31 Mayıs 2009 Pazar

Our Boys Have Done It!

Şampiyonluk gününden şampiyon çıktık. Güne İstiklal de öğleden sonra kahvaltısı ile başladık!


Ve Beşiktaş çarşıya indik..İstanbul'un yandığı yere..


Şampiyon görelim sizi dedik.


Gündoğdu hep uyandık...Maçtan sonra Taksime de bu sözlerle "yeniden" girdik..


Bu kadar klasik olup bu kadar keyif veren başka bir tezahürat var mıdır diye düşündük..


Akşam yaklaştı..Çarpıntılarımız hızlandı..Maça doğru yola çıkmadan önce etrafa şöyle bir baktık.

90 dakika hop oturduk hop kalktık. devre arasında;
"b başbakaaanıım olsaa
tarikatçi olsa
adı t.... olsa
bi koysam laik olsa"
diyerek eğlendi semt.

Ve son düdük gelip şampiyonluğumuzu ilan ettikten sonra, kendimizden geçtik..


Barbaros'tan Taksime temsili yürüyüşe geçtik..










Nitekim gökten üç elma düşmüş, biri bu satırları yazıp okuyana, biri bu satırları yazıp, okuyup da eğlenene, biri de newton un kafasına. Herkese iyi pazarlar efenim.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Bu Alemde İki Büyük Var

Beşiktaş ve 70'lik rakı canlar. Çok net! Bu gece büyük mucizeler olmazsa şampiyonluğumuzu kutluyor olacağız. Gündüzden Beşiktaş Çarşı'ya akın olacaktır.

Bu, tezahürü;



Bu da gerçeği!!!!!

29 Mayıs 2009 Cuma

The Lady With The Little Dog


Bu sezon, Revolutionary road'u izledikten sonra daha iyi bir film görebileceğimi sanmıyordum lakin, The Reader'ı izleme fırsatı bulunca işler değişti. Sanırım Kate Winslet etkisi bu durum. Şöyle bir uyarlama yapayım hemen; "Kate Winslet varsa umut vardır". Kate Winslet, bu filmdeki rolüyle akademi ödülüne uzanmış olmasına rağmen, Revolutionay Road'taki performansı bu filmdekini katlıyor diye düşünüyorum. Daldan dala atlayan gibi görünen konusuna rağmen her daim izleyiciyi içinde tutmayı başaran ve bağlantıları kurmada da yıldızı hakeden kurgusunu da göz önüne bulundurmak gerek The Reader'ın. Yazının bundan sonrasının spoiler dolu olacağını belirterek devam etmek istiyorum söze.

Her erkeğin hayatında, bir çeşit ömrü boyunca aklından çıkaramayacağı bir kadın olagelmiştir. En azından benim tanıdığım erkeklerin çoğunda bu durum söz konusu. Kadınlarda da olduğunu düşünüyorum ama o konuda genelleme yapacak kadar iyi olduğumu düşünmediğim için es geçiyorum şimdilik. Neyse efenim, olgun kadın genç erkek aşkı ile açılan film o aşka bağlı kalarak ilerliyor ama kurgusunu aşk temelli bir rotadan örmüyor. Filmde son derece yoğun biçimde hissettiğim aşık olma duygusunun yanı sıra, ikinci dünya savaşı sırası, sonrası, çok sonrası Almanya'yı da kendimize arka plan ediniyoruz. Söylemek isterim ki ikinci dünya savaşı sonrası Almanya dendiğinde artık bu konunun çokça propoganda filmine alet olmuş olmasından ötürü başta bir iticiliği söz konusu. Film bu konunun üzerinde durmuyor hatta çokça gördüğümüz bakış açısının aksi bir bakış açısı getiriyor. Filmde savaş suçlusu olarak hüküm giyen kadını severken nadiren gördüğümüz yahudi kadından ise nefret etme içgüdüsü oluşuyor. İşte tam da bu açıdan, ikinci dünya savaşı ve Almanya alt metinli filmlerden farklı gidiyor.

İlk sözlerime dönersem, Kate Winslet ile genç Michael Berg'ün aşkı zamana yayılarak mükemmel işlenmiş. Her erkeğin hayatında bu tür bir kadın vardır dedim ya benim hayatımda da mevcut oldu elbette. Hayır, hani şu cinselliği öğreten erkekten büyük kadın değil. Bir şeylerin eksik kaldığı ve bu tamamlanamamışlık hissinin insanın hayatı boyunca aklına getirebileceği bir yarım kalınmışlıktan gelen unutamama olabilir. Kader konusunu düşündüğümde o kişi ile hayatımın bir döneminde tekrar karşılaşacağımı biliyorum. İlk başlarda ona söyleyecek çok şeyim olduğunu düşünüyordum. Suçalama dahil bir çok şey. Lakin üzerine yıllar binmeye başlayınca, bir çeşit sakinlik mevzubahis oluyor. Şimdi ne söyleyeceğimi bilmiyorum onunla karşılaşsam ve konuşma imkanım olsa. filmde de tam olarak benzer bir durum olduğundan şahsımı ziyadesiyle etkilediğini belirtmek isterim o nedenle.

Genç yaşlarında aşık olduğu kadının bir gün aniden çekip gitmesiyle hayatta tek başınalığı kafasına denk eden çocuk, zamanla bu hayatın tuzsuz yemeğine alışmaya başlar. bu metafora şeker daha uygun düşerdi diye düşünüyorum şimdi. Şekersiz çay içmek zorunda kalışına alışmaya başlar. Zaman zaman sakkarin kullanabilir ama o şekerin tadını katmıyordur çaya. İşte tam da bu şekersizlik yukarıda bahsettiğim yarım kalmışlıkla birebir ilintili aslında. neyse efenim, akabinde hukuk okumak için üniversiteye gider ve öğrenciliğinin son yıllarında, bir davayı izlemeye giderler danışman hocaları ile birlikte. Dava ikinci dünya savaşı esnasında kamplarda yaşananlar ile ilgilidir. Sanık koltuğunda oturanlardan biri, oğlumuzun içtiği şekerli çay olan Hanna'dır(Kate Winslet). Bu kısımdan sonra ikisinin yaptıklarını da anlayabildiğimi düşünüyorum. Michael'ın görüşmeye giderken yarı yolda vazgeçmesi, ne diyeceğini bilemeyiş hissi, ikisinde de farklı nedenlerden ötürü vücut bulan utangaçlık duygusu.

