30 Temmuz 2009 Perşembe

Katre-i Matem (Rüya Gibi Bir İstanbul)

"Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. lale bağıma taç ve ben ona muhtaç.

Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.

Uyan sakî, lale devrindeyiz!!.."

Geçen gün hangi kitabı alsam diye düşündüğümü yazmıştım. İskender Pala'nın Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk tan sonra çıkardığı romanı Katre-i Matem'i almaya karar verdim. Alırken bu kadar çabuk bitireceğimi tahmin etmiyordum. hatta bloga yazacak kadar şahane bulacağımı ise hiç hesaba katmıyordum. nitekim bu 468 sayfalık şahane, iki günde kendini elden düşürtmeden heyecanla okutmayı başardı. Geceyarısı gibi ikinci yarısını okumak üzere elime aldığım kitabı okurken zaman öyle bir akıp geçmiş ki, tam da şu vakit, sabahın ilk saatlerinde bitirerek bırakabildim ancak.

Biraz bahsetmek gerekirse, yazar İskender Pala, kitapta anlattığı hikayeyi bir müzayede esnasında satılan el yazması bir defterde okuyor. "Yek Cinayet Şast u Şeş Sual" yani "Bir Cinayet Altmış Altı Soru" başlıklı hikaye işte bu kitabın da hikayesi oluyor. Zaten kitap 66 kısımdan oluşuyor ve her kısımın ismi, işte o 66 sorudan biri. Buradaki 66 ise, Ebced hesabında Lale'ye karşılık geliyor. Lale devrinde geçen kitap gerçek bir el yazmasına dayandığı için ve o dönemde yazıldığı için, Lale devri'nin Rüya İstanbul'unu, bir yanda şatafat ve zevk-ü sefanın bir tarafta ise fakirliği süregeldiği İstanbul'unu o kadar iyi yansıtıyor ki, sanki evden çıkıp, Galata'dan Haliç'e yürürseniz 1729 ve 1730 un İstanbul'unda olacakmışssınız hissini uyandırıyor. O dönemde, İstanbul'da olan birinin ağzından gerçek bir yazmadan uyarlandığı için dönemi okuyucuya adeta yaşatıyor. Bu el yazmasını ise kitabın sunuş kısmında İskender Pala şöyle anlatmış;

"
...
Sözü uzatmayayım.
kitabın en uzun ve son bölümünde şimdi size anlatacağım öykü yer alıyordu. Öykünün sernamesi, kırmızı mürekkep ile ve mihrâbiye nakışlar içinde yazılmıştı: Yek Cinayet Şast u Şeş Sual..
...
İlk satırları okurken çayımı yudumlamaya yeni başlamıştım. birkaç dakika sonra adeta başka bir aleme gittiğimi hissettim; işte o kadar.

Ne olmuştu, zaman nasıl geçmişti, hiç bilmedim. Bir ara soğuktan titreyerek ürperdim. Hayret!.. Sabah oluyordu ve fincandaki çay çoktan soğumuştu. Ben öykünün yarısına kadar gelmiştim ve ruhum cinayetler ile lale renkleri arasında çatışmalar yaşıyordu. Okuduğum satırlar yüreğimi sızlatmıştı. Dürüstlükle söylemeliyim ki bu öyküyü yayınlamayı ilk o sabah düşündüm.

Bütün aramalarıma rağmen hiçbir kütüphanede bu hikayenin başka bir kopyasına rastlayamadım. Kimin yazdığına dair yaptığım araştırmalar ve çabalarım hep sonuçsuz kaldı. Her kim yazdıysa, kitabın başına kendisiyle ilgili bir not koymuş ama kimliğini belirtmemişti. notu okuyanlar, onun kimliğini açıklamaktan çekindiğini hemen anlayabilirlerdi. olup bitenleri sonuna kadar okuyunca yazarın bu tavrına hak vermek gerektiğini düşündüm. Gerçi pek çok Osmanlı el yazmasının aksine bu kitabın başından sonuna dek kaydedilmiş hiçbir yazar, hattat, cilt ustası, nakkaş, ithaf edilen veya sunulan kişi adına rastlanmıyordu ama belki tarihin karanlık koridorlarında aydınlık bir gezinti, ileride onların kim olduklarını bize gösterebilir. Şüphesiz bazı araştırmacılar bunu başaracak, elimizdeki kitabın en azından yazarını veya size aktaracağımız öykünün başka bir kopyasını bulup Osmanlı tarihinin bir bölümünü yeniden yazmak gerektiğini söyleyeceklerdir. O zamana kadar, bu öyküyü size ben anlatmış olacağım ve siz bu kitabın yazarı olarak beni bileceksiniz....
...
"

Kitabın girizgâhında ise o el yazmasını kaleme alan kişinin ağzından yazılmış bir pasaj görülüyor;

"
Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda - ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı canından; Sultan III. Ahmet'i de tahtından eden cehennemden nişan eylül ihtilalinin üzerinden henüz iki hafta geçti.- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek. Öte yandan Şark'ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükûfeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet'i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul'u ve Sadabat'ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe şehre haksızlık sayılırdı. haddim olmayarak işte ben bu zorlu işe kalkıştım.
İmdi, bütün olup bitenleri 66 babda -bilirsiniz "lale" adının ebced hesabındaki karşılığı 66 eder- size hulasa etmeye çalışacağım. İki denizin kucağında, iki karanın elleri üstünde zarafetle parlayan İstanbul'da, eylül yapraklarının elediği bu hüzünlü günlere dair yazacaklarım belki de can güvenliğim kadar halk içindeki itibarımı da zedeleyecektir, ne ki gerçeklerin de üstü örtülmemelidir diye düşünüyorum. Hani şair, "Bir hakikat kalmasın dünyada Allahım nihan" der ya; işte öyle. Öte yandan eğer okunmayacaksa gerçekleri yazmanın kime ne yararı olabilir ki?!..
İleride belki yırtar atarım.
Ben kim miyim?
Bunun ne önemi var."

İşte bu gizemli kişinin yazdığı dönemin gerçeklerine dayanan bu öykü nefes kesici biçimde elden bırakılamıyor. Ayrıca yine gizemli yazarın, elyazmasının sayfalarının kenarına yazdığı derkenarlar da bir çok güzel aşk hikayesini barındırıyor. Bu derkenarlardan bazılarını bloga yazmayı düşünüyorum. bolca aşk, topkapı'dan Sadabat'a, Galataya Haliç'e, İstanbul'un rüya şehir olduğu zamana doğru, gizem, siyaset, dönemin aristokrasisi ve dönemin sıradan İstanbul'u ve yeniden bolca "aşk"ı ihtiva eden bu kitabı önemle tavsiye etmekteyim efenim.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kitap ve Film kulübü

merhabalar efenim. nasılsınız acep? Afiyettesiniz ziyadesiyle umut ederim. Zaman zaman bir çok şeye kafam takılıp saatlerce düşündüğümden daha önce bahsetmiştim. Lakin şöyle bir şey ki, içeriğiyle çok fazla ilgilenmiyorum o şeylerin. Sistemle daha fazla haşır neşirim. Genel işleyişiyle, her ne olasılık gerçekleşirse gerçekleşsin sistemin çarklarından birine denk gelip karşılığını bulabilmesine dair. İçeriğe kafayı takmatkan çok bu konu üzerine düşünmeyi fazlaca sevmekteyim. Bunun gerçek dünyadaki en belirgin karşılığı hukuk aslında. Yani ilgili dava ne olursa olsun o sistemin içindeki kanunlardan birine denk gelebilmesi durumu. elbette ki sistemin çizdiği yola dair ilerleyen bir karşılaşma. İşte kitap kulübü konusu da böyle bir şey aslında. daha çok kurallarıyla ve sistemiyle ilgilendiğim bir mevzu. Yaklaşık 7-8 kişiden oluşan bir kitap kulübünde olmak isterdim. yeraltı yapılanması gibi bir örgütlenme yani kimseye bağlı değil sadece ilgili üyelere bağlı biçimde işleyip istendiği vakit fesh edilebilecek bir kulüp. Üşenmeyip böyle bir kulüp olsa genel işleyiş açısından kuralların neler olması gerektiğine kafa yordum akşam, Katre-i matem'i elimden bırakabildiğim zamanlarda. İşte O kurallar lşsdfklsdaklşfaskl

Genel Kurallar;

*Kulüp en az 6 kişiden oluşur.
*Toplantılar üç haftada bir pazar günü, üyelerden her birinin sırayla yaptığı ev sahipliğinde gerçekleşir.
*Üzerinde konuşulacak kitabı gelecek görüşmenin ev sahibi belirler. Gelecek toplantıya kadar o kitap, edinilmiş ve okunulmuş olmalıdır.
*Eğer kitap zor bulunacak bir kitap ise gelecek görüşmenin ev sahibi kitabın bulunabileceği yerleri veya web sitelerini söyler ve alınma yollarını tarif eder.


Toplantı günü Kuralları
*toplantılar üç haftada bir gerçekleşir.
*Ev sahibi ufak çaplı yiyecekler yapabilir.
*Bu yiyecekler ana yemek tarzında veya kahvaltı niteliğinde olmaz.
*Belirlenen saatte o görüşmenin ev sahibinin evinde olunması zorunludur.
*Bir üye buluşmaya değerlendirme başladıktan sonra gelmek suretiyle geç kalırsa, ev sahibi o üyeyi toplantıya almama hakkını saklı tutar.
*buluşma saatleri öğleden sonra 12.30-14.30 arasıdır.
*Ne zaman sona ereceğinin ucu açıktır.
*Sırasıyla her üye o buluşmanın konusu olan kitabı kendisine göre değerlendirir.
*Konuşma sırası konusunda belirli bir düzen yoktur. Yalnızca ev sahibi, en son konuşma hakkını saklı tutar.
*Eğer ilk söze kimin başlayacağı konusunda çekince olursa gelecek haftanın ev sahibi ilk değerlendirmeyi yapar.
*Değerlendirme veya karşılıklı münazaralarda adab-ı muaşeret kuralları esastır.
*Anlaşmazlık durumunda beşeri münasebetin yazılı olmayan hükümlerine tabi olunması gerekmektedir.
*Ev sahipleri kendi aralarında buluşma günü değişimi yapabilirler.

Üyelik Kuralları
*Yeni üye kabulü veya kulüpten bir üyenin ihracı ancak ve ancak oy BİRLİĞİ ile gerçekleşir.
*Katılımcılar yanlarında, daha önceden "oy birliği" ile kabul edilmiş "artı bir" getirebilirler.
*bir kişi kulübe daimi üye olabilmek için, belirli sayıda "artı bir" olarak toplantılara katılmış olmalıdır.
*Bu sayı üyeler arasında karara bağlanır.

Film Konusuna Dair kurallar
*toplantılarda, bir önceki buluşmadan belirlenmiş filmler hakkında da değerlendirme yapılabilir.
*Bu değerlendirmeler, kitabın değerlendirmesinden önce olamaz.
*İlgili filmler, Sinema filmi, Çizgi film, Dizi film olabilir.
*eğer bir film konusunda görüşme yapılacaksa öncelikli olarak üyelerinin çoğunluğunun o filmi izlememiş olması esastır. bir sonraki ev sahibi tarafından teklif, ancak bu şartla ortaya konulabilir.
*Bir dizi film hakkında değerlendirme talep edilebilmesi için, üyelerinin TAMAMININ ilgili dizi filmi takip ediyor olması esastır.
*Aynı şartlar Çizgi filmler için de geçerlidir.
*Eğer bir film değerlendirme talebi kabul edilirse, teklifi yapan üye, o filmin bulunma yollarını detaylı şekilde anlatmak durumundadır.

Böyle işte :)dsfşsdşai

28 Temmuz 2009 Salı

Missed That!

Geçenlerde TNT'de Supernatural tanıtımlarında duydum Renegade'i. Uzun süredir dinlememiştim. Hemen youtube a abanıp bu güzel kaydı buldum.. Şunu söylemek isterim ki, uzun yıllar dinlemediğiniz şarkılara rastgele biçimde rastladıktan sonra, onları dinlemek tanımlayamayacagım bir huzur veriyor insana. En son bir kaç yıl önce, yıllar sonra Hazal'ın Elden Yar Olmaz'ını yeniden dinleyince böyle huzurlu hissetmiştim..Bu ne güzel bir kayıt ve ne güzel bir giriştir..

