum. Böyle bir huzursuzluk kaplıyor içimi. Şimdi iki saat uzunluk tarif et, sonra istediğin uzunluğu tutturamasın pişmanlık içinde evde nutella falan ye. Üzülüyor insan(tamam nutella kısmı hüzünlü değildi kabul ediyorum :)) 10 yıldan uzun bir süredir gittiğim berberim tam ayarı tuturabiliyor. Artık saçlarımı kesme konusunda uzman olmuş adam. "Her zamankinden" dememle birlikte başka hiç bir açıklamaya gerek duymadan saç kestirmek ne şahane bir duygudur bilir misiniz ey okuyucu? Abidin bence, berberde istediği ayarı tutturabilmiş erkeği çizerdi mutluluğun resminde. O derece. Yakın bir vakitte ana nedenin saçlarımı kestirmek olacağı bir Edirne ziyareti kapıda gibi...

9 Aralık 2008 Salı

Perfectly Exact #7

G’de soğuk bir akşamüzeri idi. A, tamamen kendine ayrılmış olan üç katlı ve geniş bahçeli evde, camı tüm duvarı kaplayan oturduğu odadan okyanusa göz gezdiriyodu. Az önce C’nin getirdiği colombian supremo’dan da bu manzarayı tamamlarcasına gelen kokuları taşıyan dumanı içine çekiyordu. Daha önce Güney Amerika’da çokça bulunmuştu, şimdi içtiği bu kahvenin her yudumunda oranın sıcaklığını duyuyordu. Hem mecazi hem de gerçek anlamda sıcaklığını..

Okyanus kenarındaki bu eve gelişi sağlayan tek şeritli asfalt yola ve kenarında sıra sıra dizilmiş ince ağaçlara bakarken içinden geçenler, zaman zaman aklına takılan fakat aklına takıldığı bu vakitlerde kendince bahaneler bulup savuşturmayı başardığını düşündüğü konulardı. “Nereye kadar gidecek?” diye geçirdi içinden. Aslında bu düşündüğünü C duysa oldukça klişe ve sıradan bulurdu. Hoş kendisi de öyle bulurdu. Pek sıradan bir hayatı olmadığı için sıradan sorgulamalarda bulunmanın kendisi için uygun seçeneklerden biri olmadığını düşünürdü. Belki de düşünmezdi. Öz benliği, böyle düşünmesi gerektiği yönünde kendini zorluyordu. Yoksa zaten düşünmez olsaydı şimdi kafasında uçuşan bu düşünce neyin nesiydi ki? Böyle hayata ve kendine dair, başkalarına sıradan gelebilecek sorgulamaları kendi kendine yaptığı vakitlerin film karelerini andıracağını düşünürdü hep. Eternal Sunshine of The Spotless Mind gibi saygı uyandırmış ve her izleyende o tadı yakalamayı başarmış özel bir film olmalıydı film de. Sıradan bir B movie’ye kesinlikle tav değildi.

G’nin ufak havaalanından dışarıda bekleyen C’nin arabasına binen B, önce klasik bir hal hatır sordu. Uzun fakat oldukça pahalı dedektifleri andıran lacivert paltosunun altında Pierre Cardin imzalı takım elbisesi onu fazlasıyla şık göstermeye yetiyordu. “Beş dakika mı sürecek” diye sarkastik gülümsemeyle sordu. C, yüzünü benzer biçimde güldürerek “daha kısa olduğunu sanıyorum” dedi. Elbette ki bu kısa sohbetin esprisi G’nin, kendilerinin yaşamaya alışık olduğu büyük şehirlerden epey farklı olması idi. Dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan G, sadece bir şehre sahipti. O da başkenti G. Madeira ile Azores un diğer köşelerini oluşturacağı dik üçgenin üçüncü köşesini ve doksan derecesini oluşturan yerdeydi. Bu ülkenin ilginç özelliklerinden biri üzerinde yaşayanların hiçbirinin sadece G vatandaşı olmamasıydı. Devlet memurları dahil tüm vatandaşlarının çifte pasaportları vardı. Örneğin A,C ve B, G vatandaşlıklarının yanı sıra aynı zamanda Türk vatandaşıydılar. Bunun yanı sıra herhangi bir G vatandaşı dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğuna vizesiz girebiliyorlardı. Elbette bu özellik karşılıklıydı. G vatandaşlarının girebildiği ülkelerde yaşayanlar da G’ye vizesiz girebilirlerdi fakat onların bu durumdan pek haberi yoktu. Zaten şu anki nüfusu 5.805 olan bir ülkenin dünyada pek bilinirliği de olmazdı. Bu nüfusun 1.674 kişilik kısmını da devlet memurları oluştururken..