Neticede Hanna suçlu bulunarak müebbet hapis alır ve sonrasında işte, o aşk diye nitelenebilecke his kendini tam anlamıyla gösterir. Bazen benim hayatımdaki örnek olarak gördüğüm o kadın ile karşılaşsam yolda yürürken bile kokusundan tanıyabileceğimi düşünürüm. Ya da bambaşka şeylerden bilemiyorum, kimyasal bir etkidir belki de kişiye özel. Yolda yürüyenin o olduğunu bilirsiniz işte, nasıl bildiğinizi bilemezsiniz belki ama o olduğunu bilirsiniz. Bu hissi gördüğümü söylemeliyim Hana'nın hapis günlerinde yaşananlarda. Mevzubahis kısımların aktarılışını da son derece başarılı buldum.

Genel olarak 50 lerin Almanya'sından başlayıp 90'ların Almanyasına uzanan hikayede bu zamanların da başarıyla yansıtıldığını düşünüyorum. Oyunculara gelirsek, bence filmin en başarılı oyuncusu Oscar ödüllü Kate Winslet değil, genç Michael'i canlandıran David Kross idi. Kendisinin olağanüstü bir oyunculuk sergilediği kanaatindeyim. Bu demek değil ki Ralph Fiennes ve Kate Winslet kötüydüler. Onlar da perdede oyunculuk valsi yapıyordu adeta. Filmin eksik noktası ise tamamen Almanya'da geçiyor olmasına rağmen İngilizce konuşulmasıydı. Bu konuda yapacak bir şey yok belki de ama inandırıcılık konusunda sıkıntı yarattığı muhakkak. Netice itibariyle 9/10 vererek pek memnun ayrıldığımı söylemek isterim filmden.

Hepsini İstiyoruuueam

Pek fazla geek sayılmam, kendimi bir geek kadar bilgili görmediğim için böyle söylüyorum aslında. Yarı geek olarak ben bunların hepsini istiyorum. Doğumgünümde alın bana ehehe :) Kaynak site burası. Buradakilerin yarısını istiyorum en az. :)






















28 Mayıs 2009 Perşembe

On Yeni Türkü Şarkısı


Bazen, farklı farklı dünyalar hayal etmişliğim olmuştur her insan gibi. Bu hayallerin her birinde bulunan ender öğelerden biridir müzik. Müziksiz bir hayat, yaşanılan bir "an"ı, hisedilen "his"si müzik ile taçlandırmamak hiç bir zaman aklımdan geçmiyor. Neredeyse her türden bir çok farklı şarkıcı ve parçayı severim. Bir çeşit "tür" taraftarlığım yok genel tutumumun aksine. Her şeyde taraf olmayı severim ama müzikte tür konusunda asla taraf olamam. Başka konularda ufak çaplı rekabet hayali yaratırım müziğe dair lakin bu tür konusunda bağlayıcı değildir. Neyse efenim bu paragrafı yazdım çünkü çeşitli sanatçıların pek seviğim parçalarını yazmak istedim. bunlardan ilki de yeni türkü olacak. Last fm istatistiklerim tutulmaya başlandığından beri ilk ondan hiç düşmeyen her daim dinlemekten keyif aldığım, konserlerine gittiğimde eşlik ederken kendimden geçtiğim şarkıların iyesi olan bu grubun parçaları arasında ayrım yapmak zor olsa da, her daim bir parçayı diğerinden daha çok sever insan. Sevme seviyesi 6 diyelim örneğin. 6 puan verilen şarkıyı sevmiş sayılıyorum kendimce. İşte her şarkıyı severim ama bazı şarkılar 6.2 puandadır bazıları 9.8. Sevdiğim şarkılardan bazılarını "daha çok" severim. Bu diğerlerini sevmediğim anlamına gelmez. Neyse bu uzun deskıripşın bölümünden sonra yeni türkünün kişisel tarihçemde en sevdiğim parçalarını ortaya sermek isterim.

10-) Telli telli: Küçüklüğümün bir numarası olan bu parça, elbette çok şey hatırlatır ve listededir. O zamanlar şarkıda anlatılmak istenileni anlayamıyordum belki ama müziğin çekiciliği tam olarak da bu diye düşünüyorum. Her neyse hikayeye uygun olarak "biz büyüdük ve kirlendi dünya" canlar.



9-) Rüzgar: Yeni Türkü'ye en çok bahar yakışır. Bahar vakti yeniden doğuşun, hayatın simgesidir. Hayat bazen yorgun bir günün ardından evin bahçesinde oturup şöyle bir gözleriyle dalmayı gerektirir. Yeni çiçek açmıştır bahçedeki bitkiler. Bir sıcak çay alıp akşam üzeri bahçdeki ahşap sandalyeye oturup bu parçayı dinlemek grkir zaman zaman..



8-) Karanfil: Ah bir karanfil, yağsa yağmur, "büyülense" yeniden dünya... Eşlik etmesi en güzel parçalardan biridir. Bir gece Yeni türkü konserinde iken, genelde bir iki tek atıp sahneye çıkan Derya abiye eşlik etmek için şişelerimiz ellerimizde, tam da şişeyi tuttuğumuz eli havaya kaldırarak tam da o kısmı söylemek yaşadığını hissetmesini sağlar insanın. "Dünya varmış" der içinden "bir karanfil yağsa yağmur, büyülense yeniden dünya" diye bağırırken Derya Abi ile. Bu şarkıya sahnedekiyle birlikte eşlik etmek, her insanın ölmeden önce yapması gereken 100 şeyden biri.



7-)Sonbahardan Çizgiler: Marika'nın tanışmamı sağladığı şahane bir güzellik olan bu parça benim için Ankara ile özdeşleşmiştir kısa sürde. Bu şarkyı ne zaman dinlesem Ankara ve Ankara yolları geçer aklımdan. hoş şarkı da zaten genel olarka Ankara'dan bahseder ama can alıcı kısmı "ne güzeldir yollarda olmak şimdi" demesidir Derya Köroğlu'nun içtenlikle. Ne güzeldir yollarda olmak şimdi be canlar.