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Kısa Kısa Ama Uzun oldu

Merhabalar efendim, nasılsınız acep? Beni soracak olsanız "dur lan anlatıyorum işte iki dakka sabret" derdim. Böyle tiplere zaman zaman feci kıl oluyorum. Örneğin sizin izlediğiniz fakat onun izlemediği bir filmi, veya sizin okuyup onun okumadığı bir kitabın hafif spoilerlı konusunu anlatırken aniden araya girip sorar "ee x y nin oğlu muymuş". Lan, canım ciğerim anlatıyoruz işte biraz sabret. hayır kafamda anlatmak için bir kurgu oluşturmuşum ne güzel. önce biraz hikayeden bahsedip twist için ortam hazırlamaya çalışıyorum yazar gibi. çattadanak "oğlu muymuş" kısmına atlamın ne anlamı var? "hee oğluymuş" dersem ne olacak şimdi. O aradaki nefis kurguyu kaçırmış olacaksın. Newton enterpolasyon yöntemi gibi adamsın demek geçer içimden. bir girişi bir çıkışı bilip, uygun polinomu kendin kuruyorsun. Bekle bakalım orada orjinal denklem var. Yazar nasıl kurmuş denklemi bir bak.
(Örnek diyalog;
- Lan seni parçalarım, onca sayfada anlatılan şeyi "hee x y nin oğlu muymuş" deyip geçiştirme it)

Neyse efenim. Bir kaç aydır işsizlikle boğuşuyorum. Kanaldan ayrıldıktan sonra genelde freelance diye tabir edilen işler yaptım lakin bir süre iş alamayınca paranız da tükenmeye başlıyor. Tükenmeye başladıkça ve iş bulamadıkça insanın da kendine güveni ilginç bir biçimde azalma eğilimi gösteriyor. Bakalım ne olacak, hiç bilmiyorum. KAfamda ilginç ilginç projeler dolanıyor.

Sigara yasağı yürürlüğe girdi. Pek güzel, hayırlı olsun. Sigara içenlerin genel itirazının dışında pek bir itirazım yok benim de. Kapsamı çok geniş olan ve biraz düşürülmesi gereken bir yasak olarak görüyorum. Bildiğimiz gibi, bir kaç yıl önce işletmelerde sigara içilen ve içilmeyen alan yapılması zorunluydu. Yani eğer bu tür bir hizmet veriyorsanız mekanınızı sigara içen ve içmeyen olarak ayırmanız gerekiyordu. Bu çok nadir gerçekleştirildi. Çok nadir gerçekleştirildiği gibi gerçekleştirmeyenlere de bir yaptırım uygulanmadı. Şimdi bunun acısını, tüm sigara içenlerden çıkarmaya çalışmanın da mantığını anlayamıyorum. Örneğin yeni nesil sigaraya daha geç başlayacak deniyor. Çok afedersiniz ama kocaman bir nah çekmek istiyorum. Sigara yasağı başladığından beri evden çıkıp yüz metre yürüyüp istiklale çıkarken neredeyse tüm işletmelerin kapısında sigara içen topluluklar görünüyor. Normalde yolda sigara içmeyen insanalar elinde sigarayla dolaşıyorlar. Bir atıyorum butiğin önünden geçiyorsunuz çalışanlar grup halinde dışarıya çıkmış sigara içip dedikodu çeviriyorlar. Yasak başlamadan önce bas bas bağıran sigara içmeyen arkadaşım da dedikoduyu bırakamadığı için dumanlatı olmaya geliyor oraya. Arkadaşım sen değil miydin duman istemiyorum diye zırlayan. Ne sikime gleiyorsun lan yanımıza. Gelme! Git dumansız hava sahana. Ranini dün bir yazı yazmıştı. Kadına kafa atmak istediğinden bahsetmişti. Mevzubahis olaya pek değinmeden ben de dumansız hava sahası diye zırlayıp sigara içenlerle dedikodu yapmaya dumanaltı ortama gelen çakma insana kafa atmak istiyorum. Hatta daha da sadistik yöntemler uygulayıp vücudunda sigara söndürmek istiyorum. Siktir git lan! Arkadaş yani bu yasağa karşı değilim bunu söyleyeyim ama sigara içmeyenlerin genel tutumunu gördükten sonra vallahi artık saygım falan kalmadı sigara içmeyenlere. Her türlü pisliği yapmak istiyorum. Arkadaş mesela sigara içen bir grubuz, sigara molası verip dışarıya sigara içmeye çıktık. O sigara içmeyen kişinin gelip de "ne güzel oldu böyle sigarayı da yasakladılar" sözü tipik bir "Die Hard 3" göndermesi. Bruce Willis'in "I Hate Niggers" tabelasıyla zenci mahallesine gitmesine nefis bir referans. Nasıl içeriye girecek o insan sonra merak içinde kalıyorum. Neyse spoiler vermeyeyim daha fazla klşsdfklşsdaklf. Bir de şey var, neymiş efenim barların cirosu düşmeyecekmiş de artık onlar da gidebileckemiş. Yarramı ye fener! Geçen akşam gittim sinek avlıyordu normalde her daim dolu olarak gördüğüm bir mekan. Bana bakın madem böyle sözler sarfediyorsunuz basın gidin. Boş bırakmayın mekanları. Bu ne ikiyüzlülükmüş arkadaş.

Neyse efenim mekan dedim de, tipik bir oğlak burcu erkeğinin en önemli özelliği mekanlara olan sadakatidir. Ya da genel olarka sadakatidir. Oğlak burcu erkeği dedim çünkü pek oğlak burcu kadın tanıdığım olmadı ilginçtir. Amma velakin oğlak burcunun en iyi anlaştığı burç olarka gösterilen Boğa burcundan bir çok can arkadaşım var. Hepsini de pekseverim. TElefonda doğum günü takvimine baktım da nisan 20-mayıs 20 arası büyük bir yoğunluk var. Her neyse, mesela bir oğlak burcu erkeği ilk iki gidişte bir mekanı sevmişse artık hep oraya gitmeye meyleder. Ne bileyim gördüğü hizmet de çok ahım şahım bir şey olmasın. Sevmesinin farklı nedenleri de olabilir. Sıcaklık olur, kendine yakınlık olur başka şeyler olur. Akabinde sürekli gitmeye başlar o mekana. Gittikteçe tanınır falan oradakiler tarafından da. Böyle bir küçük sosyal grup oluşturmuştur ama şöyle ki o grup sadece o mekana hastır. Ne bileyim mesela mekan dışında oradan tanıdığı biriyle karşılaşsa ayak üstü sohbet ederken o mekanda dağıtabilirler. Onun güzelliği odur. Benim de böyle favori mekanlarım var elbette tipik bir oğlak burcu erkeği olaraktan. Mesela bugün ağa camiinin hemen altında kalan sultanahmet köftecisi abiye gittim. Uzun süredir gitmiyordum malum parasızlık, tatil için memlekete gitme falan. Beni gördü hemen o tanıdık sohbete başladık. Hoş beş gelmişssin tanıyamadım, nerelerdesin, her zamankinden mi gibi sözlerle. Bakınız bu "her zamankinden mi" sözünü hafife almayınız asla. Oğlak burcu erkeğinin favori sözcüklerindendir. Mesela berberim. Daha önce de bloga, İstanbul'da kendime uygun berber arayışlarımı yazmış ve sonuç hakkında da bilgi vermiştim. Ton ton Kemal Abi de neredeyse her hafta en az bir defa uğradığım mekanlardan biri berber olarak. Geçenlerde saçımı keserken kafmaı soğuk suyla yıkadı ama yine de bırakılmayacak bir çok özelliği var. O bu değil, bu sıcakta da iyi geldi soğuk su vesselam. klşdsflşdskfklas

Son günlerde Ajda Pekkan'ın bir parçasına takılmış vaziyetteyim. Şuradan dinlenebilir. On şarkı listesine bir dahaki sefere kendisini koymak istiyorum ama böyle bir diskografiyi on şarkıya indirgemek çok zor gerçekten. Bir yandan da YEni Türkü olabildiyse Süperstar da olabilmeli diye geçiriyorum içimden. Ha bir de yine süperstardan bu yaz her yerde çalan Burak Yeter'in Oyalama Beni remixini pek beğendim. Bizim yan taraftaki diskoda her gece iki üç defa çalıyor. Hiç şaşmaz.

Hangi kitabı okusam diye düşünüyorum bir de. Aklımdakiler Katre-i Matem, Koloni, Eme Lennox Nasıl Yok Oldu? isimli kitaplar. Ancak birini alabilecek bütçem var. Hangisini alsam acaba?

Bilgisayar Programlama dilinde C geleneği diye bir şey var. Yani yok da ben uydurdum. Artık var. C geleneğinden gelmiş programcılar daha bir sıcak, daha bir samimi, daha bir hayatın içinden insanlar. Şimdi PHP'deki esneklik katsaytısının yüksekliği belki programlamaya oradan başlayan için pek bir şey ifade etmez ama C'nin katı Syntax'ini tecrübe edip disiplinini kazanmış olan programcı da geçirilen aşamaları ve gelinen yeri düşünerek saygısını sunar. Bir kere zaten satır sonu noktalı virgül konulmayan programlama dilleri böyle bir soğuklar. Ne bileyim mesela düğüne gidince oynamaya kalkmayan tipler. Ota boka "ayyyy ne banaaal" diyen gevşek ağızlı tipler o programlama dilleri. Ama C öyle mi? halkın içinden, yardımsever, samimi bir aile babası.

İETT hatları içindeki favorim 202 numaralı Bostancı - Mecidiyeköy - Taksim hattı. Üç bilet yiyen bu hatta Bostancı'dan bin, geç üst katına kitabını çıkar oku. Akşama kadar anca evde olursun ve bir kitabı da bitirmiş olursun. Öyle can bir hattır.

26 Temmuz 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

Günaydınlar efendim. Gelmiş geçmiş en iyi kliplerden birini izlerken, dünyama buyurmaz mıydınız kahvaltıya?

Kylie Minogue - Come into my world from Mariano Zeta on Vimeo.

24 Temmuz 2009 Cuma

Sliding Doors

Hayat pek garip vesselam. Bir akşam evde oturmuş uyumak üzereyken "iki kadeh biramı içeyim de öyle yatayım" diye bir bara uğruyorsunuz..Barda bir irlandali, bir kanadalı ile tanışıp günün doğumunu cihangir de boğazı izleyip, ortadoğu politikalarını konuşarak karşılıyorsunuz..Hayat çok ilginç gerçekten..

23 Temmuz 2009 Perşembe

Avatar Evreni (Kısım 4) - Ateş Ulusu


Gezegenin ekvator çizgisinin batı kısmında kurulmuş olan ve Japonya, Endonezya, İzlanda, Çin gibi ülkelerden esinlenerek oluşturulmuş bir sürü volkanik adadan meydana gelen ülkedir. Ateş ulusu, ateş bükmeyi sağlayan pirokinetiğin Ateş Bükme sanatını gerçekleştirenlerin memleketidir. Ateş ulusu silahlı kuvvetleri bir asırdan fazla süren zaman içinde gezegenin çoğunda emperyalizm ve kolonicilik anlayışına uygun olarak hakimiyet kurmuştur.

Kültürleri
Avatar evrenindeki bir çok kültür ve yerleşim gibi Ateş Ulusu da kesin olarak Çin'den etkilenerek oluşturulmuştur. Ateş ulusundaki moda geleneksel Çin giyimi ile oldukça benzerdir. çeşitli renklerin, paltoların ve silahların katmanlarından oluşan giyimleri geleneksel Çin'e yakındır. Ateş ulusu vatandaşları ve yöneticileri, siyahtan, kahverengi ve kırmızıya kadar çeşitli elbiseler giyerken altın ve mücevherat da aksesuar olarak sıklıkla kullanılır.
Ateş ulusu amblemi, kırmızı bayrağın üzerinde siyah ateşten oluşur. bu amblemin olduğu bayrak, ateş ulusunun kendi şehirlerinden ve kasabalarından fethettikleri yerleşim birimlerine kadar bir çok kez görülmüştür. Diğer ulusların aksine bu amblem ordu veya donanma kuvvetleri üniformalarında bulunmaz.

Agni Kai

Ateşbükücüler bir anlaşmazlığa düştüklerinde veya onurlarını geri almak maksadıyla yüzyılalrdır süregelen bir gelenek olan ateş bükücü düellosu Agni Kai'ı uygularlar. KArşılaşma açık havalı bir arenada gerçekleştirilir ve izleyiciler de bulunabilir. Bu karşılaşmalardaki hedef, rakibinin dengesini bozmak ve etkisiz hale getirmektir. Bu düellolar yüzlerce ateş bükücünün hayatına mal olmuştur ve mücadelede affetdici davrananlara da iyi gözle bakılmaz. Agni kelimesi sanskritçe ateş kelimesinden türetilmiştir.