Klişe sorgulamalarını, saygın bir film karesine yakıştırarak gerçekleştireceğini düşündükten fakat yine “kendi kendine” gerçekleştirdikten sonra biraz hareketin iyi geleceğini düşünen A, bazılarını çok iyi bildiği farklı dövüş teknikleri üzerinde pratik yapmaya karar verdi. Merdivenlerin ulaştığı üçüncü kattaki son basamağın hizasındaki iki duvara, girişe kadar boşluktan oluşan merdiven aralığını ortalayacak şekilde elastik iplerini bağladı. İki ipin diğer uçlarını da beline sardığı özel kemerin tutamaçlarına takarak merdivenlerin yanındaki trabzanın üzerinden yere doğru salındı. İlk metredeki ivmelenmenin aksine iplerdeki elastikiyet onun atlayışı birinci kata doğru geldiğinde eksi ivmelenerek durdu ve yukarıya doğru harekete geçirdi bu kez de. Mevcut hareketlerin içinde, havada takla atıp tekmeler savururken bu tekmelerin ying xiong filmindeki gibi sanat içerip içermediğini merak ediyordu.

256 saniyelik yolculuğun ve 42 saniyelik yürüyüşün ardından A’nın tripleks evinden içeriye giren B ve C, zamanın yavaş akmasıyla kazanılabilecek görüntünün yansıdığı fakat bu vizyonu oluşturan şeyin A’nın vücuduna bağladığı elastik iplerden oluştuğunun da belli olduğu manzarayla karşılaştılar. Kesinlikle bu yavaş serbest düşme esnasında çeşitli dövüş hamlelerinin yapılması izlemeye değer bir manzara idi. Üstelik bu hareketleri yapmakta olan kişi, bu yetenekte dünyada sayılabilecek ilk onun içinde kendine yer bulması kuvvetle muhtemel olan A ise. Bir süre manzaranın tadını çıkaran B ve C, seyretmek için olağan sürenin geçtiğini düşünerek A’ya oraya geldiklerini belli edecek olan küçük öksürükler çıkardılar. Sesleri duymasıyla birlikte beklediği misafirlerin geldiğinin farkına varan A gözlerini açarak üçüncü katta, tam da başladığı yerde durdu. Bir ile iki saniye arası zaman zarfı beklemesinin akabinde kendini ilk hareketinde olduğu gibi yere doğru bıraktı. Fakat bu kez ilk kata gelip, esnemenin etkisiyle yavaşlamasıyla birlikte beline sarılı tutamaçları, elastik ipten kurtardı ve müthiş bir denge ile tam da B ve C nin dört adım önüne düştü. 23 nisan şiiri okuyan çocuğun, şiirini bitirmesiyle birlikte vereceği selamı vererek gülümsedi. “Lara Croft’tan daha iyi olduğumu söyle” dedi C’ye bakarak. Kaşlarını şaşırmışçasına yukarıya kaldırarak gülümseyen C “ikinizi dövüşürken görmek isterdim” dedi. Bu manzaranın baştan çıkarıcılığını düşünen A “ben de” diye iç geçirdi. B’yi selamlayarak “Hoş geldin B” şeklinde olağan karşılamasını yaptı. “hoş buldum efendim” diyerek çantasından çıkardığı dosyayı A’ ya uzatarak “son raporlar” diye hesap verdi.
Dosyayı biraz karıştırdıktan sonra;
“Yeni gelişme var mı?” hesap sordu A.
“Yeni planlarımız çerçevesinde, fikir adamımızı işe aldık. F’te işe başladı.”
“Neler yapabileceğini çok merak ediyorum” diye heyecanlandı A.
“Ben de efendim.” B’nin sesi biraz kaygılıydı.
“Bu mu?” Dosyadan, B’nin istihbarat ekibinin oluşturduğu özgeçmişin sol üst köşesinde duran fotoğrafa baktı A.
“Yakışıklıymış” dedi C sırf söze karışmak için.
“Evet efendim. İsmi A1. Planlandığı gibi üstü kapalı birkaç görev ile yine test edeceğiz. Henüz kurumlarımız hakkında bilgi sahibi olmayacak. Eğer düşündüğümüz gibi başarılı olabileceğini görürsek gerçek arenaya sokacağız.”
“Güzel” Dosyayı daha sonra yeniden almak için B’ye geri veren A heyecanlıydı. Yukarıya doğru kahve içmek üzere çıkmaya başladı. B ve C de peşinden geliyordu…