6-) Yeşil Şarkı: Hani dedim ya en çok bahara yakışıyor diye bu parçalar. O tadı veren parçalardan biri yeşil şarkı.. Tam da o bahçede Rüzgar'dan sonra bu şarkı koyulur playliste..
"her sey kendi dilince konusur
karanlik ortse de ustunu
gecede devam eder renk
agacin dalinda ruzgarda"



5-)Aşk Yeniden: Bazen aşk hissini tanımlamaya asimptot çizen şarkılar ortaya çıkıverir. Benim bu konuda klasik olan, o yüzden dikkatlice dinlenilmden ezberdn eşlik edip söylenilen bazı şarkıları parmakla göstrmişliğim vardı. Örneğin "Senden Başka" isimli yetmişlerin klasik şarkısını herkes bilir, eşlik eder ama dikkatlice ne ddiğini dinlemez çoğu zaman. Orada benim gördüğüm en büyük aşklardan biri tarif ediliyor. Bu parça da aynı biçimde. "Gözlerim doluyor, aşkının şiddetinden..Ağlamak istiyorum" nasıl bir sözdür.. Bu hissi hissetmiş olanlar için vazgeçilmez ve o "an"ın tam karşılığını veren bir dizedir..



4-) Dönmek: Akşamüzeridir, kalabalık ve koşturmacalı otogardan otobüs harket eder. Sen, tam da cama başını dayamış dışarısını izlersin. Aklından bir sürü düşünce köyüne ziyaretler yaparsın. Bu köyler senin çizdiğin yollar ile birbirine bağlanır. Arkada Derya Köroğlu Murathan Mungan'ın unutulmaz dizelerini fısıldar kulağına.. Bir yere gitmeyi değil, yolda olmayı sevdiğini anlarsın. "Neresi sıla bize, neresi gurbet..Yollar bize memleket.."



3-) Resim: Dur bir dinlen..yorulmuşsun çalışmaktan. Hayat normal biçimde akıyordur. Oradan oraya koşturulur gündüz iş güç alt metniyle. Gece eve gelinip ufak bir şarap açılır. Ona bakılır..Baktıkça daha çok dinlenilir bu şarkı..Dinledikçe daha da yakar..Yaktıkça konuşmaya başlar.. "Biliyorum, görünce beni hep tanıyordum diyeceksin.."



2-) Nerelere Gideyim: Daha önce de "sigara" etiketiyle koymuştum bu parçayı. Pek sevdiğim bir arkadaşımın, zamanı asla eskimeyecek bir hediyesi..

"Dört yanımda dört nasihat
Az gülüş, bol zaiyat.."

"Senden bana zor bir miras.
Bol çetrefil, bol viraj..."



1-) İnatçı: Kişisel tarihçeme en fazla etkisi olmuş parça. Benim de en seviğim "bir" numaram doğal olarak. Bu şarkı hakkında yazabileceğim sayfalarca söz olmasına rağmen ketumlaşıyorum ne vakit duysam.. Severek okuduğum B'den bir alıntı yapmak istiyorum bu duruma ithafen..

"Sessizlik çok şey anlatır bilirim ben.Çok şey anlatmak için değil ama sendeki sessizliğim.Sessizlik huzurdur.Yanında huzur evlerinin tabelalarındaki yalnızlığı çağrıştıran,acayip bir huzur bulduğum içindir sessizliğim.."




Son olarak, Yağmurun elleri ve Olmasa Mektubun isimli klasik şarkıların listede mevcut olmamasına da değinmek isterim. İkisi de çok sevdiğim parçalardır ama kişisel tarihçeme bu on parça kadar etki etmemiştir. bu liste genel olarak kişisel tarihçemle ilgilidir. Başlığı seçerken de bu konuda özenli davranmak için pek çaba harcadım. En sevdiğim değil, en güzel değil, en iyi değil..Sadece on yeni türkü şarkısı.. Herkese iyi günler diliyorum.

Anahtarlık

* Şu dünya üzerinde sevmediğim sözlerden biri de "kızmayacaksan sana bir şey söyleyeceğim" şeklindeki virus gibi yayılan sözdür. Böyle söylendiği anda kızmaya başlamış oluyorum çoktan zaten.

* Bazen, gece uykusuz kalınmıştır. ya hiç uyumadan ya da maksimum 90 dakika civarı uyuyarak işe veya gidilmesi gereken yere gidilir. Akabinde ilginç bir biçimde o uykusuzluk, ilgili işi yaparken yoğunluğunu kaybeder, garip bir dinçlik hissi peydah olur. Akabinde otobüsle veya herhangi bir araç ile eve dönerken saklandığı yerden çıkıp dünya üzerindeki en tatlı kısa uykularından birine sürükler insanı. bir saatlikse yol, gözleri kapatma ve açmak ile inilmesi gereken yerde olmak arasındaki zaman anında geçmiş gibidir. daha da ilginç olanı bu uyku eve gelinince bir süreliğini yeniden köşesine çekilir(bir saatten kısa bir süre bu). bu sahneyi seviyorum ben; Anahtarlarla kapı açılır, uyunulmadığı için çok uzun bir gün geçmiş gibi hissedilir ama saate bakıldığında henüz 12.16'dır. İçeriye girildiği anda anahtar elde şöyle durup etrafa bakmak ve henüz akşam olmadığını görme sahnesi pek huzur veriyor bana.

* Yeni demlnmiş çay kokusunu pek seviyorum. Vazgeçemeyeceğim bitkilerden biri herhalde çay.

* Lahana turşusu olsa da yesek.

* Tamam acıktım ben yine.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Sigara? #10

Bir şarkıda defalarca ölmek..

Sigara #9

Oysa İstanbul...ışıl ışıl parlar..

Sadece..



Bir tür geceydi işte, her zamanki gibi değildi ama. Zaman zamanki gibiydi. Periyodik acı yokluyordu, defalarca kırıldıktan sonra bir çeşit yapıştırıcı ile parçaları, elleri kanatarak yerden toplanıp üstünkörü yapıştırılıp hayata devam etmesini sağladığı kalbini. Acı veriyordu ama...bununla yaşamaya da alışmıştı artık. Sadece, ne yapacağını biliyordu işte. Geçirmeye çalışmayı çok denemişti. bir gün sadece, bu acıyı hissetmek zorunda olduğunu anlamıştı. "Bu olacak".. "Karma mı?".. "Neden sefil haldeyken daha sefil olmak için zorlayayım ki kendimi?" "Sadece..bu acıya eşlik ediyorum işte. Sevmiyorum ama nefret de etmiyorum. Şarabım ile uygun çözeltiye ulaşıyor. Asiditesi yerine geliyor sanki."...Camdan dışarıya bakarken, istiklalde her gecenin üç buçuğunda mutlaka meydana gelecek olan sokaktaki kavgayı, biraz daha öncesinde hafiften çakırkeyif iki sevgilinin şarkı söyleyerek yürümesini, iki taksicinin yol münakaşasını göreceğini biliyordu. Fonda duyduğu şarkı hafiften gülümsetti onu. "Arabeski her türlü seviyoruz" diyerek biraz da kendine gülümseyerek (elbette gülümsediğini kendisi görüyordu. Bildiği için görüyordu.) bir yudum daha aldı. Başını kaldırıp birazdan olacaklar için pencereden "uyumayan şehir"in sabaha karşı ritüellerini izlemek için baktı..