Eğitim
Ateş ulusu, gerçek hayattaki resmi okullardakine benzer bir eğitim sistemine sahiptir. Tarih, Müzik, Etik, Savaş Hali ve Ateş Bükme derlseri, çeşitli öğretmenler tarafından öğrencilere öğretilir. Aynı zamanda bu eğitim bir beyin yönlendirme işlevi de görüp öğrencilerde yüksek milliyetçilik ve ateş lorduna sadakat sağlamak için kullanılır. Öğretmenler, disiplin ve düzen konusunda katı olup öğrencilere dans sanatı veya kendini ifade etme biçimlerini göstermeyi reddederler. Ayrıca tarih kitaplarındaki konularda bolca sansür ve propaganda mevcudiyeti görülebilir (Örneğin, Hava Göçebeleri soykırımı, Göçebelerin ordusu olmamasına rağmen "Hava Göçebesi ordusuyla meydan savaşı" şeklinde tarif edilir.)

Ordu
Ateş Ulusu ordusu, dört ülke içindeki en güçlü ordudur. Mekanik silahlı kuvvetlere sahip olan tek askeriyedir. Ateş ulusu, kara temelli savaş makineleri ve araçlarının yanı sıra, donanma için de aktif gemiler kullanır. Aynı zamanda hava gücüne sahip olan da tek ulustur. Ayrıca her yüzyılda bir "Sozin'in Kuyrukluyıldızı" sayesinde ateş bükücülükleri en şiddetli silaha dönüşür.
Ateş ulusu ordusu, bükücü olmayan askerler de barındırır. Bu askerler genellikle, mızrak, kılıç ve kalkan ile kuşandırılırlar. Ordunun bükücü elemanları ile silahsız dolaşırlar. En büyük silahları ateş bükücülükleridir.
Ateş ulusu ordusu, Çin ve Moğol orduları gibi asker feda etmekte tereddüt etmez. Bir savaş planı toplantısında, generallerden biri, sadece dikkati başka yöne çekmek için çok sayıda askerin feda edilmesini önermiştir.
Yu Yan Okçuları, 100 metreden bir sineği tereddütsüz vurabilecek, çok özel eğitilmiş dövmeli askerlerdir. Komutan Zhao'nun emri altındadırlar. Son derece yeteneklidirler ve Aang'i, yani Avatar'ı bile bir süreliğine ele geçirmişlerdir fakat sonrasında Avatar kaçmayı başarmıştır.
Bir ada ülkesi olması ve her yanı sularla çevreli olması neticesinde, Ateş ulusu donanması oldukça gelişmiştir. Ateş ulusunun gemilerde metal kullanması gemilere, toprak bükücüler tarafından zarar verilmesini önlemektedir.
Ayrıca ateş ulusu, "Mekanikçi" olarka bilinen tasarımcının yaptığı savaş balonlarına sahiptir. İlk başarısız ateş ulusu istilasının sonuna doğru, bu balonlar istilayı tamamen püskürtmek ve sona erdirmek için kullanılmıştır.

Tarihleri
Orjinal olarak, Ateş bilgeleri, adaları Büyük bilge(Ateş Lordu) ile birlikte yönettiler. Ateş bilgileri bir süre özgürdüler fakat sonraları büyük bilgeye sadakate zorlandılar. Ateş ulusunda, Ateş Lordu ünvanı ile mutlak monarşi mevcut oldu.
Lord Sozin zamanında yeni bir Ateş Ulusu geleneği yaratıldı. Bu geleneğe göre, her kim ki bir ejderhayı öldürürse onun güçleri efsanevi olarak anılacaktı. Ejderhalar, uzun yıllardır insanlığın arkadaşı olmalarına rağmen bu gelenekten sonra büyük nefret duymaya başlayıp gizlenme yerlerine saklandılar. Eğer bir ateş bükücü bir ejderhayı öldürürse "Ejder" ünvanını kazanıyordu. Son ejder, sonraları "Batının Ejderi" olarka da anılacak olan Prens Iroh idi. Ejderha ile dövüşürken "Ejder Ağzı" olarka bilinecek tekniği keşfetti. Bu teknik, ağızdan ateş çıkartmayı mümkün kılıyordu. Ardından bu tekniği ailesine öğretmeye çalıştı. Fakat, Iroh'a göre, öldürdüğü ejderha yaşayan ve varolan son ejderhaydı. Daha sonra ise Güneş Savaşçıları olarka bilinen kabilenin korumasında iki ejderhanın daha yaşadığı öğrenildi.

Yerleşim Birimleri
Hapishaneler
Ateş ulusu ordusu, kömür madenleri ve hapishaneleri de kullanırdı. Hapishaneler, diğer uluslardan esirlerin getirildiği korunaklı yerlerdi. Metalden yapılmışlardı.

Kaynar Kaya

Kaynar Kaya (The Boiling Rock), ateş ulusunun güvenlik önlemleri en yoğun olan, en ünlü hapishanesidir. Ateş ulusunun en tehlikeli suçluları ve diğer uluslardan ele geçirilen esirlerin elebaşlarının tutulduğu bir yerdir. Hapishane, bir yanardağ kraterine inşa edilmiş olup etrafı aşağadıki volaknın ısısı ile ısınan kaynar sular ile çevriliydi. Hapishaneye ulaşımın tek yolu, volkanın dışındaki savaş balonuyla ulaşılan bir limanın yukarısındaki kablo ile bağlanmış bir teleferiği kullanmaktı.Ateş ulusu suçlulularından oluşan hapishane nüfusu da epey fazla olduğundan yöneticiler tarafından kesin şekilde koyulmuş bir ateş bükme yasağı uygulanmaktaydı. Bu kuralı çiğneyen her hangi bir mahkum "soğutucu" olarka adlandırılan izole ve son derece soğuk bir odaya kapatılırdı.

Ember ADası

Ember adası, öncelikle tatil amaçlı kulanılan bir Ateş Ulusu adasıdır. Ada üzerinde Ateş Lordu Ozai'nin de aile üyelerinin zaman zaman geldiği bir malikanesi vardır. Adadaki ana etkinlik alanlarından biri "Ember ADası Oyuncuları" olarak bilinen tiyatro grubunun sergilediği oyunlardır. En ünlü oyunları "Buzdağındaki Çocuk" isminde olup Aang ile Ateş Lordu Ozai'nin mücadelesini konu alan ve Ozai'nin zaferiyle sonuçlanan oyundur.

Roku'nun Adası

Ateş Ulusu Başkenti'nden 150 kilometre kadar uzakta olan ve Avatar Roku'ya ev sahipliği yapmış küçük bir adadır. Avatar Görevlerinden arta kalan zamanlarında Avatar Roku ve eşi Ta Min bu adadaki evlerinde vakitlerini geçirirlerdi. Adayı yakan ve Roku'nun ölümüne neden olan bir volkanik patlama sonucu harabe olarka görülmüştür.

Ateş Bükücülük
Ateş Bükmenin ilham kaynağı ve orjini güneş iken, insanlara bu sanatı Ejderhalar öğretmişlerdir. Ateş Bükme felsefei, Bugünkü Ateş Ulusu'nda, ilk çıktığı zamanlardan çok farklıdır. Orjinal olarak, yaşamı, enerjiyi ve sıcaklığı temsil ederken Ateş ulusu'nda öfke ve kızgınlıkla doldurulmuştur. Ateş Bükücülük, iç huzur gibi mental durağanlığı, disiplini, duygusal durağanlığı ve nefes alıp verme ve genel sağlığın iyi olması gibi fiziksel durağanlığa çokça bağlıdır. Ateş bükücüler, gündüzleri geceden daha kuvvetlidirler. Güneş tutulması süresince bükücülüklerini kaybederler. Eğer bir kuyruklıyıldız yakınlarda ise, ateş bükücülerin kuvveti oldukça artar, onlara uçabilme ve büyük ateş dalgaları yaratabilme gibi kuvvetler sağlar. Sozin, kuyrukluyıldızı ilk kez tüm hava göçebelerini ortadan kaldırmak için kullanmış ve savaşı başlatmıştır. Ozai ise, Toprak KRallığındaki herkesi ortadan kaldırmak ve savaşı sonlandırmak için kullanmaya çalışmış fakat Aang tarafından engellenmiştir.
Ateşbükme hareketleri temelde Kuzey Shaolin stiline dayanır. Kuzey Shaolin Kung Fu'su, hızlı, başarılı ve ani atakları gerkli kılar. Bu da ateş bükmeyi, dört sanat içindeki en agresif dövüş sanatı yapmaktadır. Nefes kontrolü ateş bükücülük için son derece önemlidir. Genç ateş bükücülere ilk olarak nefes kontrolü öğretilir çünkü bu olmazsa yarattıkları ateşin kontrolünü çok çabuk kaybederler.

Uzman Teknikler
Yıldırım
Yıldırım yaratmak tüm duyguların ve kafadaki huzurun yokluğunu dikte ederek tamamen Yin ve Tang'a odaklanmasını gerekli kılar ve sadece inanılmaz derecede tecrübeli ateş bükücüler tarafından gerçekleştirilebilir. Aynı zamanda bir bükücü, yaratmaktan ziyade yıldırımı yönlendirmeyi de başarabilir.

Uçmak
Bazı yetenkli ateş bükücüler, ateşi ayaklarının altına tutarak doğan enerji ile çok daha yukarıya zıplamayı veya ilerlemeyi başarabilirler.

Ateş Nefesi
Iroh bir ejderha gibi ağzından ateş çıkarabilir. Zuko'ya da bu tekniğin kullanımı ilk sezonda gösterilmiştir. Sozin'in Kuyruklıyıldızı bölümünde Azula, Aang, Ozai de ateş nefesi yaparken görülmüştür.

Mavi ateş
Normal ateşe göre çok daha sıcak olan bu ateşi yaratabilme yeteneğine bir tek Azula sahiptir. Mavi Ateş, ikinci kitapta normal ateşe göre daha güçlü olarak gösterilmesine rağmen, üçüncü kitapta sade ateşe eşit güçte olarka gösterilmiştir. Mavi ve Kırmızı Ateş'in hangisinin daha güçlü olabileceği eğitimle alakalıdır. Final bölümünde Zuko'nun kırmızı ateşi Azula'nın mavi ateşini karşılayabilmiştir. Zuko o zaman ateş bükmeyi, orjinal ateş bükücüler lan Ejderhalardan öğrenmiştir.

21 Temmuz 2009 Salı

Yeşilçam'ın Olağan Olmayan Karakterleri #1- Üftade


Efenim bu başlık için özür dilerim ama anlatmak istediğim seriyi tam olarak karşılayan başlık olarak bunu gördüm. Bir süredir Altın Portakallı Filmler Maratonu yapıyorum. 1964'te ilk yapıldığı yıldan itibaren en iyi film ödülünün iyesi olmayı başarmış filmleri izliyorum. Çoğunu youtube veya google video üzerinden. Idefix'te bazıları var ama gerçekten bu tür bir koleksiyon yapmak istiyorsanız dvd veya cd leri satın alarak arşivinizi tamamlamak neredeyse imkansıza yakın. Üstelik zaman içinde bazı filmlerin orjinal negatiflerinin kaybolduğunu da biliyoruz. Bu nedenle bazı dvdlerde hem görüntü kötü hem de eksik kalıyor. Bu konuda yapılabilecek pek bir şey kalmıyor çünkü negatiflerin orjinalleri kayıp. Bazılarının ise Dvd'si bile yok.

Her neyse efenim, yeşilçam deyince bu memlekette yaşamının en az bir kısmını geçirmiş olan insanın kafasında bir fikir oluşur. Yeşilçam filmlerinin genel özelliklerini kendine göre sayabilir. Elbette ki yeşilçam filmlerinde bulunan karakterleri de. Bir filmin bir haftada çevrildiği ve yılda 200 civarı filmin gösterildiği dönemde filmlerdeki karakterler de birbirlerine çok benzer karakterlerdi ve bu da yeşilçamın kendi geleneksel karakter profilini oturtmasına neden oldu. Örneğin, romantik komedilerdeki jön erkekler gibi. Hatta bu erkek tipi sadece romantik komedilerde değil başka türlerde de sıkça karşımıza çıktı sonraları. Bunların ötesinde Yeşilçam, yılda bu kadar fazla film üretirken elbette ki doğal olarak bir kaç sıradışı karakter de çıkarmayı başardı. Bu seride genel yeşilçam filmlerinin pek yer vermediği ama bir kaç filmde ortaya çıkan "olağan olmayan" karakterlerine yer vereceğim.

Bunlardan ilk sıraya Üftade'yi koymazsam ayıp edip büyük bir pot kıracakmışım gibi geliyor. Üftade, Müjde Ar hanımefendinin Teyzem isimli klasik filmde canlandırdığı sıradışı karakter. TEyzem'i izleyenler bilecektir, film öylesine etki bırakıcı öylesine tüyler ürpertici bir şekilde ilerler ki gece yatarken de bu film aklınıza gelir ilk günlerde. Örneğin ben The Exorcist'i de ilk izlediğimde böyle olmuştu. Bu muymuş lan herkesi tırstıran exorcist diye saymaya başlamıştım filmden sonra. Velhasıl kelam gece yatağa girince film aklıma gelip durdu sürekli ve adamakıllı da sıçırttı diyebilirim. Teyzem bundan bir adım ilerisi bir etkide bende. Filmi izlerken de gerilip korkabiliyorsunuz. Örneğin, bizimkiler dizisinden SAbri Bey olarak da bildiğimiz Mehmet Akan'ın, Üftade'nin halüsinasyonlarında çıktığı sahnelerdeki performansı Üftade gibi izleyiciyide de daracık alanda sanki hemen yok edilecekmişsiniz duygusunu başarıyla aktarıyor.