8 Aralık 2008 Pazartesi

Gri

Kadın sordu şehirlerarası otobüs terminalinde beklemekten sıkıldığında “Daha gecikecek mi bu otobüs?” Biletçi kız bir şeyler söyledi. Kadın yüzünü buruştura buruştura peronlara doğru ilerledi. Mavi çizgili beyaz gömleği ve ona son derece uygun gibi görünen ceketi ve eteği ile dışarıya çıktı. O kadar sıkılıyordu ki sinirinden yerinde duramıyordu. ”Şu otobüs gelse de bir an önce bu kıyafetle bile bana dik dik bakan dar görüşlü ve hiçbir imkanı ile çekiciliği olmayan bu berbat şehirden gitsem” diye geçiriyordu içinden.
Otobüsünün kalkacagı on dokuz numaralı perona doğru hızlı ve sabırsız adımlarla ilerledi. On dokuzuncu peronda ayakta dikilmekte olan ve orta yaşı çoktan geçtikleri hallerinden belli olan bir kadın ve bir erkeğin (muhtemelen evli idiler) yanına geldi. Kadın oraya gelince yaşlı çift gözlerine meraklı bir hal vererek O’na doğru baktılar. Kadın yanlarında durup çantasından allığını çıkarırken yaşlı çiftin gözlerine bile bakmayarak “Trafiğe takılmış yirmi dakika kadar sonra gelecekmiş” dedi,sinirli bir şekilde. Yaşlı kadın ve erkek ondan ufak bir mimik bile görememelerine rağmen gözlerini kadından başka bir yöne çevirmiyorlardı. Aynasına bakarak yüzünün hatlarını ve patlamakta olan bir yanardağın insanlar tarafından ne kadar acımasız ve sinirli olarak nitelendirildiği gibi sinirlenecegi kırışıklıklarını örtmeye çalışıyordu. “Off, niye sürekli bana bakıyor bunlar!” diye geçirdi içinden yaşlı çifti ima ederek. Bir an önce özgürlüğüne ve gideceği şehirdeki kendince harika olan hayatına kesin dönüş yapmak istiyordu.
On dokuz numaralı peronda bekleyen insan sayısı gitgide kalabalık sıfatına uygun bir görünüme kavuşmaya başladı. Kadın hala yaşlı çiftin yanında sinirli ve sabırsız hareketleriyle bekliyordu. Dayanamayarak çantasından sigarasını ve çakmağını çıkardı. Aceleci tavırlarla sigarasını yakmak üzere iken yaşlı kadının gözüne takıldı gözleri. Yaşlı kadın O’na yalvarırcasına bakıyordu.Sinirleri bozuldu,sigarasını yakmadan pakete geri koydu ve çakmak ile beraber paketi yeniden çantasına attı. “Off, sigara bile içemiyorum!” diye yakındı içinden. Savaşta bitirici hamleyi yapmayı sürekli erteleyen bir general gibi hissetti kendini. Bir anda emir verecekti kendine ve bu yaşlı çifte yıllarca içinden biriktirdiği bu şehrin köhneliğini ve bu şehirle ilgili her türlü hoşnutsuz ifadeyi patlayacaktı…
On dokuz numaralı perona otobüs yanaşırken kadının gözünden mutluluk akıyordu. Koşarak valizlerini vermeye gitti. Valizlerini verirken hemen ardında o yaşlı çift duruyordu. Kadın o mutluluk hissiyle onlara bir şeyler söyledi ve ardından belki onlardan kurtulacağı için belki de –çok az bir ihtimal de olsa- onlardan hoşlandığı için bu çifte sarıldı ve ellerini öptü. Ve koşarak otobüsün içine girdi. Koridor tarafına oturmak istemişti özellikle,bu şehri ve bu şehrin bıkkınlık veren insanlarını görmemek için. Bir kaç dakika içinde otobüs hareketine başladı,yavaşça perondan geriye çıkarak. Kadın ellerini yüzüne götürüp Tanrı’ya dua edercesine “Kurtuldum!” dedi. Dışarıdaki yaşlı çift O’na el sallayarak cam kenarlarını iyice süzerek fısıldadı; “Hoşça kal…”….”Kızım…”

2004...