"Çok önceydi". Artık sadece...olmayackamış gibi geliyordu işte bir daha. Hep söylemişti zaten aşık olma üzerine "her yaşanmışlık nurtopu gibi bir yaşanamamazlık katıyor insana" diye. Geçmişi aramıyordu zaten. bundan uzun süre önce vazgeçmişti. Sadece..çok bilmiş gibi görünmek istemiyordu aşk üzerine..Ama biliyordu..Sadece..biliyordu işte.. Herhangi biri kadar.

"Yalnız ve paramparça aşktan hasarlı...."

"Arabeski seviyoruz vesselam" diye geçirdikten sonra içinden, hasarlı sol tarafını anımsadı. Sadece...ezilip büzüldükten sonra kırılmış ve kesici parçacıkları etrafa yayılmıştı işte. "Çok önceydi" diye gerçekten geçirdi bu kez içinden. Bir küçük yudum daha.. Sadece... yürümeye devam etmesi gerekiyordu işte. Gerekmiyordu bir görüşe göre de. Ama yürümeyeceksen yolda olmanın anlamı nedir ki? Korkak aslan, kalpsiz teneke ve korkuluk olmasaydı ne yöne gidemeyeceğini bilemeyebilirdi belki..iki olumsuzu ardı ardına kullanmak another brick in the wall u anımsattı.. Gülümsedi yine... Bilse de bilmese de yoldaydı gitmeliydi..Ya kırılan parçaları tek tek toplayıp ellerini tekrar tekrar kanatarak yapıştıracak ya da yürüyecek gücü üretemeyecekti. topladı..

Bir tür ritüeldi. En çok da 7 Aralık'a. İki ayda bir kaç gece kendini gösteren. Ne yapması gerektiğini biliyordu artık. Hemen şarabını alıyordu aşağıdaki büfeden. Göğsünün boğulduğunu hatırladı. "Hissetmek"in ne demek olduğunu biliyordu. Hissedince de bilecekti..Hissettiğinde de biliyordu.. Sadece...biliyordu işte.

24 Mayıs 2009 Pazar

Hadi Bakalım.

Sabaha kadar eğlenebiliriz bu gece! Gazı aldım, feci havamdayım.


Pazar Şarkısı.

Tam da pazar sabahı filmidir Breakfast at Tiffany's ha! Blair Waldorflaşıyorum muntazaman slşfkşlsdklfşa.. Ama..Ne derler bilirsiniz... "well.. that's the one thing we've got.." Herkese iyi pazarlar efenim.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Cumartesi Akşamına Doğru

Heyecanlara gark eden bir haftasonu daha geldi. Canımız ciğerimiz Sochaux bu gece kader maçına çıkıyor saat 22.00 de. Kalbimiz onlarla birlikte atacak Auguste Bonal'da. Maçtan sonra coşkulu kutlamarla ligde kalmak üzere atılan dev adımı onurlandırmak istiyoruz. Soşo ulan!

Bir diğer heyecanımız da yarın yaşanacak. Yarın Beşiktaş Çarşı da olacağız bir aksilik olmazsa. Bir diğer kader maçı da yarın gece İnönü de oynanacak. Maç öncesi çarşıdaki müthiş atmosfere ve coşkuya katılmamak mümkün değil. Maç sonu şampiyonluğu ilan edersek keyfe değmeye gerek yok değil mi dostlar?

Jdownloader indirip kurdum ve resmen rahata erdim. En faideli programlar listesine kafadan üst sıralardan girdi. Free kullanıcı iseniz rapidshare den çoklu dosya indirirken isterseniz modeme rest atıp downloada devam edebilirken, isterseniz 15 dakika bekleyerek diğer parçayı indiriyor. Toplu link atıp bilgisayarı açık bırakarak uykuya dalınan geceler geri geldi..ÜStelik en can özelliği indirdiği rar parçalarını açtıktan ve içindekileri çıkarttıktan sonra o rarları silmesi. Can ya can!

Canım sıkılıyor biraz ama neden bilemedim. Hani göğüs kafesine doğru bir şey vardır derin nefes alırsanız onu dışarıya atacağınızı sanarsınız ve alabildiğiniz en derin nefesi almaya çalışırsınız ya öyle bir şey işte.

Son olarak; mükemmel şiir nasıl olur sorusuna cevaben....

ben miyim bu şeylerin sahibi?
kafamda bir çocuk var meraksız.
iç alemim oyuncaktan farksız;
odam,içime bir ayna gibi.

bir ışık oyunu var tavanda.
gölgeler seslerle birleşiyor
ve bir karga beynimi deşiyor
azaplar kemirdigim bu anda..

kardeşini öldürüyor kabil,
içimde bir yalnızlık duygusu;
ölüm kadar uzun yaz uykusu,
sıkıntı ile geçen sahil...

bağlanıyor bir iple bir sürü
düşünce köyleri birbirine,
çöküyor herşeyin üzerine
hülyam boyunca kurdugum köprü.

ve doluyor sessiz,ordularım
durmadan,dinlenmeden odama;
urbam içinde yatan adama
hayretle bakıyor dört duvarım.

kardeşini öldürüyor kabil,
içimde bir yalnızlık duygusu;
ölüm kadar uzun yaz uykusu,
sıkıntı ile geçen sahil...

düşüp yatağın dalgalarına
günlerce sürüyor bu yolculuk,
durmadan akıtıyor bir oluk
korkuyu sükutun mezarına.

ve delirmenin tatlı vehmini
sessizlik odama dolduruyor,
kargam hala başımda duruyor
bulmakçün beynimin cehennemini

kardeşini öldürüyor kabil,
içimde bir yalnızlık duygusu;
ölüm kadar uzun yaz uykusu,
sıkıntı ile geçen sahil...

dünyaya tek gelen insan gibi
atlıyorum bir hint dağına
giriyor kafamın darlığına
kimsesiz dünyaların sahibi.

gidip,gidip gelmede aynı his,
iskeleye ulaşmıyor çıma.
dikiliyor ansızın karşıma
boynum kalınlığındaki ceviz.

kardeşini öldürüyor kabil,
içimde bir yalnızlık duygusu;
ölüm kadar uzun yaz uykusu,
sıkıntı ile geçen sahil...