Üftade'ye gelince, aslında o zamanlarda da şimdiki zamanlarda "mahalle baskısı" gibi kavramın, kadın hayatına etkisinin bolca göründüğü bir çizgide Üftade. Ablası, üniversiteyi kazandıktan sonra evden kaçmış zaman içerisinde evlenmiş ve bir şekilde aileden ve bu görece baskıdan uzak biçimde yaşamını idame ettirirken Üftade evde kalmış ve ailenin de adı konmayan ama hissedilen baskısını damarlarında hissetmiştir adeta. Bu baskıdan kurtulmak için ya hayal dünyasına sığınabilir ya da ablası gibi kaçarak uzaklaşabilirdi. O hayal dünyasını tercih etti ve günlükleriyle başbaşa kalıp yaşadığı her şeyi ama her şeyi günlüğüne geçirdi. Bunlar içerisinde saplantılı biçimde aşık olduğu ve film boyunca gerçek olup olmadığı netlik kazanmayan Erhan, halüsinasyonlarında ortaya çıkan Üvey babası gibi bir çok mevzu vardır. Bu hayal dünyası ile gerçeklik bir süre sonra karışmaya başlar tabi ki. Üvey babası ilk geldiğinde taciz gören Üftade sonraları, bunun da etkisiyle ortaya çıkan travmatik durumuyla da çevresine göre "nedensiz" şekilde garipleşmeye başlar. Obsesif aşkı Erhan ile hiç konuşmuyor olmamasına rağmen yaşadıkları aşkı günlüğüne uzun uzun geçirir. Akabinde tekrar tacizlere maruz kalır. ASlında bir defa da kısa bir evlilik geçirir aile zoruyla biraz da. Eşcinsel bir erkek gibi görünen ve Uğur Yücel'in canlandırdığı karakter ile. Sonrasında onun ailesinin baskısında da bunalarak eve kaçar ve söylediği şu söz aslında onun tek kendini bulduğu dünyasının hayal dünyası olduğunu ortaya koyar;
"Bu hayat bana gore degilmiş. Bu evin otesinde de onemli birsey yokmus meger."
Elbette ki filmin sonlarına doğru aşk olmadan hayat çekilmez sözü de üçüncü kaçış yolu olan ve yıllardan beridir bu ülkede gördüğümüz çözümlerden biri olan intihara teşebbüsü olmamasını açıklayıcıdır aslında. Çünkü o Erhan'a aşıktır ve kimsenin bilemeeyceği kadar büyük bir hisle sevmektedir onu. Buna rağmen sonunun intihar ile bitmesi ise kaçınılmazdır. Bu toplum yapısının ne kadar kokuşmuş olduğunu aslında Üftade gibi binlerce kadının intiharını defalarca gazetede "bir kadın ezildi" gibi başlıklarla görmemiz özetleyebiliyor. Toplum eleştirisinin en iyi yapıldığı ve buhranın fena halde yoğun olduğu bu filmin en buhranlı karakteri Üftade yeşilçamda ortaya çıkmış en olağan dışı karakterdir ama aslında toplumda veya halk arasında üftadeler çok fazladır maalesef..Sadece yeşilçam bu konuya o zamana kadar eğilmemiştir.

19 Temmuz 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

Hey!..Bu evrende bir tozsun, tarih seni unutsun.. Gelsene kahvaltıdan sonra..Haydi gel içelim.!

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Yalın'ın Heyecanını Kaybetmesi

Bu akşam gülmekten ter içinde kaldım desem yeridir. bir öncekki postta arayıcılarımdan biri başlıktaki gibi bir arama yaparak bloguma ulaşmıştı. Yorum kısmında Os, yepyeni bir oyun başlattı resmen. Tabiri caizse bokunu çıkarana dek eğlendik Marika ile sonra. Derler ki bu tür esprilik mevzularda "tamam yeter bokunu çıkarmayalım" pardon? nedenmiş acaba, zaten bir gün sonra komik gelmeyecek bir şeyi tam da komik geldiği tam da danalar gibi güldüğüm anda kullanmayacaksam bu kendine acı çektirmenin dik alasıdır. vesselam, buyrunuz bu eğlenceli ve iki gün sonra belki de komik gelemeycek oyundaki bulduklarımıza;

yorum kısmında Os,tan,

pinhani nin hele bi gelmesi
gripinin sustuklarının içinde büyümesi
kenan doğulunun rütbesini bilmesi gtnrdısafcedwsf

yorum kısmında marika'dan;
ajda pekkan'ın çerçeve değil resim araması

ve sonrakiler;

Marika'dan;
bu arada kayahan'ın sarı saçlarından seni suçlaması
hülya avşar'ın varsın olsun bir kere sevmesi
tayfun'un hadi yine iyi olması
feridun düzağaç'ın kısaca f.d. olması. yalan mı yani
sezen aksu'nun beni alıp onu almaması
burak kut'un benimle oynamaması
ozan orhon'un ortada kuyu varken yandan geçmesi
murat başaran'ın azıcık ucundan vermesi
rafet el roman'ın ve ooooo an geliiinceeeee, işte o annnnnnn" yaşayaması
barbaros hayrettin'in bizim babamız olması
hakan peker'in barmen minik yerinde durmaz oynarken çalması
ismail yk'nın şapur şupur öpmesi
bora gencer'in kilosunun kaça olması
reyhan karaca'nın sevip sevdalanması
yıldız tilbe2nin sana değmemesi
doğuş'un uyanıp sevda yüklü trenlere el sallaması
ibrahim tatlıses'in balıkları kavurması
nilüfer'in şov yapmaması
bengü'nün bağlasan durmaması

Benden;
ercan saatçinin telefonunun on dört saattir çalmaması
nilüfer örer'in bana güvenmemesi
sibel alaş ın bu gece firar olması
serdar ortaç ın adam olamaması
tarkan ın gelip de halini görmemesi
göksel in depresyonda olup unutulması
bendeniz in turnayı gözünden vurması
deniz seki nin günahlarından kopması
ferdi tayfur un çeşme den su içmesi
bulutsuzluk özleminin sözlerini geri alamaması
izel in şak diye kesmesi
zafer peker in aşkının var gibi olması
gülşen in bu gece kafasından geçenlere içmesi
sezen aksu nun ne kavgasının bitmesi ne de sevdasının!
ve volkan ın anasının ninoylanması
kenan doğlu nun yazılanı bozamaması
mustafa sandal ın jest olması!
rengin in aldatılması!!!!!!!!!!!
mustafa sandal ın aya benzemesi
nadide sultan ın konyalıdan başkasına bastırmaması
betül demir in süper bir fikri olması
Emrah'ın sevdi mi tam sevmesi

17 Temmuz 2009 Cuma

Aradım Aradım Bulamadım #5

Nabersiniz cicileriiiiiiiim. Cek binbır'a saygıyla programı açtıktan sonra ... ne programı lan eheheh. kaptırdım gidiyorum öyle. ben buralarda yokken yine boş durmayıp google dan bloguma ulaşan sevgili arayıcılarımın pek sevdiğim örnekleriyle karşınızdayım efenim. Buyrunuz,

2009un yeni pornalar: Naber lem pornacılar. Bıkmadınız porna yazmaya. Kral Tv'ye gelen mesajların cümle yapısına benzer biçimde başı ayrı kıçı ayrı aramanız için tebrik ediyorum sizi. üç kelimede bu kadar düzensiz cümle kurulabilirdi zaten.

aşk-ı memnunun final şarkısını dinleyip yüklemek: Yine adet olduğu üzere mastar ekli aramalarımızdan birine bir yerli malı haftası şiiriyle seslenmek istiyorum.
"ne de güzeldir yurdumda aşk-ı memnun final şarkısını dinleyip yüklemek
efil efil vatanımda olmalı bu devamlı bir gelenek
önce parçanın ismini arayıp bulmayı düşünemesem de
vazgeçilmezidir cennet vatanımın, aşk-ı memnu final şarkısını dinleyip yüklemek"

bedava konulu mevzulu porno izle: pornografik aramalarda mevzu kelimesini ilk kez görüyorum. Beyler bir mevzu mu var diye sorasım geldi. Cansınız

deepsound blogger profili: Öncelikle, sevgili google bu aramayı benim bloguma yönlendirmeyi nasıl becerdin cicim, ikinci olarak sevgili arayıcım genelde bloggerlar sayfalarının kenarında profil kısmına erişim için linkler koyarlar, google dan bakmak yerine oraya baksaydın daha iyi olmaz mıydı?

hele naomi watts: Hele şu naomi watts yok mu naomi watts. Nasıl sevişmişti mulholland Dr.'da.

ikinci el orospu pazarı: Yuh! Fantazi olduğunu varsayıyorum sevgili arayıcım bu aramanın. Fantazi olsa bile..Yuh lan

küçük orospunun ilk anı: Abi siz uçmuşssunuz yemin ediyorum. ne içtiyseniz ben de istemiyorum lütfen!

orospu pazarla: nereden e-bayden mi acep

Piyı yarak porno izle: Bu kez aramalarda pornografik arama oranı çok yüksek. fakat bu aramada ne aradığını çıkaramadım ben sevgili arayıcım.

poatester manolis: birisi seni izliyor Marika. Üstelik google onu benim bloguma göndermiş nedense.

profesyonel orospu nasıl olunur: Hemen anlatıyorum sevgili arayıcım madem bu denli merak içindesin. öncelikle evden kaçıp böyle bir adet pavyon sahibi Ekrem Bora tipli adam buluyorsun. Zaten gerisi kendiliğinden geliyor.

sadec türk sekisi film: Lan biraz sakin az sakin yazın. Komple yanlış yazıyorsunuz sonra benim bloguma gelip eliniz şeyinizde bön bön kalıyorsunuz.

sevişmek+seks daha fazlası: Sevişmek + seks ve daha fazlası reklamlardan son bu blogta. Hiç bir yere ayrılmayın sevgili arayıcılarım.

sic aka dult konulu film: hay eline sokayım. Bu kadar porno araması görmemiştim hiç raporlarda. ya blogum iyice sapıttı ya da memleketin durumu vahim.

sil,konlu göt oyunu: bu ne lan! slikonlu göt oyunu yazmak istedin sanırım ama o da bizi bir yere götümeyecek bence. Göt oyunu ne bir kere acaba? Bilen varsa yorum kısmına yazsın lütfen göt oyununun nasıl bir oyun olduğunu.

stellanın odasındaki merdivenin üst katında ne var: oooo. bu kadar detaylı bir how i met your mother izleyicisi görmemiştim. saygı duyarım.

tonight i can write the saddest lines anlamı: Sevgili arayıcım, mevzubahis söz bir pablo neruda şiirinden uyarlanmış olan Sixpence None The Richer ın harikulade seslendirdiği puedo Escribir isimli şarkıdan. O satır tam olarak "tonight i can write the saddest lines...the saddest line about her" şeklinde anlamı ise yüzeysel bir çeviri yaparsak "bu gece onun hakkında en üzgün..en üzgün satırları yazabilirim" diyebiliriz herhalde. Böyle edebiyata ve müziğe meraklı arayıcılarımın da olduğunu görmek onlarca pornA aramasından sonra iyi geldi. Üstelik çok sevdiğim bir şarkı ve şiire dair bir arama. msn ver tanışalım dslşkflşasdkflkşasdlşfk

ttnetten indirilen müzikler mp3 e uyumlumu: sevgili arayıcım öncelikle soru eki mi ayrı yazılır. İkinci olarak mp3 e uyumlu diye bir şey yoktur. Mp3 bir formattır. Bir müzik dosyası ya mp3 formatındadır ya da değildir. Ttnetmüzik ten indirilenler bildiğim kadarıyla wma formatlı ve süreli müzikler.

winampta şarkıları bulma tuşu: Off bu kötü olmuş. dilinin ucunda ama bulamıyorsun. Bilirim insanı delirtir sevgili arayıcım. Senin işini muhtemelen J tuşu görecektir. jump to file işlevini yerine getirir.

yalın ın heyecanını kaybetmesi: sdklşfklsdafklşasdklş oyh dağaldım şuan.

zahid akman nerenin başkanı: Bu konu yargıya intikal etmiiş bir mevzu olduğundan içimdekileri söyleyemiyorum sevgili arayıcım. Önceden Rtük'ün başkanıydı ama gördüğümüz kadarıyla deniz feneri sefa pezevengi ekibinde de yer almış olabilir. Olmayabilir de (formaliteden koyulmuş olasılık şıkkı)

çıktıda çıkardında 10 yılda 15 milyon geç şarkısı: bu memleket için üzülüyorum çoğu zaman......