7 Aralık 2008 Pazar

Çekim Aşaması ve Bayram

Cuma ve cumartesi günleri, ömrümde ilk defa bir set ortamında, bir programın çekimlerinde bulunmakla geçti. Cumartesi gecesi eve geldiğimde yorgunluktan gebermek üzereydim. Perşembe gecesi de iki saat kadar uyumuştum cuma ve cumartesi günleri hiç uyuma imkanım olmadı belki de bu yüzdendir fakat fiziki olarak da çekim süreci çok zorluymuş bunu gördüm.

Öncelikle, benim gibi hayatı boyunca yanlız çalışmaya alışmış bir insan için pek de alışık olunmayan bir ortamdı. Web sitesi yaparken her şeyi kendi başıma planlayıp yaparım efenime söyleyeyim ne bileyim program yazarken kendi kendime, ufak tefek hikayeler karalarken yalnız, kanalda çalışırken ana kumanda bölümünde yalnızdım. kanalın bilgi işlem bölümünde bir sorun olunca gidip bilgisayarlarla tek başıma ilgilenirdim. En önemli ekip çalışmam, tüm kanalın binasının network ve telefon ağını çekmekti. O da beş kişilik ve dijital elektronikten iyi anlayan insalardan oluşan bir grupla idi. Set ortamı tam anlamıyla ekip işi. Bir kere oyuncular açısından pek bilemeyeceğim fakat teknik ekibin tamamı gerçekten büyük övgüleri hakedecek biçimde çalışıyorlar. Sürekli ışık, ses, kameralar, bir sürü teknik malzeme mekandan mekana taşınır kaldırılıp kurulur. Hele ki çok fazla çalışan yoksa bu teknik bölümde adamın canını çıkartıyor resmen. Aletlerin bazılarını taşımak pek zor. Aslında, montaj kısmında katılacaktım mevzuya lakin olaylar öyle bir gelişti ki çekim aşamasına da katılmak durumunda kaldım. ışıkçı veya sesçi falan da olmadığım için alışmak çok yorucu ve zaman alıcı bir süreç oldu gerçekten. Çoğu vakit "benim burada ne işim var" sorusunu kendime sorarken buldum kendimi. İlk deneyimim olduğu için ve program da gerçek kesit ayarında olduğu için alışamadım. Kararımı verdim ki bu set ortamı bana göre değil.

Bir diğer farkettiğim nokta da, özellikle böyle çok düşük bütçeli programların ne zorluklarla çekildiğini öğrenmek oldu. Ha bana kalırsa "beceremeyeceksen hiç başlama" ya da "yarım yamalak yapacaksan hiç yapmaya kalkışma" sözleri iş hayatı için önde duran bakış açısı olarak kendine yer eder. her şeye rağmen iyi bir deneyim oldu benm açımdan ve set ortamının kesinlikle benim için uygun olmadığını öğrendim :)

Konudan ayrı olarak, bu bayramda Edirne'ye gidemeyeceğim gibi duruyor. Duruyor ne demek, yarın bayram ve ben hala istanbul dayım. Belki bayramın son günlerine doğru gidebilirim. Umarım :( . Bu bayramda, ilk gün daha herkes hayvanları kesip biçmekle uğraşırken izlemek istediğim bir kaç filmi izlemek istiyorum. Bayram gelmiş neyime :(((((

Öte yandan bayram gelmesi nedeniyle bugün, an itibarı ile memleketine gitmiş olan marikamın evdeki baklavalardan bahsetmesiyle canım fena halde baklava çekti. gittim aldım cevizlisinden pek mutluyum hepsini yedim. nioahahah

Pazar Şarkısı

Herkese iyi pazarlar ve iyi bayramlar..belki ben de bir gün........



youtube a giremeyenler icin

3 Aralık 2008 Çarşamba

Sevdiğim ufak tefek şeyler #3

*Televizyon izlerken tatlı tatlı uyumak.

*Televizyon veya film izlerken sevdiceğin, başını koyuna yaslayarak uyuması ve saçlarını okşayarak koklamak.

*Uyuyakalmak.

*yoğun tempolu geçen bir süreçten sonra, üzerinde çalışılan işin bitmesiyle alınan rahatlama nefesi ve akabinde uyumak.