Orhan Veli Kanık
Şiirin Adı: Odamda

22 Mayıs 2009 Cuma

Sigara #8

Ruhumu kanatıyorum, bir kadeh buzbağ'a, bir nefes sigaraya ve bu sese..


20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bilgisayar Dünyasının Altın Çocukları

Pekala, türkiye'de yeni yeni yangınlaşmaya başladığından bu güne yıllar geçti ve bilgisayarların bazı özellikleri hayatın parçaları haline geldi. Bu parçalardan bazılarının normal hayatta kendine yer bulabilmesi mümkün değil tabi ama ne bileyim mesela çorap tekini ararken f3 e basıp, "turkuaz, desenli çorap" diye aratası geliyor insanın. Bu parçalrdan bazılarını Göksel Arsoy'un muhteşem biçime hayat verdiği cicican karakterine benzetiyorum ben arada. Hem ciciler, hem de her biri büyük resmin nadidde parçalarından. İşte bunlardna bazılarını aldım bugün listeye. Buyrunuz efenim
Filmi izlerken beynimizi kemiren soru; Acaba Cicican resimleri birleştirebilir mi?


10- f1: Bilgisayarlardaki yardım kısayolu ve kökleşmiş, gelenekselleşmiş tuşlardan biri. Hiç bilmediğiniz bir programı dahi kullanıyorsanız sıkıştığınız anda f1 e basarak ufak yardım sayfaları göreceğinizi bilirsiniz. F1 bu köklülüğü nedeniyle listede kendine yer buldu elbette.

9- RTFM: İzmit'te üniversite zamanlarımdayken bir komşusu vardı öğrenci evimizin. Gel zaman git zaman tabi daha yakından tanımaya başladık topluca. İki çocuklu bir karı kocaydılar ama evin kocası ne zaman bir elektronik alet alsa kurmamız için bizi çağırırdı, ya da kurulan bir şey bozulunca da hatanın ne olduğuna hiç bakmadan direk kapımıza dayanırdı. Zaman zaman çok basit bir şeyden dolayı olan bu arızalar kullanım kılavuzlarında muhtemelen ilk sayfalarda yazar zaten. Çözümü bellidir. İşte o kılavuzu kafasının ortasıne geçirip "Read the fucking manual" diye bagırasım gelirdi bazen. Bilgisayar dünyasının daha da genel olarka elektronik dünyasının bulduğu en anlamlı kısaltma budur!

8- f3 : İlk paragrafta bahsettiğim gibi, gerçek hayatta olsa tadından yenmeyecek olan tuş. "Ara" komutuyla özdeşleşmiştir. Bir çok yerde büyük zaman kurtarıcıdır. Yüzlerce satırlık kodun içinde boğulurken istenilen yere ulaşım olsun, danalar gibi uzun bir web sayfasında ilgili yerin neresi olduğunu bulmak için olsun sıkça kullanırım. Fonksiyon tuşlarının en anlamlılarından biridir f3.

7- ctrl + alt + del : Eh şimdi bu kombinasyonu almazsak da olmaz. Jacob gibi adanın ilk zamanlarından beri orada varolması gibi windowsun ilk zamanlarından beri varolan bir kombinasyon. Bilgisayarın can damarlarına bakma yolu açar arada. Dur bakayım ne işlemler dönüyor burada. Lan msnmsgr.exe nerene yiyorsun o kadar ram i denilen yerdir. çoook eski bir kombinasyon olduğundan da diğer tuşlar tarafından da büyük saygı görür. Bir tür abi, kavga ayıracı olarak bakılır ona.

6- ctrl + s : İşte dünyanın hala küresel ısınmadan yanmamasının veya savaşlardan sonra her defasında yeniden bir şekle şemale girmesinin nedeni olan tuş. bir yaşam biçimi. Projeler olsun, oyunlar olsun çeşitli programlar olsun bir şeyler yapmak için emek harcanıyorsa emeğin yok olup gitmesini engeller. Candır, böyle sevgi doluyumdur ona karşı.

5- dir : Hey gidi günler heeey. Bu komutu ilk öğrendiğimiz zamanları hatırlıyorum da.... Üzerinden yıllar yıllar geçmiş olmasına rağmen arada kullanıyorum. zaten komut penceresini her sıkıştığında açan insanlardan biriyim :) Daha geçenlerde bir klasör içinde tüm dosyaların isimlerini bir txt osyasına yazdırmak için kullandım bu komutu. dir -Ob /liste.txt gibi bir şeydi tam hatırlayamayacağım şimdi. İlk göz ağrılarımdandır dir komutu.

4- Ctrl + t : Tabbed Browsingin kökleştiği bir yerdir bu kombinasyon da. Önceden ctrl + t bir çok farklı fonksiyon için kullanılırdı programlarda ama tabbed browsingin nihayet akıl edilip hayatımızı kolaylaştırmasından sonra yeni tab açmak ile özdeşleşti gözümde.

3 - ctrl + insert , shift + insert : Tamam aslında genel olarak "kopyala - yapıştır" işlemini de ele alabiliriz. bilgisayar dünyasının altın çocuğudur kopyala - yapıştır ve üvey evlat olan "kes" işlemleri. Kopyala yapıştır işlemini klavyeden yapmanın iki yolu vardır. En çok kullanılanı ctrl + c , ctrl + v kombinasyonlarıdır lakin ben daha lisedeyken programlama dersine gelen hocamız ctrl + insert ve shift insert kombinasyonunu kullanırdı. Benim de öğrendiğim ilk klavye kısayoluydu. Tee neredeyse on yıl önce. E elbette ki en büyük alışkanlığım da bu kombinasyon oldu. Şimdi bile ctrl + c, ctrl + v tuşlarını kullanamam. Arkadaşlarım şaşırırlar hatta ilk defa gören çok bilgisayarcı arkadaşım vardır kopyala yapıştır işlemini yapan bu ctrl insert , shift insert kombinasyonunu. Nesilden nesile aktarılacağını umuyorum.

2 - j : Winamp kullanma nedenlerimin %50 si bu komuttur. Halen ve halen daha bazı playerlarda bu kombinasyon yok yani inanılır gibi değil. winampın en hayati özelliği "jump to file" tuşu ve fonksiyonu. Zirveyi az farkla kaçırdı...