Senaryoda Reklam Eşiği


Herkese merhabalar efenim. Yine fırından taze çıkmış ipe sapa gelmez önerilerimle karşınızdayım. Bugün biraz televizyon dünyasından ve dizilerdeki reklam anlayışının ve kısıtlamalarının getirdiği zorlukların senaryoya etkisini azaltabilecek bir öneri sunmak istiyorum sayın yargıç. Baya mahkemedeymişim gibi konuştum. Neden acaba? Öyle durup dururken bu formal görünmeye çalışan çakma cümleler. Halbuki resmi yazışmalara dair bildiğim en iyi şey “işbu” kelimesidir. Türkçe’de en sevdiğim kelimelerden biri hatta işbu. Bir yandan resmiyet anımsatırken öte yandan Uzakdoğu restoranlarında bulunabilecek bir yemek görünümünde azami derecede gizemli bir kelime. Üstelik bir kelime dizisi de olabilir aynı zamanda. Dört harfli bir bileşik kelime bulmak zor bugünlerde. Ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklar olduğumuz günlerde kaldı artık o dönemin dört harfli saf ve temiz kelimeleri. Buradan fabrikatör sami beye alev in sözlerini hatırlatmak isterim Neşeli günler’den. Ne istedin o temiz insanlardan, o saf, o mutlu insanlardan ha fabrikatör sami. Yaşar usta nasıl canına okudu ama, kalırın işte böyle. Bu arada, mevzubahis filmde fabrikatör Sami filmin sonunda Alev’i yeniden o saf ve temiz insanlara bırakırken “daha önce hiç bilmediğim bir silahla yenildim. Sevgi” gibi cümleler kurmasına rağmen aslında bence basbayağı yaşar usta nın konuşmasından tırstığı için Alev’i geri bırakmıştır oraya. Yaşar Usta’nın o en vurucu cümlesi “…Hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Vururum…Ve dönüp arkama bakmam bile” gerçekten fena halde göz korkutucu. Bence, yaşar usta o odadan çıktıktan sonra fabrikatör Sami’nin aklından geçenler az çok şöyleydi. “Ulan iyi miyi ama manyaktır bu tipler, gözü döndü mü vurur da ölene kadar hapsi göze alır. Ben en iyisi başka bir plan bulayım artık” Hiç de öyle yok efenim beni hiç bilmediğim silahla vurdular, adına sevgi demişler, gülüm seni koparmışlar, adına türkü yakmışlar, hesabım var değil kazın ayağı. Korkmuş ve iki taşta bir kuş bulmak üzere hamle yaparak strateji değiştirmiştir. Alev’i o saf, o temiz insanlara gönderecek ve bu sayede hem Alev ile barışmış olacak hem de o evi dolaylı yoldan kontrol imkanı sağlayacaktı. Very clever Fabrikatör Sami..Very cleveeer. Ayrıca şimdi yaşar usta yı da işe geri almazsa ayıp eder. Şimdi öyle vardiya müdürü tarzı dandirik bir sıfatla da alamaz dünürü olacak adam. Yönetim katına çıkartır diye düşünüyorum. Neyse iyice saptı konular. İşte bu yüzden biraz da sonu olmayan hikayeleri seviyorum. Son yazdığı vakit bu tür gelecekte neler olacağını da düşünüyor insan ister istemez. Ayrıca fabrikatör sami deyince aklıma otogargara daki tekrar çal sami geldi. Play it again Sam'e de gönderme var. Pek güzel. Şarkıyı dinledim gidecek birazdan muhtemelen hafızamın ait olduğu bölümüne. Eee işte geçici hafıza diye boşuna demiyorlar azizim. Fani dünya bu geçici hafıza. Bugün varsın yarın yoksun tekrar çal Samicim aklımda. Ayrıca eğer geçici hafızada iyilik yaparsanız, kalıcı hafızada bir sürü huri varmış sizin için. Sağlam kaynaktan bilgi.

Efenim bu hayvani ve son derece gereksiz anlık düşüncelerimi yazdığım giriş paragrafının akabinde asıl bahseylemek istediğim mevzuya girmek arzusundayım. Konuyla ilgilenenler bileceklerdir, bizim televizyon kanallarımızdaki dizilerde veya programlarda “gizli reklam” veya “marka adı” kullanmak mevzusunda sıkı bir kontrol mekanizması mevcut. Önceden bir medya grubunun dizisnde o medya grubunun gazetesinin okunduğunu falan bolca görürdük. Artık bunlar tedavülden katlılar. Neticede bugün eğer bir yapımın senaryosunu tv için yazıyorsanız karakterleriniz aralarında konuşurken gidecekleri yer konusunda mekan adı belirtemezler. Ya da “gazetede bir haber okudum” “aaa hangi gazete” gibi bir diyalog daha ileriye gitmez. Yani gider de, beklenen biçimde gitmez. Bu konunun yazarları epeyce sıkıntıya soktuğunu düşünüyorum. Bir yandan da “wilhelm scream” i düşünüyordum. Bilmeyenler için kısaca açayım; bu wilhelm scream Hollywood ses editörleri arasındaki geleneksel mevzulardan biridir. Eski bir filmde geçmiş bir çığlıktır ve o çığlık daha sonra bir çok filme veya en son lost gibi dizilere de sesçiler tarafından yedirilmiştir. Bir tür espri mevzusu gibi. Ahengi bozmadan o efekti koymak da beceri isteyen bir iş. Bir tür Hollywood geleneği gibi bir şey. Aklıma gelen mevzu şu aslında, bir tür hayali bir işletme adı yapalım. Atıyorum buna, “hayali cafe” ya da “hayali restoran” diyelim. Fakat gerçekte böyle bir işletme mevcut olmasın. Bu sayede yerli yapımlar açısından da senaristler tarafından bir “wilhelm scream” gibi kullanılan geleneksel bir şey olarak sürdürülmeye başlansın. Atıyorum artık “cafeye gelir misin” gibi dangozca bir soru yerine “hayalideyiz gelsene” diye bir diyalog yazılsın ve esneklik sağlanmış olsun. Bu da böylece aklıma gelmiş bir mevzuydu gecenin bir yarısı. Kiss kiss bang bang !

15 Temmuz 2009 Çarşamba

On Hande Yener Şarkısı


Efenim herkese merhabalar. On şarkı serisine Hande Yener ile devam etmek istiyorum. Hande yener’in kariyeri ve diskografisi zaman içerisinde muazzam değişimlere uğrayan bir diskografi. Daha sonra kendisinin de “bakkal şarkısı” olarak niteleyeceği şarkılar ile başlayan kariyeri, özellikle “Aşk Kadın ruhundan Anlamıyor” isimli albümüyle bambaşka bir yola girdi. Hani o güne kadar, benim de bir pop ikonu olarak gördüğüm Hande yener ve söylediği şarkılar, müzikal anlamda da öne çıkmaya başladı. Nağmeli şarkılara eşlik eden pek güzel gırtlağıyla göz doldurdu Hande Hanım. Ve ardından bence Hande Yener’in müzikal anlamda doruk noktası olan alamet-i farikası “Apayrı” albümü geldi. Gerçekten de tüm diskografisine baktığımızda apayrı, diğerlerinden açık ara önde apayrı bir yerde. Müzikal açıdan da birinci sınıf ve albümün geneli olarak da uğradığı bir çok türün karışımı olan ve sonraki Hande yener’in sinyallerini veren ilginç denemeler kendine yer buldu. Daha sonrası için ise yeniden bir düşüş gözlemliyorum ben kendi adıma. Yapmak istediği müzik elektronik müziğe yakın bir tür olabilir ama apayrı gibi bir albümden sonra insan o tadı almak istiyor doğal olarak her yeni albümde. Neyse efenim herkesin zevkleri değişebildiği gibi, buraya yazacağım on parça benim kişisel zevkime göre düzenlenmiş bir listedir. Şunu da söylemek isterim ki on parçayı seçerken çok zorlandım. Özellikle aşk kadın ruhundan anlamıyor ve apayrı albümlerinin tüm şarkıları bu listeye girecek kapasitede ama daraltmak gerekiyordu tabi. Bir kaçını elemek durumunda kaldım. Neyse efenim lafı fazla da uzatmadan listeye geçelim.

10: Bence Mutluyduk: Aşk kadın ruhundan anlamıyor albümünün yüz aklarından biri olmasının yanı sıra, deneysel özelliği de mevcut müzikal anlamda. Tabi hande yener in nakarattaki nağmeli okuyuşu da dikkatlerden kaçmamalı. Anlatılan hikayeyi de kafada canlandırmamak mümkün değil. O kabullenmişlik sonrası bir nevi kendi kendini teselli etme dürtüsü kendini çok net gösteriyor. “Ağırlık yok dünyada, sözlerinle tartılıyorsun ha?”



9- Hoş geldiniz: Bu parçayı anlatabilmek çok güç. Gerçekten güçlü bir parça olduğuna inanıyorum. Zaten kendini daha ilk dinleyişte belli ediyor. “Dostum zaman silmiş benim gözümden akan yaşları” sözü ise uzun süre mottom olagelmişti. Ayrıca mevzubahis parçanın klibinin tek sahne olduğunu da dikkatli izleyiciler gözden kaçırmayacaktır. Hoş Geldiniz dokuz numarada. “Hiç korkma, kovalarız o ‘meşhur’ şeytanları…”



8 – Kim bilebilir Aşkı: Hem klibi hem de şarkının kendisi kesinlikle birinci sınıf. Hani elektronik müziğe doğru kayan Hande Yener kariyerinin önemli duraklarından biridir bence Kim Bilebilir Aşkı. Bunun yanı sıra müzikal çeşitliliğinden de söz etmek gerek. Kendini tekrar eden ritm ile başlayıp söze girişin ardından havasını değiştiren, nakaratta ise uçan bir parça. Bu şarkıda dans etmeyi seviyorum ben şahsen. Ama bu şarkı bir arada kalmışlık barındırıyor. Yani ne eller havaya ne de hande yenerin daha sonraki albümleri gibi elektronik değil. İkisinin tam ortası ve geçiş dönemini de müzikal anlamda şahane yansıtıyor.



7- Apayrı: Hande Yener’den kesinlikle duymaya alışık olmadığımız şarkılardan biri. Hani apayrı albümünün “ben farklıyım ve özelim” diye bas bas bağırdığı şarkılarından biri. Şarkıda hande Yener’i de Ajda Pekkan’ın gençliğini anımsatan ince sesiyle dinlemek ise ayrı bir keyif. Yağmurlu bir sonbahar akşamına ise inanılmaz yakışan bir parça. Çayınızı alıp cama çıkmanın tam vaktidir bu parçayla.



6- Yanındaki Var Ya: Hande Yener’in üç şarkısı var. Birisi bu parça. Diğer ikisi ise apayrı albümünde yer alıyor. Ben bunlara “Hande yener’in Ayrılık üçlemesi” diyorum. Ayrılık sürecinin üç farklı dönemini yansıtan nefis parçalar üçü de. bu parça ilk döneme dair. Yani tam olarak, tam da ayrıldıktan sonraki dönem. Acı çekerek onun nasıl gittiğini anlayamamak. Onunla birlikte olmak istemek, onsuz hayatın nasıl olacağını kafasında tasvir edememek ve o ayrılık sonrası acı dolu ilk aya ithafen ve Hande Yener Ayrılık Üçlemesi’nin de ilk parçası. Buyrunuz efendim.



5- Sakin Olmalıyım: yine Hande Yener’den duymayı beklemediğimiz şarkılardan biri. Herhalde bu müzikal enstrümanların bu derece yoğun kullanıldığı başka bir parçası yok Hande Yener’in. Bunun yanı sıra sözler de bence on ikiden vuruyor şarkının dışarıdan sert ama içeriden kırılgan görünen havasını. Özellikle “ ‘Ben yanılıyorumdur’lu durumları” sözünün hastasıyım bu parçada. Böyle bir parçayı Hande Yener’den bir daha duyabilecek miyiz bilmiyorum. Müzikal açıdan çok sesli, Hande Yener’e göre epeyce sert ama söyleniş biçimi olarak da fazlaca kırılgan bir tonun eşlik ettiği manik depresyon ruh halinin kanlı canlı arka planda kendini gösterdiği parça. Two Thumbs up denir ne denir.