*Müzik dinleyerek uyumak fakat müzik dinlerken ne zaman uyumuş olacağını tahmin edip, bilgisayarı belli bir süre sonra kendi kendini kapatması için programlamak ve uyuyakalınan gecenin sabahında uyanıldığında bilgisayarı kapalı görmek.

*Alkollü bir geceden sonra eve gelindiğinde yatağa yatınca başın dönmemesi ve alkolün etkisiyle mide bulanmadan uyumak (nadiren oluyor:()

*Bir yerde otururken bir kaç dakika içimin geçmesi. Kendime geldiğimde sanki çok uzun bir zaman geçmiş gibi hissetmem ve sanki saatlerce dinlenmişim de şimdi çok dinçim haleti ruhiyesi.

*Uyumak üzereyken akla gelen garip senaryolar.

imza : uykusu olan biri.

Perfectly Exact #6

Uçağın içinde, krem rengi ve görünüşünden bir kaç asgari ücrete tekabül ettiği anlaşılan koltuğunda kitabını okumaya devam ediyordu A. Bazen kendisine vaktin yetmediğin düşünürdü. Özellikle kitap okuduğu zamanlarda bu düşüncenin kafasının içine yerleşmesi ile kitabı okuyor gibi görünürken aslında düşündüğü kavramlar kitaba ait olmayan bambaşka kavramlar olurdu. Genellikle vaktini neyle harcadığına dairdi. Kendini br dünya vatandaşı olarka görüyordu fakat kitap okuyarak bu vatandaşlığın gerekliliği olan sürüyle konuya pek ilgi göstermediğini düşünerek vicdanını yokluyordu. "Kuvvetli vicdan" diye geçirdi içinden. Neden, birazdan Bordeaux semalarına gelecekken bir gün sonra nereye gidip ne yapacağını ya da zaman aralığını genişlettiğinde bir ay sonra ne yapması gerektiğini düşünmüyordu ki? Onları düşünmek yerine oturmuş bu kitabı karıştırıyordu. Üstelik okuduğunu anlamıyordu bile. Başka bir şey düşünüyordu. Öte yandan, bunları bilmeden nasıl olur da dünya vatandaşı olabilirim ki şeklinde düşünceler uçuşuyordu kafasında. "Bilmek zorundayım" diye geçirdi içinden. İçinden böyle geçirirken dışarıya canı sıkkın bir "off" sesi peydah oldu. "Keşke vakit, kitap okurken, film izlerken, öğrenirken dursa" şeklinde içinden geçirmeye devam etti. Tamam bu defa dışarıya bir ses yansımadı. "Vakit bana öğrendiklerimi kullanmam için gerekli, öğrenmem için değil" düşünceleri suratına biraz da kızgın bir ifade yerleştirdi. Bu pek sorun değildi çünkü bir tek kendisi vardı bu bölümde. Daha doğrusu zaten uçak kendi uçağıydı.

Kokpiten A'nın bulunduğu bölüme doğru geçen laciverte kayan fakat lacivert olmayan kapalı mavi ceket ve eteği ile C, uçağa binmeden önce dolaşırken komik bulduğu için aldığı şatafatlı renkler ihtiva eden plastik gözlükleriyle, geniş koltukta oturmuş bir elini koltuğun yanına dayadığı dirseğiyle çenesiyle buluşturan ve diğer eliyle okuduğu kitabı tutan, halinden canı sıkıldığı anlaşılan A'ya baktı. C'yi görmemesine rağmen muhtemelen odaya douşan elektriği hissetmesinden dolayı kendisine bakıldığının farkına varan A, çenesine dayanmış avuç içinde yüzünü kaydırarak gözlerini C'ye çevirdi. "Yakıştı değil mi?" diye sorarak güldü, gözlüklerini ima ederek C. "Taş gibi olmuşsun" sözleriyle kafasını sallayarak dudaklarını ısırdı A, gerçekçi hava katmak için söylediklerine. Ellerini gözlüğüne ulaştırdktan sonra onları hafifçe aşağı indirip "Am I not?" diye tane tane mecazi egoizm tasladı. İkisinin de gülmeye başlamasıyla, bu samimi havanın da iteklemesiyle A'nın yanına giden C "B aradı, bir saldırı ihtimali varmış." sözlerine üzüntüsünü de ekledi. Çenesini, dayandığı avuçiçinden kurtarıp canı sıkkın biçimde kafasını geriye doğru yasladı ve diğer eli de tutmakta olduğu kitabı tek başına kapatmayı başardı. Arkaya yasladığı başı uçağın tepesine bakarken duruşundaki hayal kırıklığı kendini belli ediyordu. "Yine mi?"
"O kadar büyük bir şey olmayacak. Genel rakiplerin. B, halihazırda Bordeaux Havaalanı'na bir ekip gönderdiğini söyledi. Muhtemelen böyle bir girişim başlmadan durduracaklar. Fakat yine de bu gece stada gitmesen iyi olur." diye önerdi C.