1- ctrl + z: Nasıl ki j winampın yarısıyza ctrl + z de bilgisayar dünyasının yarısıdır. Tarihin en büyük buluşlarından biridir bu undo ya da türkçe adıyla "geri al" kombinasyonu. Daniel Faraday de öldüğüne göre gerçek hayatta da göremeyeceğiz bu tuşu herhalde böhü. Hayatta olması en çok istenen tuş kombinasyonu da budur herhalde. ya da çok ufakken mahalleden arkadaşlarla kavga ederken küfür edince mesela hemen küfür edilen kişi diğerinin yakasına yapışır "geri al lan söylediğini geri al" der. İşte ctrl + z nin yaşadığı yer orasıdır dostlar. aaah ah. Neyse efenim iyi akşamlar diliyorum.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Kısa Kısa Sequel

* Şu dünyada en nefret ettiğim olaylardan biri de bir görüşmeye veya buluşmaya geç kalınmasıdır. Çoğu zaman deliye dönüp buluşmadan sonraki kısımları karşımdaki kişiye zehir etme misyonu yükleniyor bilinmeyen bir el tarafından sanki. Yani bu huyumdan rahatsız mıyım? Kesinlikle hayır. Kardeşim, belirli günde, belirli saatte, belirli bir yerde olması kesinleşmiş olan, ne bileyim evden çıktığında nereye ne zaman gitmesi gerektiğini bilen bir insanın geç kalmasına deliriyorum. Yani, evden boş boş çıkıp hadi şurada görüşelim demiş değiliz ki... Elbette, her geç kalış amaçsız değildir, elde olmayan ve kişinin keninden bagımsız durumlar oluşup gecikmesine neden olmuş olabilir. Bu durumda, gecikme koşullarını sınıflandırmak gerek. Alt sınıflarda bir şekilde trafik, ne bileyim kaza olmuştur akrabası aniden hastalanmıştır gibi çeşitli durumlar gecikmenin normalliğini ifade eder. Bu durumda kızıp parlamanın hiç bir anlamı yok. Genelde parlamam da zaten fakaaaaat diyelim ki karşımızdaki kişi geç kaldı ve ben de telefonla aradığımda "yoldayım beş dakikaya ordayım" demesine rağmen yarım saatte geliyorsa "sadece" geciktiği için genime yerleştirilen tüm günü zehir etme genine çok daha yüksek dozda bir zehir daha enjekte ediliyor. Deliriyorum. Arkadaşım, canım, cicim bir tanem, ömrümün baharı, selvi boylum al yazmalım, nasıl bir algı yeteneğin var ki 30 dakikayı beş dakika olarak algılayabiliyorsun? Beynin paralel evrenlerde mi yaşıyor yahu? Senin ben ruhum genç demene de inanmıyorum kardeşim. bu hesapla sen atıyorum 20 yaşındayım diyorsan senin gerçek yaşın 120 iken zeka yaşın ise ters orantılı biçimde 3.33... Gelmeme yarım saat var dese ne olurdu? "Hımm daha var" diyerek buluşma mekanı civarında 15 dakikalık yürüyüşe çıkar ve geri dönerdim. Ne bileyim fatura yatırırdım. Açsam yemek yerdim. Peki demeyince ne olurdu? "beş dakikada gelecek, ben burada mal gibi dikilip bekleyeyim" derken beş dakikalık bekleyiş "tam şimdi gelir" düşüncesiyle br yere ayrılamam ile 30 dakikalık öküz gibi dikilmemi sağlayacak. Geldiği zaman da genime yerleşip, çoooktan tümörleşen günü zehir etme kodları çalışmaya başlayacak. Ne oldu? Ebenin amı oldu afedersin. Arkadaşım madem geç kalıyorsun neden daha da zaman konusunda sıkıyorsun? Aman kızdırdım daha fazla kızmasın diye mi yapıyorsun? Guess what? Geldiğinde meşe odunuyla kafanı yarmak istiyor olacagım.
Odun hayaller..

* Bugün sözlükte "erkeğin hesap ödeme hakkı" başlığını gördüğümde bu konuya dair edindiğim tecrübeyle oluşmuş bazı bilgileri paylaşmak istedim. Şimdi iki karşı cinsin ilk buluşmasında hesap ödeme mevzuu, ilişkinin geleceği için büyük fikir verir. Ben genelde bu tür buluşmalarda, gittiğimiz mekandan bir başka mekana daha gideceğimiz üzerine yaparım planlarımı. (Hayır yanlış bildin ev değil.) Örneğin bir tür yemek yedik, ardından kahve içmeye bir yere daha gideriz mesela. İlk mekanda hesabı ben öderken karşı taraftan ısrar geldiğinde "kahveleri sen ısmarlarsın" gibi bir konu kapatıcı kullanırım. Çünkü bu muhabbet "ben ödeyecem ben ödeyecem" şeklinde uzarsa ilişkinin ömrü de o kadar kısalıyor derim. Bu nedenle ey ilk buluşmaya giden çiftler. Mutlaka çift sayıda mekana gidin. Bu lanet muhabbetten kurtulun. Sadece çift olmanıza gerek yok, uzun süredir görmediğiniz arkadaşlarınızda da bu durum çok işe yarar. Efenim oldukça eski bir arkadaşınızı yıllar sonra görüp bir kaç lafın belini kırıyorsanız hesap ödeme mevzusu çiftlerinkinden çok daha fazla uzar..Aynı yöntemi uygulayın. İlginç bir durum da toplu gidilmiş mekanlardır. Burada 6-7 arkadaş bir yere gidilmiştir. Hesap ödeme kısmı geldiğinde herkesin kasaya gidip ben şunu ben bunu yedim şeklinde hesap ödemesi çok komik geliyor bana. Bu durumda genelde ben toplu hesabı öder ve mekanın dışına çıkınca gerekli paraları ilgili arkadaşlarım tarafıma verirler. Ne kolay değil mi? Bunun bir artısı, diyelim ki bir arkadaş 17 tl lik yedi, size 20 tl verir ve genelde adetten olduğu üzere üzerini vermek istediğinizde saçmalama der ki doğrudur bence ve 3 tl size kalır. Bakınız bu şekilde çok defa 50 tl hesap ödeyip mekandan sonra elime 65 tl geçmişliği olmuştur.

* Manga'nın yeni albümü güzel gibi duruyor.

* How i met your mother birinci sezon finalindeki köpek doktoru hanım kızımızın vurgulu konuşmasını hiç unutamamışımdır ve son derece de anlamlıdır bence.

Robin: "...I Mean who does something like that?"
Doktor: "(gülümser) Nobody."
Robin: "Right?"
Doktor: "No honey..'Nodoby' does that..."

Herkese iyi günler diliyorum.