4- Şefkat Gibi: Az önce bahsettiğim “Hande Yener Ayrılık Üçlemesi”nin üçüncü ayağını oluşturuyor bu parça. Artık ayrılık acısını çoktan unutmuşsunuzdur. Hatta yeni insanlarla tanışmış, birlikte olmuşsunuzdur. Hani deyim yerindeyse hayatınıza devam etmeye devam etmeye başlamışsınızdır. Artık o günlere baktığınızda eski ama hoş, zaman zaman da kötü anılar aklınıza gelmektedir. O dönemin değerlendirmesini kendi içinizde yapmışsınız, hatalarınızı ve doğrularınızı belirlemişsinizdir. Vicdani hesaplaşma yaptığınızdan ötürü içiniz rahat sayılır. Ama işte bir gün hiç beklemediğiniz bir anda o kişi karşınıza çıkar… bir gün tesadüfen karşı kaldırımda görürsünüz ya da ne bileyim trafikte görürüsünüz..görürsünüz..uzaktan bakarsınız.. Buyrun efendim ayrılık sonrası üçlemesinin son perdesine..



3- Acele Etme: Efenim bana göre, Hande Yener’in pop müzik yapmaktan çıktığı parça tam olarak da budur. Müzikal açıdan yönünü değiştirmeye başladığı parça. Acele Etme, önceki iki albümdeki kadar hit olmadı belki ama kesinlikle Hande Yener’den kaynaklanan bir durum değildi bu. Dinleyici Hande Yener’den pop müziğin dahil olduğu bir albüm bekliyordu. Çıkış parçası Acele Etme’nin müzikal kalibresinin yüksekliği biraz şaşırttı. Gerçi apayrı albümündeki gibi sözlerin bir çoğunun da “sehl-i mumteni” ye kaydığı lirikler ihtiva etmiyordu ama “firar serbest bende, istemeyen çeker gider” sözü işte budur dedirttirdi bana. Hala da dedirttirir. Budur arkadaş.! Ayrıca parçanın klibinin de epeyce başarılı bir klip olup döneminin önünde yer aldığını belirtmek isterim. Acele Etme üç numarada.



2- Nasıl Zor Şimdi: Şunu söylemek isterim ki, ilk iki sıradaki parçalar diğerlerinden epeyce puan farkıyla bu sıraları elde ettiler. İkisinin arasında ise çok az bir fark var. O iki şarkıdan, ikinci sırada aynı zamanda “Hande Yener Ayrılık Üçlemesi”nin de ikinci aşaması olan Nasıl Zor Şimdi var. Bu dönem, o ilk acının atlatıldığı dönemdir. Hani tamam evet artık ayrılık kabullenilmiştir fakat yeni biriyle tanışıldığında aklına hemen eskisi gelmektedir ve o kadar çok şey paylaşılmıştır ki, şimdi tam da sıfır noktasından başlamak ölüme eş değerdir. Mete Özgencil bu dönemi harika sözlerle taçlandırırken Hande yener, başka hiçbir şarkısında duyamayacağımız dumanlı sesiyle adeta eksik parçaları tamamlamış. Her yönüyle mükemmel bir parça. Kentli kadın yalnızlığının ötesinde kentli erkeklere de hitap edebilen bir parça bence. “ En sevdiğin film hangisi, en sevdiğin şarkı, şiir, şair, yazar, çizer, siler, bozar zamanın silgisi….”



1- Biraz Özgürlük: Yani Hande Yener’in kariyerindeki müzikal değişimden bahsederken bu parçanın sürekli atlanması bana dokunuyor epeyce açıkçası. Bana göre hem Hande Yener’in söylediği en başarılı parça hem de o dönüşümün ilk ciddi örneği ve yine bence daha sonra bu ayarda bir parça da çıkmadı. Hani gerekten nakaratta söylendiği gibi sanki uçuyorsunuz hissini dibine kadar yaşatan ve “şimdi beni yere indir” dedirten muazzam bir düzenleme. Yani bunun daha ötesi yok bence Hande hanımın diskografisinde. Ayrıca her ne kadar bazı kısımları intihal olsa da klibi de kusursuzdu. Gözlerinizi kapatıp bu şarkıyı dinleyin ve tekrar tekrar uçun…hani hiç kullanmadığım için bilmiyorum ama bazı uyuşturucu maddeleri kullanınca hissedildiği söylenen uçma hissini veriyor bence bu parça. Başlı başına bir uyuşturucu.



Efenim, bu listenin yanı sıra ilk paragrafta bahsettiğim gibi on şarkıyı seçmekte çok zorlandım. On parça saplantım yüzünden listeye giremeyi burun farkı ile kaçıran, Yola Devam, bedenim Senin Oldu, Hayrola, Savaş Sonrası, Bir iz gerek, Bu yüzden, Armağan, Aşk Kadın ruhundan Anlamıyor, Kibir’in de isimlerini anmak istiyorum en azından. Bir de müzikal açıdan değeri olmasa da durduğu yer açısından Yalanın Batsın’ı ismen de olsa analım. Herkese iyi günler diliyorum.

Neler olmuş?

Merhaba sevgili okuyucular. nasılsınız acep? Beni soracak olursanız iç güveysinden halsizceyim. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öper, erzurumda vatani görevini....oyh kral tv mesaj servsiyle karıştırdım bir an blogumu. pardon. Her neyse efenim, nihayetinde İstanbul'a döndüm bir süre Edirne'de kafamı dinledikten sonra. Bu süre içinde tahmin ettiğim gibi bir iç yolculuğa çıkmasam da, bir kaçını burada da yazdığım küçüklük dönemlerime dair sakladığım şeyleri buldum ve inceledim. İlginçtir bu kez "son sardunyalar" şarkısı pek aklıma gelmedi.

Buralarda yokken neler olmuş. Mesela Michael Jackson hayatını kaybetmiş. Askere sivil yargı yolu açılmış, çin'de bir tür katliam yaşanmış, aklıma, gelecek planlarımla ilgili ilginç bir fikir gelmiş, Bendeniz yine hayal kırıklığı yaratan bir albüm çıkarmış, Kırkpınar güreşlerini Mehmet yeşilyeşil isimli 23 yaşındaki genç kazanmış. Canlı izlediğimiz güreşten sonra attığı şehir turunda sürpriz sayılan ama bileğinin hakkıyla kazandığı için halk tarafından alkışlanmış edirne'de. Tnt Lost'u ilk sezondan itibaren haftaiçi her gün saat 20.00 de vermeye başlamış. Roger Federer, wimbledon erkekler turnuvasını kazanarak resmen gelmiş geçmiş en büyük tenisçi olmuş. final mücadelesi nefes kesmiş. Serena William ile Venus williams bir kez daha finalde karşılaşmış. Serena kazanmış. Ayşe Arman nişantaşı'da türbanlı, Fatihte strapless bir elbise ve mini etekle dolaşmış. 90 dakika isimli program yayın hayatını sonlandırmış. Haber bültenleri, yıllar önceki satanizm sömürüsünden sonra bu kez kafayı emoculukla bozmuşlar. Beşiktaş Çarşı grubu Londra'daki ulusal Galeri müzesinin duvarına "Çarşı loves M.J." yazmış. Uykusuz dergisi çıkış günlerini geciktirmeye devam etmiş.

14 Temmuz 2009 Salı

Kayıtlar outro


Evet efenim okurken ve buraya yazarken de pek eğlendiğim küçüklük yıllarıma dair bazı kayıtları okudunuz son dönemde. Şimdilik bu kadar, belki ileride paula nancy millstone jennings'e meydan okuyan bir kaç, ergenlik dönemi şiir denememi de koyabilirim. Ama şimdisi için bu kadar yeterli. That's All folks!!! Otogarda başlıyor büyük şehre geliş! Normal seyre geri dönmek arzusundayım.

9 Temmuz 2009 Perşembe

12-13-14-15-16-17 Şubat 1997

12 Şubat 1997 Çarşamba
Reklam: Şabanlar bugün giddecekmi?..Mehmet nasıl tüfek attı..Edirne’ye giecekmiyiz..AZ SONRA
Bu sabah yine kalktık. Yemek yiyecektik fakat akşam telefon ettiler. Arif gelsin diye arif abim bugün 9:00 arabasında edirne’ye gidecekti. Şabanda gitti.
Reklam:Mehmet nasıl tüfek attı. Edirne’ye gidecekmiyiz…AZ SONRA
Oynamaya çıktım. Kahvede gürkanı çağıracaktım. Sonra ayşe ablanın evinin orda mehmeti gördüm. Geldi. Oynadık. Sonra Gökhan kurşun getirdi. Mehmet içinden kurşunları çıkarıp barutla tüfek attı. Çok ses çıkardı.(Oğlum ne psikopat çocukmuşssunuz lan siz)
Bugün 14:30 otobüsü ile Edirne’ye geldik. Tv’de bu akşam Zeyna yokmuş. Ali abim bayağı iyiymiş.

13 Şubat 1997 Perşembe
Bu sabah kalktım öyle uyuşuk uyuşuk televizyona bakıyordum. O yine bugün babaannemler gelecekmiş.(hee o yüzden uyuşuk uyuşu ktelevizyona bakıyormuşssun demek ki. Problem Solved!!) Geldiler. Neyse annem dedi ki “saçlarını kestir” bende kestirmeye…”devam edecek..”
Reklam: Tadelle Türkiye bu tadı seviyor.
Köpeğimize ne oluyor. Susuzluktan hasta mı oluyor..AZ SONRA
(Bambaşkaymışsın!!)
“..devam” gittim. İlk geldiğimde biri traş oluyordu. Sonra ben traş oldum. Saçları normal oldu. Ondan sonra gezdim. Sinema afişlerine baktım. 7 şubata ışıklar sönmesin varmış. Yarın da hortum var.
Eve geldiğimde birde baktım. Demir kapı açık. Tahta kapı kapalı. Bir not var. Ablam yine anahtarı unutmuş. Yaklaşık 2.30 saat bekledim(2.30 derken 138 dakikayı kastetmiyorsun umarım.. Bakın beklerken ne oldu. Köpeğe bir baktım. Durmandan yalanıyor. Susuzluktan olduğunu anlayıp ona dışarıdan su verdim. Kilit bir yerde imiş sonra kapıyı açıp içeri girdik.

14 Şubat 1997 Cuma
Bugün çok erken kalktım. Sabah programlarına baktım. “devam edecek…”
Twister nasıl bir film…Köpeğimize ne oluyor…Akşam nasıl elektrikler kesiliyor..AZ SONRA
Bugün gezmeye gidecektim. Sinemaya da gidecektim. Sinemada Twister “hortum” vardı. Önce ali abmlere gittim. Sonra sinemaya gittim. Bilet aldım sonra dışarıda gezip içeriye girdim. Hortum güzel bir film. Küçük bir kız babasını hortumda kaybediyor. Sonra hep hortum kovalıyor. Filmde aşk sahneleride var. Sonra eve geldim.
Annemler falan evde idi. Annem dedi ki köpeğimiz çok durgun neler oluyor acaba dedi. Bende hiç bilmiyorum neler oluyor. Akşam elektrikler kesildi sonra geldi. (çok önemli bilgi. söylemesen dünyanın tüm düzeni değişirdi..)

15 Şubat 1997 Cumartesi
Bu sbah kalkınca annem dediki Bugün Ali abinlere gideceğiz kırk yasin var
Sonra gittik. Hilal, Hediye, Arif Abim, Beytullah Abim hepsi orda idi. Yemekler çok güzeldi.
Eve gelince babamı yeniden “Hortum”a gitmeye ikna ettik. Gürkan’ıda aradım. Oda elimde olursa gelirim dedi.

16 Şubat 1997 Pazar
Merhaba bugün AZ SONRA yazmayacağım.(İsabet olmuş) Bugün hortuma gittik. Babam gelmedi. Gürkanı çağırdık. O gelmedi. Bu akşam Beşiktaş – Fener maçı var. Yarın okul açılıyor. Neler olacak oda yarın.


17 Şubat 1997 Pazartesi
Bu sabah çok heyecanlıyım çünkü okula başladım. 2. dönemde ilk günüm yine hareketli gitti. Gökhan Duygu’ya arkadaşlık teklif etti. Duygu teklif etmedi.(E ona teklif edildiyse onun da etmesine gerek olmadığından olabilir mi acaba?) Bu olay yarın neler getirecek acaba. Gürkan ile beraber Twister – Hortum filmine bir kez daha gittim.(Kaç oldu lan!) Ders programı yine değişmiş. Allak bullak olmuş. Benan’a bugün yıldız falını öğrettim. Bugün yine ödev vardı. Daha ilk günden ödev olurmu sinirlendim.(Çok haklısın küçük ben)
Beşiktaş akşam feneri 1-0 yendi. Çok sevindim.
(Yendik mi lan!)



Bu yazı da neyin nesi lan dersen şu gönderiye bir bak.

İzmit'in Sokakları (29.09.2005)

İzmit’in sokakları yaprak içindeydi;
Başımda, unutamadığım şehrin havası;
Dilimde hep oraların şarkıları;
Ellerim ceplerimde,
Bir aşağı, bir yukarı.
Sonbahar;
İzmit’in sokakları yaprak içindeydi.