A, kitabı yan taraftaki ufak sehpaya bıraktıktan sonra ellerini yüzüne kapatarak, bu gece uzuuuun süreden sorna iki elin de aynı görevi yapmasını sağladı. Yavaşça yüzünden aşağı doğru kayan ellerinin, tüm yüzüne sıkıca temas etmelerine rağmen ağız bölümünde bıraktıkları boşluk görmezden gelinemezdi. bu boşluğu kullanrak konuştu A:
"Eğer maça gidemeyeceksem Bordeaux'ya gelmemizin ne anlamı var ki? Sen yanımdasın, ekip havaalanında, B istihbaratın başında daha ne kadar korunma gerekebilir ki? Bir kere sen yanımdasın. İkimizi birlikte devirebilecek kadar güçlü bir saldırı olma ihtimali nedir ki havaalanında."
"Biliyorum. Bu imkansız fakat B yine de dikkati elden bırakmamayı önerdi. Bu gece stada gideceğini bilmeyen yok. Belki maçı kaçırabilirsin"
"oooooooofffffffff". Karşıdaki dağları sallamayı başaran bir nida idi gerçek anlamda.

Aslında kuvvetli bir Bordeaux taraftarı sayılmazdı A. Yine de kışayazan bu dönemde jacques chaban delmas ve içindekiler gözüne masalımsı görünürdü. Genelde bu soğukluk ve ülkenin diğer şehirlerine göre nispeten kendine haslığın da bulunması orada hem maçı hem de izleyenleri seyretmeyi zevkli kılıyordu. Bir de yanında C varken maç izlemek ayrı keyifliydi elbette. İkisi birlikte oldular mı hemen bir takımı tutmaya başlarlar ve kuvvetlice bağırarak da onu desteklerlerdi. Aslında hayatının sıkıcı halinden kurtulmasını sağlayan ufak şeylerdendi bu. Dünyanın çeşitli yerlerine gidip maçları izlemek. Elbette C ile birlikte. Zaten C'den ayrıldığı ufak bir zaman dilimi dahi yoktu. B'nin, korunması ve yandaşlık etmesi için yanına koyduğu birinci seviye görevlilerdendi.

Bordeaux'un üzerinde bulutlu ve nispeten karanlık sayılabilecek bir hava vardı. -Tamam karanlığın asıl nedeni akşamın çöküyor oluşuydu. ama yine de soğuktu.- B'nin gönderdiği görevliler, kısa zmanda gerçekten küçük ama gerçekten küçük sayılabilecke çaptaki saldırı yapmayı planlayanları bulmuştu bile. Onlar için gerçekten çocuk oyuncağı seviyesinde olan bu güvenli durumu daha başlamadan bitti denebilirdi. Kısa sürede bu girişim etkisiz hale getirildi başarıyla. Havaalanı görevlilerinin de B'nin gönderdiği ekibe yardımcı olmalarının getirdiği fayda yok sayılamazdı elbette. Görünürde, şimdilerde uçağı iniş yapan A'nın Bordeaux'un bu akşam oynayacağı karşılaşmayı izlemesi için bir engel görünmüyordu.

Uçağın merdivenlerinden inerken yüzlerine çarpan soğuk havayı hep sevmişti A. hızı belli olmayan fakat oldukça yüksek olduğu bedene çarpınca hissedilen bu rüzgar, sıkıcı bir davette dışarıya çıkıp alınan temiz havanın kıymetine eşdeğerdi gözünde. Yürürken devirecek kadar şiddetli olması haricinde elbette. "Buradan sonra G'ye de uğrasak iyi olur" diye A'nın temiz hava meditasyonunu bozdu C. "Uğrarız zaten iki saat bile sürmez herhalde" dedi A. Pek de görmek istememesine rağmen G, güçlü bir ülkeydi nihayetinde.