17 Mayıs 2009 Pazar

Pazar Şarkısı

Leylaklar açmış, gördün mü?
Dallardan bahar inmiş, duydun mu?

Uyan gönlüm hadi perdeni aç..
Uyan gel uykundan, dünya "aşk" görsün!

15 Mayıs 2009 Cuma

Sezon Sonu Değerlendirmesi (Lost in Lost)


Televizyon tarihinin son yıllardaki en büyük fenomeni olan Lost, beşinci sezonunu epeyce beğendiğim bir bölüm ile kapatarak final sezonuna doğru Black Rock gemisiyle beraber yelken açtı. Açıkçası bu fenomene canlı canlı tanıklık etmek, gerçekten, bu devirde yaşamış olanların kendini şanslı saymasına neden olan bir durum olmalı bence. Ne bileyim mesela 30 yıl sonra çocuklarınız bu diziyi evlerinden izlerken, "yaa işte biz günü gününe takip edip gerektiğinde sekiz ay bekledik" gibi zırvalamaların yapılabileceği bir dizi Lost. Asıl gelecek sezon sona erdiğinde şimdi ne izleyeceğim diye ortada kalma hissi şimdiden kendini gösteriyor biraz. Gerçi, her zaman ilginin yöneleceği bir yapım olageldi. Örneğin Lost'tan önce orjinal kurtlar vadisinin son 40 bölümünün heyecanı ve kurgusu deli gibi teoriler ürettiriyordu. Lost'tan sonra da her bölüm sayfa sayfa teori ürettirecek bir dizi çıkacaktır elbet. J.J. Abrams sağ oldukça rahat olmak gerek. :)

neyse efenim, beşinci sezonu değerlendirecek olursak, geneli dopdolu ve cevaplayıcı nitelikte olan, Lost'a yakışan anlatımıyla ilk iki sezonun tadını veren bir 17 bölümdü diyebilirim kabaca. Zaman konusundaki karmaşalar, kendini artık belli edip çözümlenmeye doğru giderken ikinci sezonda deli gibi merak edilen Dharma Initiative artık önemsiz ve tamamı cevaplanmış biçimde çözüldü denebilir. İlk üç sezondan sonra düğümü Rousseau çözecek diye düşünürken bir de gördük ki bu Fransız hatunun pek bir fonksiyonu yokmuş. Harbiden sıyırmış. Mücadelenin others, benajmin - widmore, Losties olaylarından kat kat büyük bir mücadele olduğunu gördük final bölümünde.

Teori kısmına gelince, gördüğümüz kadarıyla final bölümünün başında beliren, siyahlı abi ve JAcob'ın kadere yakın bir kavrama ve özgür iradeye dair mücadelesi olduğu sonucunu ortaya sürebiliriz. Bol bol dini göndermeler, antik mısır mitleriyle dolu bölümlerden sonra teorilerde bu kısımları da işin içine katmak gerekir elbette. Bir görüşe göre Jacob, Hz İdris'in ta kendisi. Bu görüşü ortaya atanların en büyük dayanağı dokumacılık oluyor. Final bölümünde gördük ki jacob heykelin gölgesinin altında yellene yellene yatarken boş durmamış ve kendine kocaman bir şeyler dokumuş. Başka bir görüşe göre ise bu mücadele osiris ve seth arasındaki mücadele. İkisi de mantıklı gelirken, gölgesinde yatılan heykelin çeşitli mısır tanrılarından izler taşımasına rağmen en sonunda su tanrısının heykeli çıktığı kabul gördü sanırım. Ama heykel çeşitli tanrıların figürlerinden izler taşıyorsa, jacob ve siyahlı abinin de yukarıdaki görüşlerin bir karşımı olabileceği düşünülebilir. Ne yazık ki bu mücadeleye dair hiç bir ipucu verilmedi. Altıncı sezon bu mücadeleyi anlamak ile geçecek sanırım.


Sabit ve değişken kavramlarına gelelim biraz da. Bu final ile birlikte Faraday'in bahsettiği bu kavramlar da yerine oturdu gibi görünüyor. İlk kez dördüncü sezonun beşinci bölümü olan "the constant" ile tanıştığımız sabit ve değişken kavramlarında, bana göre durum şu şekilde biçimlendi; Jacob, siyahlı abi Richard ve belki de Ilina sabitler olurken geri kalanların alayı değişkenleri temsil ediyor. İşte siyahlı abinin en başta söylediği "hep aynı olur, gelirler, savaşırlar, yıkarlar." sözüne katılmayan Jacob'ın dayanağını da bu değişkenlerin oluşturduğu inanacındayım. Değişken derken, özgür iradenin yapacağı seçimleri kastetmemiz doğru olacaktır. Jacob bir şekilde seçimlerin Bernard ve Rose gibi şekillenebileceği inancında sanırım. Diğer abi de tam tersini düşünüyor. Hangisi iyi hangisi kötü bu konuda net bir şey söylemek şimdiden mümkün görünmüyor. Richard'ın sabit olması, yaşlanmamasından ziyade Jacob tarafından konulmuş bir öğe olmasından kaynaklanıyor gibi. Yani Richard'ın yerinde bir insan olsaydı o bilgiye ve güce rağmen illa bir liderin peşinden gidip ona harfiyen uyması, "kibir"den ötürü mümkün olamayabilirdi. İşte Richard tam da bu yüzden sabit diye düşünüyorum. Zaten kendisi yaşlanmamasının nedeni olarak "jacob sayesinde böyleyim" dedi final bölümünde. Jacob'ın bizzat yardım istediği Ilina da özel biri gibi duruyor. Koca Jacob yardım istiyorsa.... Kaldı ki ilina adayı gayet iyi biliyor gibi görünüyordu. Belki de Richard'ın farklı bir versiyonudur Ilina.