Orhan Veli Kanık – Yol türküleri
28 Eylül 2005 Çarşamba 23:57

İzmit’in köprüsü betondur beton,
"Nasıl kadrin bilmez yanında yatan"
Sensin gece gündüz gözümde tüten
Yüreğim yanıktır, ciğerim delik.
Of, of, kemirir bağrımı of, ince hastalık

Orhan Veli Kanık – Yol türküleri
29 Eylül 2005 Perşembe 00:03

6 Temmuz 2009 Pazartesi

30-31 Ocak 7-8-9-10-11 Şubat 1997

30 Ocak 1997 Perşembe
Çok üzgünüm, Pazar,pzt,Salı,çrş yazamadım serdar abimler bizde idi. Onlarla çok oyunlar oynadık. Hatice’yi kızdırdım. Hatice bugün kendini götürttürdü. Neyse bugün bana bayramlık almaya gittik. Herkes çok yakışıklısın diye söyledi. İnşallah bayramda onları giyerim. Dün akşam yine zeyna vardı. Kaçarmı seyrettim. Ben gökçen’e aşık oldum gibi geliyor(Yahu arkadaş bir gün Zeyna var dedi diye iki günde dibin düşmüş). Onu çok özledim.

31 Ocak 1997 Cuma
merhaba bu sabah sahura kalkınca uykum gelmedi. Bende uyumadım..
şu anda saat 10:35 bugün 2 arabasında köye gideceğiz. Aklıma gelmişken dün küçük cep radyolarından aldım. Çok güzel. Bugün çarşıya çıktık. Köye gideceğiz.bugün sinemaya gittik. “The Fan- Fanatik” vardı. Orada bizim kurtuluştan Seher’i görüm. Sonra köye geldik. Sizlerden 7 şubata kadar uzak kalacağım(klsaklsfklşsflşk lkşsdfklşsdflkşas günlüğüne televizyon izleyicisi muamelesi yaparsan büyüyünce ne olacagın belli oluyor.).

7 Şubat 1997 Cuma
Merhaba sizlerden ayrı kaldığım sürece Şaban bize geldi. Ve okul önüne oynadık. Bugün Arif abimde bize geldi. Neyse bugün eftaller bize geldi(Herkes de bize gelmiş). Oynadık. Beyzbol oynadık. Çok güzeldi(Kapitalizmin tatlı yüzü, yamacıma geeel! kuralları nasıl koydunuz merak ettim şimdi.. eski ben!). Sonra Gökhan kızdı gitti. Sonra turnuva yaptık. Ben yendim. Bu akşam Kanal D bayağı düzeldi. İşler iyi gitti bugün. Şansım dönmeye başladı.

8 Şubat 1997 Cumartesi
Bugün bayram öncesi olduğu için arkadaşlarımın çoğu oruçlu idi. Neyse yarın bayram. Bayramda inşallah saat 10.00 da çıkmayı düşünüyorum. Yarın bir şey yapacağız. Yoldan birini tutacağız “ya şekeri ya paranı” diyeceğiz. Bir şey vermezse döveceğiz.(Arkadaş sosyopat mısınız psikopat mı?)
Bugün babam bana bir saat aldı. Çokşık. Su geçirmez..
Bu akşam davulla gezildi. Ben gezmedim.

9 Şubat 1997 Pazar
bugün bayramın birinci günü bu sabah bayram namazına gittik. Geldik. Sonra gezmeye çıktık. Gezdik. Gökhan’ı köpek ısıracaktı. Osmanların köpeği. Bugün kaza oldu. Ali abime araba çarpmış. Motorsikletle giderken. Sonra kolu krılmış. Edirne’ye götürdüler. Sonra bizde otobüsle Edirne’ye geldik. Ali abimi ameliyat etmişler.

10 Şubat 1997 Pazartesi
Dün ameliyat olan Ali abim bugün bayağı iyiydi. Bugün hastaneye gittik. Ali abim iyiydi. Saat 13.00 e kadar gidicekti. Sonra ben ali ağabeymle annesinin babasının fotoğraflarını çektim. Sonra eve geldik. Babam şirketten bir araba almış. Çok acaip. Küçücük. Sonra şabanların evine geldik. Orda cigarettes içtik. Sonra saat 14.45 sıralarında köye geldik. Şaban ve arif abim bu akşam bizde kalacaklar idi. Bugün bir kız gördük bayağı güzeldi. O yine bize akraba çıktı.(Yeter lan, burcu, duygu yasemin gökçen ile idare et işte!) Alaaddin’in ablalarını kızdırdık.
Bu akşam serdar abimler bize yemeğe geldi. Serdar abimde kelime oyunu vardı. Oynadık…

11 Şubat 1997 Salı
Bugün bayramın son günü. Bu sabah biraz oynadık. Ondan sonra gezmeye çıktık.
Reklam: Enayi dangalak yazıları…Bayramda kimler rezil oldu. Nasıl kavga çıkacaktı….AZ SONRA
(ooooooo! kanında televizyonculuk var adamın arkadaş)
Bugün oldukça para harcadım. Neyse..bugün 3 kadar sigara içmişimdir. Mehmet almış bizde içtik.
Reklam: Enayi dangalak yazıları…Bayramda kimler rezil oldu..Nasıl kavga çıkacaktı..nurcan’ın talibi kim? AZ SONRA
Bugün Necati’ler geldi. Hoşgedin dedim konuştuk. Onlar muratçalıya düşmanmış kavga edecektiler. Muratçalılılar onların mahallesinde tabanca atmışlar. Fakat sonra kavgayı ayırdılar.
Akşam “enayi dangalak” diye yazılar yazdık. Bugün onları bazı insanların arkasına asacaktık. Sonra vazgeçip yırttık.
Reklam: Nurcan’ın talibi kim…AZ SONRA
Nurcan’a da bugün bir erkek arkadaşlık teklif etti. Nurcan buna sıcak bakıyor. Ama bakalım ne olacak. Şabanlar yine bizde

Büyüklük Üzerine (06.02.2007)

Büyüklük üzerine bir yazı bu. Ne yaşça büyüklük, ne de fiziken iri olma durumunu niteleyen büyüklük. Lider sıfatını almış kişilerin özsalgısı olan büyüklük bu.

Liderlik kavramını dibine kadar çekip, yaşayıp, yaşatıp, “hevesini” almış olanların, yani liderleri gözlediğinde bu sıfata gerçek anlamda “yazıdaki tanımlanmış gerçelliğe dair mealiyle” erişebilineceğinin kolerasyonunu yaptıkları söylenebilir. Refleks olmalı bu aslında, yapmayı istemezler mevzubahis değerlendirmeyi. Olabilirliği düşük bir lider adayı bazen öylesine zıvanadan çıkarır ki, kıyaslamayı istese de, istemese de yapar eskiden liderlik vasfına nail olmuş ve gerektiği kadar hevesini alıp yorulmuş olan şahıs. En kötüsü de bu adayın yüzüne söylemektir olabilirliğinin düşük olduğunu. Her durumun olası sonuçları meydana gelebileceği için, her zaman bu sonuçları düşünmeye ya da idrakında canlandırmaya başlar “görmüş” lider ve sonra sonuçların sonucu gerçekleşebilecek olası durum veya vukuları göz önüne alır. Göz önüne alınan ikinci nesil durumlar da bir sonuç ya da –ki her zaman birden fazla sonuç vardır- daha fazla sonuç doğurabileceğinden ortaya çıkan yeni durumları ve sonuçları düşünmek durumunda kalır. Kalmaz, öyle düşünmesi gerekliliğinin zorunluluğunu hisseder. Kısacası, eski lider şahıs, bir reaksiyonu başlattığında, önem derecesi ne olursa olsun sonuçları kafasının içinde bellidir. Bu nedenle söylemek, lider adayına düşük ihtimalini lider olabilirliğinin, bir çok sonuç ve durum ortaya çıkaracaktır. Kalp kırmamak için söylememezlik etmez bir lider. Usulünde söyler. Gereksiz olduğu için söylememezlik eder. Eski lider, emri vaki etmemeyi bilir. Gücünü kötüye kullanmak durumunun bilinçliliği dışında olarak etmez. Zaten “kötü” sıfatının genelgeçer bir tanımı için izafiyet kavramına ihtiyaç oluğundan, genel için iyi, kötü, güzel veya çirkin kanaati getirmemeye gayret etmesi gerektiğinin bilincindedir. Ne var ki, lider sıfatlı kişi belli özellikleri bünyesinde bulunan bir kümeye dahil insanların oluşturduğu bir grupta mevcut olabilir. Derine inilirse aslında insanların “inanmak” zorunlulukları ve saplantıları neticesinde doğmuş bir olgudur liderlik. Birini lider olarak uygun görürler ve ona inanırlar, itaat ederler. Hiçbir lider yoktur ki, kendi kendini lider ilan edebilsin. Liderin, lideri olduğunu iddia ettiği gruptaki bir kişi bile lider olarak görmüyorsa onu, liderlik sfatı elinden alınmış demektir.

Büyüklük bu nedenlerle bir liderin özsalgısı olan mecazdır.

6 Şubat 2007
Akçakoca/İzmit

4 Temmuz 2009 Cumartesi

22-23-24-25 Ocak 1997

22 Ocak 1997 Çarşamba
Bugün 3 dersimiz boş geçti. Yasemin bana ısınmaya başladı. Bende biraz ona fark ediyorum.(Bir kişiye farketmek nasıl bir deyimdir evladım, çocuğum..) Gökçen bugün dedi ki bu akşam “ZEYNA” var dedi. “hadi ordan dedim” var olduğunu söyledi. Gerçekten de öyleydi. Onun sözüne güveniyorum artık.(Güvenebilme eşiği Zeyna hakkında yalan söylememek olan zat-ı şahane) Zeyna’nın reklamını alır almaz bir çok gazete alıp fotoğrafını kestim. Ayrıca gazeteden aldığım bir haber beni çok sevindirdi. Zeyna tatilde Türkiye’de imiş. Keşke Edirne’ye de gelse.(Hayallerde yaşıyor bazı....) Bu akşam şabanları anneannemleri iftara aldık. Sonra Hilal’ler geldi. Hilal Beşiktaşlı.

Şu anda saat 22.43. burcu ile aramız Duyguların ve benim birbirimizle ilgilenmemiz. Burcu’ya çok zaman ayıramıyorum. Ayrıca bugünde yazdım Yasemin’le ısınıyoruz. Ve burcu bugünde okula gelmedi.(Yanlış yapıyorsun Burcuuuuuuuuuuu. Bir gün okula gelsen hemen yine sana meyledecem)


23 Ocak 1997 Perşembe
bugün bir çok dersimiz yine boş geçti. Lastiklerle atma oynadık.(Bu ne sado-mazo bir oyundur) Duygu beni birisinden kurtardı ama Önder ikincisinde yanağıma indirdi. Ayrıca bugün yeni bir şey çıkardım. “Kimse bana tavuk diyemez”. Diyeni dövüyorum.(Psikopat ve intihalci) Gökçen gitgide hoşuma gitmeye başladı.(Yuh!) Bu akşam Olcayları iftara aldık.
Zeyna’yı nasıl sevdiğimi anlatmak istiyorum. Bir gün kanallar arası zapping yaparken Zeyna’yı açtım. Şunuda söyleyeyim önceden onu sevmiyordum. Neyse açtım, çok güzel bir şeymiş ondan sonra hep seyrettim.(Çok farklı bir hikaye!)

24 Ocak 1997 Cuma
Bugün okulun ilk döneminin son günü. Bugün burcu ve Gürkan okula geldi. Burcu ile iyi anlaştık bugün nasıl mı? Yine lastikçilik oynuyorduk. Burcu’da oynamak istiyordu. Ona lastik verirken kaç kere elini tuttum.(Burcu is back in the game!!)
Ayrıca bugün karne aldık. Takdiri 2 puanla kaçırdım. Zayıfım yok. Üzüldüm desem yalan olmaz.
Bu akşam annemler Nurşen ablamlara gitti. Ben yalnız kaldım.
Bu akşam Michael J. Fox’un oynadığı geleceğe dönüş -2- var. Bir terslik olmazsa seyredeceğim.

25 Ocak 1997 Cumartesi
Bugün babam araba ile geldi. Köye gittik. Orada karne parası aldım. 150.000 L. Aldım. Sonra tekrar Edirne’ye geldik.
Birde bugün bizim köpeği saldım. Annemi görünce sokaktan fişek gibi koştu bende yüzükoyun yere oturdum. Neyse..
Ayrıca ben okulu şimdiden özlemeye başladım. Arkadaşlarımı falan…(Özlemesen şaşardım zaten. Bir gün Burcu, bir gün Duygu, bir gün Yasemin, bir gün Gökçen....Özlenmez mi?)

Deniz Seki (22.09.2005)

Kaç gece, uykusuz, paramparça düşlerin;
Ya da
Kaç kişi derdine, ne kadar ortak olabilir

Deniz Seki – Gidelim Buralardan
22 Eylül 2005 Perşembe 19.53

Söz ver bana, umudum ol..
Ver de inanayım geleceğime..

Ne yana baksam aynı yüzler.
Ne yeni, ne de yenileri…
Küçücük yüreğimle ben,
Sana sığınıyorum

Deniz Seki – Sana Sığınıyorum
22 Eylül 2005 Perşembe 20.02

Buraya yazacak o kadar çok şey geliyor ki aklıma, lakin, kalemi elime alıp yazmaya niyetlendiğim vakit birden sıkışıp kalıyorum beynimin ortasında.. İkili sohbetlerde de bu böyle vuku buluyor. Evet sorunluyum, o kadar çok sorunum var ki, anlatamayacak kadar dolduruyor beynimin içini. Ne zaman, nasıl, nereden başlayacağımı bilemiyorum hiç. Belki de bu yüzden hep ben sorunları “dinleyen”, dertler paylaşılan kişi oldum, buna karşın pek fazla derdimi anlattığım söylenemez. Deniz Seki dinleyince veya her hangi bir şarkı, mutlaka sıkıntılarımdan, üzüntülerimden veya sorunlarımdan birine uygun düşüyor. Belki de bu yüzdendir her şarkıda hüzünlenebilme veya sevinebilme kapasitem. Kendi kendime sinir oluyorum şimdi. Ne saçma şeyler yazdım. Lisedeki edebiyat öğretmenim görse meşe odunuyla kovalardı herhalde. Daha doğrusu saçma değil belki de ama anlatmak istediklerim de değil. Şarkılar iyiydi sanırım. Onlar konuşsalar daha hayırlı olur.

22 Eylül 2005 Perşembe 20:13

2 Temmuz 2009 Perşembe

17-18-19-20-21 Ocak 1997

17 Ocak 1997 Cuma

Bugün sinemaya gidicektik. Gittikte ben Gürkan, Özgür beraber gittik. Kızlar da geldiler. Striptease vardı.(Yuh! Yuh ki ne yuh! Takıldığı hatunları Striptease filmine götüren orta okul çocuğu) Çok güzeldi. Gürkanla beraber özel konulardan konuştuk. Akşam üstünde anneannemlere iftar yemeğine geldik. Yedik.
Ve bugün benim doğum günümün bir önceki günü. Ablam çok güzel hediye almış. Robot ve bu günlüğü o hediye etti. Bundan sonra önemli olayları ve sırları bu deftere dökeceğim

18 Ocak 1997 Cumartesi
Bugün cmt. Benim doğum günüm. Biliyormusunuz şu anda saat 08.38. Pazartesi günü Duygunun doğumgünü. Ona bir hediye almak isterdim fekat pazartesi günü inşallah gürkanla beraber doğum gününü kutlayacağız. Aslında Duygu çok hoşuma gitmiyor. Hoşuma giden Burcu oda Perşembe günü ing.den “1” aldım diye ağladı. Dayanamam hiç bende ağlayacaktım. Sonra okula gelmedi inşallah pazartesi gelir.

19 Ocak 1997 Pazar
Dün 2 arabasında köye geldim. Akşamı burada geçirdim. Bayağıda eğlendim. Şu Pazar sayfalarını niye böyle küçük yapıyorlar. Bazı zaman çok yazacağım geliyor.
Burcu’yu tanıtmak istiyorum. Eğer sayfa yetmezse çizim yerine, oda yetmezse 20 ocağa yazacağım.
Çizim Yeri;
“burcu gerçekten güzel bir kız. Sarı saçlı beyaz tenli, gözlüklü olsa bile yine çok güzel. “(Çok güzel tanıtmışsın aferin. Gözlüklü ama olsun diyerek de bu kadar ezilir karşıdaki kişi. Salak herif)
Devamı yarın

20 Ocak 1997 Pazartesi
Bugün duygu’nun doğum günü. Duygu’nun doğum gününü kutladık. Ama o her şeyin gizli kalmasını istiyordu.(Sanki devlet sırrı mübarek!) Özgür bana kızmış, bilmiyorum nedenini. Akşam ise öyle bir hyecan yaşadım ki nasıl mı? Cuma günü Gökhan okula gelmemişti. “250.000” liralar bugün getirilecekti. Aradım ama bulamadım. Neyse onun parasını da ben verdim.
Gökçen akşam ZEYNA’yı seyretmiş.(Burada yine araya gireyim. O vakitler feci biçimde Zeyna haranıydım. hatta günlüğün ilk sayfasında gazete köşelerinden kestiğim fotoğrafları bile var. öyle böyle değil ama taparcasına hastasıydım.) “Çok güzel” dedi. Bende tebrik ettim.
Şu anda saat 19.32. Burcu’yu tanıtmaya devam edeyim. Burcu’ya nasıl kabimin ısındığını anlatayım. Daha geçen sene ısındı. Bir ara ben Gökhan ile oturuyordum. Burcu’larda bizim yan sıramızdaydı. Onlarla konuştukça daha iyi tanıyordum. Yarın devam edeceğim. Ayrıca Zeyna’yı da yarın anlatacağım.

21 Ocak 1997 Salı
Bugün gürkan’la sinemaya gitmeye karar verdik. Cuma günü “Moll flanders(Sıra dışı bir kadın)” var.
Türkçe öğretmenimiz bugün yine gelmedi. Boş derste birini gördüm. Bizim sınıftan Yasemin’i(Hani lan burcu burcu diyordun? Bir günde soğudun mu). Birbirimize sadece boş derste değil her derste bakmaya başladık. Benimle ilgileniyor. Bende ona bir yakınlık duymaya başladım.
Şu anda saat 20.41. bu sene daha soğuk başladı bana Burcu. Ama ben aramızı yumuşattım tekrar konuşuyoruz. Şunla(Hoşlandığın kızdan "şu" diye bahset. Aferin) bu sene konuşmamız Sinema sayesinde onunla hep aynı filmleri seyrediyoruz. Dahada ısındık bu yüzden şimdi aramız hafif açılıyor. Onuda(bir tane bile doğru da yazımı olmaz mı yahu!) yarın yazacağım.

Orhan Veli (21.09.2005)

Yakın zaman içinde elime, Orhan veli’nin bütün şiirleri kitabı yeniden geçti. Yeniden okuyunca şuna kanaat getirdim ki; kişi hangi manevi vaziyette bulunursa bulunsun, Orhan Veli’nin o halet-i ruhiyeye uyacak bir şiiri mutlak var. Şu sıralar depresif halim ağır bastığı için ekseriya hüzünlü geliyor bana. Tüm bu etkenlerin –zaten bir tane saymışım- dışında Orhan Veli’nin, benim “mücadele” diye adlandırdığım, şahsıma ait olguma veya yabancı filmlerde sıkça görüldüğü üzere “what is your story” gibi bir soruda “story”e giriş anım veya “benim hayatımın işte o an gerçekten başladığını anladım” cümlesi kurduracak ve o cümlede geçen o an içinde bulunan bir şiiri de mevcuttur. Lafı pek bulandırdım galiba. Kısacası, benim hayatım – mücadelem- şimdi başlıyor demediğim, lakin; an itibarıyle geçmişe baktığımda şu an diyebileceğim bu cümleyi bir Orhan Veli şiiri çok iyi özetliyor, en azından benim açımdan.

“Gemliğe doğru,
Denizi göreceksin.
Sakın şaşırma…”

Orhan Veli 1945 yılında, garibi yayınladıktan beş yıl sonra, kendi öz eleştirisini ya da garibi kendine karşı savunma diye nitelediği bir yazı yazmış. Yazı 1941’deki Garip’in önsözüne göndermeler yapıyor yapmasına ama büyük bölümünde gerçek bir hayat hikayesi ve mücadelesi mevcut. Bu yazı dahi beni bu günlerde sıkça hüzünlendiriyor. Üç dört haftadır, sebebini buraya yazmayacağım ama çoğu yukarıda belirttiğim mücadelem ile doğrudan veya dolaylı gelişmelerden ötürü bu hüzün. Bu, yemeğin ana hammadesiydi, bir de o yemeğe tuz biber ekecek bir yalnızlık hissi var. Yanızlık deyince, öyle hemen kız arkadaş veya sevgili anlamında, kalben bir yalnızlık değil bu. Hoş, şu sıralar o yalnızlık bir tutam bile hüzünlendirmiyor beni. Sevgiliye ayıracak ne vaktim ne de kalbim hatta ne de duygularım var şu aralar. Yemeğin tuzu biberi olan yalnızlık, mücadelede yalnız kalma korkusu-ya da hangi duyguysa işte-.

Bir mücadelem olduğunu fark ettiğimden veya buna karar verdiğim günden beri bir çok insan gözümde çok küçük yerlerde. Üzülerek yazıyorum ki bu böyle. Belki de, ettiğim mücadeleyi ve verdiğim çabayı anlayamayacaklarını düşündüğümden ötürüdür. Bu durumda benim tezimi destekleyen bir de atasözü mevcut dilimizde. “Bir musibet, bin nasihatten iyidir”. Genellikle kendime kızıyorum bu duygularımdan ötürü, buna karşın çok değer verdiğim kişiler de mevcut İzmit’te. Mücadelesine hayran olduğum ve onlarla dost olmaktan ötürü mutluluk duyduğum kişiler. Böyle de olsa, onlarla konuşurken dahi çok derinlerde gizlediğim zincirleme duygular var, büyük ihtimal asla öğrenemeyecekler, inşallah öğreniler.

21 Eylül 2005 Çarşamba 19.45
İzmit

Kayıtlar Intro

Merhabalar efenim, nasılsınız? Beni soracak olursanız vasat düzeydeyim. Kendi kendimle bir süre baş başa kalıp düşünme fikri zaman ilerledikçe iyi gelmeye başlıyor. Bu esnada Mosbius Designs’ın muazzam yöneticisi Ted Mosby gibi visdom walk olayını bile yaptım. Dlşsflşsd Öte yandan memleketteki evde interneti kapattırdığım için internet ile etkileşimimim sıfıra yakın bu günlerde.

Bu zaman diliminde eski eşyalarımı karıştırırken bir çok şeyi gördüm. Örneğin, 2004,2005 ve 2006 nın ilk yıllarına dair msn konuşma kayıtlarımı yedeklediğim bir cdmi bile buldum. Yedekleyip saklama huyumu bir kez daha kutladım lksdflkşsdfklşas. Bazılarını açıp okuyunca o günler gözümün önünde beliriverdi elbette. Filhakika, eski defterlerimden bir kaçını da buldum. Şunu belirtmek isterim, çok küçük yaştan beri epeyce çeşitlenmiş konulara dair onlarca defter tutmuşluğu olan bir mahlukatım ben. Bunlardan bazılarını bilerek ortadan kaldırdım ve sadece aklımda durarak yaşamlarını idame ettiriyorlar. Bazıları halen sağlam duruyor. Bunlardan bazı yazı örneklerini de buraya aktarmaya karar verdim. 1997’den 2007 civarına kadar çeşitli defterlerde çeşitli kayıtlarım var. Bunlardan bir kısmı elbette epeyce komik şimdi. Özellikle ortaokul zamanları tuttuğum günlüğüm. Öyle pek günlük tutan bir tip değilimdir. Zaten iki sene böyle bir olaya kalkıştım. Biri 1997 ve biri de 1998. ikisinde de bir iki ay içinde sıkılıp bırakmıştım. Zaten günlük dediğim de bildiğiniz ajanda tarzı bir şey. Yazıları o güne sığdırmak için epece kasmışım fakat çok da sistemli çalıştığımı söylemek isterim. Her neyse, yakın dönem yazılarımdan bazıları, şimdi katılmadığım görüşlerim, bazıları da halen katıldığım görüşlerim. Bazıları da burada otosansüre uğrayacak yazılarım olacak. Bazıları artık zaman aşımına uğradığı için çok da önemsemediğim şeyler. Burada genelde İzmit’te üniversitedeyken bazı yazılarımı yazdığım bir defterden ve 1997 yılında orta ikiye giderken tuttuğum günlükten örnekler yazacağım. Özellikle orta ikinci sınıftaki günlüğümü okurken gülmekten yığıldım ve dilbilgisi kurallarına hiçbir şekilde riayet etmeyen yazılarımı görünce de arada utandım. Buraya aktarırken elbette ki orjinal metindeki hataları da aynen aktaracağım. Parantez içinde de bazı değerlendirmelerimi yazacağım metin içinde. Belki on yıl sonra da “bu yazılara bakarak dalga geçmişim eheheheh” diye hatırlayıp bu blog sayfasına bakarım. Who knows? Söz uçup gider ama yazı baki kalırmış. Onaylandı!