Lost'ta mevcut o kadar çok konu var ki ve tamamı da birbiriyle bağlantılı ki Jacob'ın son kısımda John ve Benjamin içeri girdiğinde "bütünü bozmadan parçaları birleştirmek. Asıl zor olan da bu" demesi buna çok iyi bir dayanak. Örneğin kara duman mevzusuna bakalım. İlk sezondan beri dizide var olan bu duman, bir tür "güvenlik mekanizması" olarak nitelendirildi. 77 deki dharma zamanında kendisini pek görmemiş olmamıza rağmen Dharma'nın sonar çitleri yerinde durduğuna göre onun da o zaman varolabileceği düşünebilirz. Bir görüş, kara dumanın The incident ile ortaya çıktığını söyledi ama bu tamamen doğru olmayabilir hatta olmama ihtimali çok daha yüksek. Jacob ve siyahlı abinin mücadelesinin orta kısmında duruyor gibi kara duman. Büyük resimden bakarsak, bildiğimiz kadarıyla ve bir kaç defa vurgu yapıldığı üzere bu mücadelede bazı "kurallar" var. Bunlardan biri direk öldürememe kuralı. Benjamin ve Widmore'un karşılaştığı kısmı hatırlayalım. Hatta son bölümde Jacob'ı ölürmeyi deli gibi isteyen abinin bunu kendisinin yapamadığını görüyoruz. İşte kara duman bu kuralların koruyucusu olabilir. Jacob ve siyahlı abinin mücadelesinde direk olarak taraf değil ama belli "kuralların" da koruyucusu. Bu durumda onun da Jacob ve o abinin var olduğundan beri varolduğunu düşünebiliriz. bir görüşe göre(aslında en başta ben de öyle düşünmüştüm) siyah duman siyahlı abinin ta kendisi fakat bu teori siyah dumanın girdiği kılıklar düşünülerek çürütülebiliyor. Şimdiki görüşüm, kara dumanın belli "kuralların" koruyucusu olduğu yönünde. Bu kurallar Jacob ve siyahlı abinin mücadelesinin kuralları.

Artık pek de değeri kalmayan ve bir çeşit piyon oldukları ortaya çıkan lostielerimizin hikayelerinde de pek kapalı kutu kalmadı denebilir. Halen daha bu lostielerin anlatılmasını isteyen lost izleyicileri var onlara çok şaşırıyorum ben şahsen. yine de kısaca değinelim. Dizideki tek kadın gibi kadın olan ve açık ara en iyi dişi karakter olan sevdiceğim Juliet'imi kuyuya düşüren hain patlamayı üzüntüyle anacağız hep. Keşke Kate idiotu düşseydi. Öte yanda lostieler de altıncı sezonda kendilerine yer bulacak elbette. Bu bölümde gördük ki Jacob onların bir kısmını bizzat yönlendirmiş gibi. Son sezona dair pek ipucu olmasa da, ilk sezona benzeyeceğini biliyoruz. Lostielerimizin kaderlerini bulacaklarını biliyoruz. Onların kaderi savaşın galibini tayin edecek sanırım. Öte yandan daha önceki bölümlerde Benjamin'in bizzat belirttiği üzere "dead is dead" kısmı gerçeklendi diyebiliriz. Değişkenler için dead is dead geçerli fakat sabitler için böyle bir durum önlenebilir gibi geliyor bana. Benjamin'e bakarsak eski karizmasını yerle bir olmuş durumda ve manüplasyon ustası benjamin o siyahlı abi tarafından ustaca manüple edilmiş. Bu konuya gelmişken Michael emerson(Benjamin Linus)'ın son bölümde Jacob ile konuşmasındaki oyunculuğuna hayran olmamak mümkün değil. Döktürmüş yine. Bu dizideki en iyi oyuncu desem yanlış olmaz herhalde.

Peki son sezonda neler olur? Biraz da genel tahminler yürüteyim. Yapımcıların söylediğine göre son sezon ilk sezona çok benzeyecek. Bu sözden ötürü kafamda canlananlar ya Jacob'ın ölmesiyle sonuçlanan süreci o siyahlı abinin gözünden göreceğiz böylece o şık planını da ilmek ilmek nasıl ördüğüne şahit olacağız (ki eski sezonlardaki olaylara tek tek giderek, elbetteki çok çok eskiye de giderek bu mücadelenin kaynağını da öğrenerek) ya da birinci sezonu tekrar yaşayacağız ama biraz farklı biçimde. bombanın patlamasıyla değişen "döngü" de lostielerimiz galibi tayin edecekler adada tekrar gözlerini açarak. bu esnada yine mücadelenin kaynağını da göreceğiz. Yedi ay beklemek de zor ama talimliyiz geçen sezonlardan :)

toparlamak gerkeirse, en iyi sezonlardan biri olan beşinci sezon şahane bir final ile kapandı. yıllardır haklarında yüzlerce teori üretilen taşlar yerlerine oturmaya başladı. "Bu kadar dağılan konuyu nasıl toparlayacaklar" kuşkusu bence kendini yok etmeli artık. Özellikle final bölümünde gördük ki bütünü bozmadan parçaları birleştirmek üzerinde çok uğraş vermiş yazar ekibi ve bunu da başarıyla yapıyorlar. Herkese sabır dolu yedi ay diliyorum.

12 Mayıs 2009 Salı

Şehirlerarası Klişeler


Geçen hafta içerisinde annemin acilen ameliyata alınması vesilesi ile apar topar Edirne'ye gittim. Genel olarak sıkıntılı bir haftaydı diğer Edirne ziyaretlerime istinaden. Bugün otobüsle İstanbul'a dönerken ömrümün son 7 yılının bir çok şehirlerarası yolculukta geçtiğini düşünüm. Bir çok farklı firmayla yüzlerce seyehat edip bir çok farklı şehre gitmiş biri olarak genel olarak şehirlerarası otobüs yolculuğu klasiklerinden bahsetmek istedim bu akşam. başka listeler de yaptım ama onlar da başka güne :)

Ön Koltukların Güzel Kadınlara Verilmesi Kuralı: Tamam her yolculukta geçerli değildir belki ama yüzdeye vurulursa gerçekten yüksek bir oran çıkacaktır. Hatta Barney Stinson lugatıyla %83 diyorum. Eğer erkekseniz ön koltuktan yer alabilmeniz pek mümkün değildir. Bazı firmaların ofislerinde, bileti alan yolcu da koltukların olduğu bilgisayar ekranını görebilecke açıda olur. Ön koltuklar boş olmasına rağmen veremeyiz derler, kafayı yersiniz. Daha da ötesi "bu kadar mı çirkinim lan ibneler" diye düşünerek depresif bir yolculuk geçer. "Hayat nedir", "Evreni düşününce ne kadar küçük kalıyoruz" gibi sorgulama evreleri gelir peşinden, otobüse binince o koltuklarda arkadaş arasında "taş" diye tabir ettiğimiz hatunları görünce..

Bayan Yanı : Toplumların kanayan yarasıdır bayan yanı problemi. Bir kere "bayan" diye hitap edilir, İkincisi seksisttir ve erkekler kadar kadınları da aşağılayıcı bir durumdur. Tek fark, erkekler "apaçık" biçimde potansiyel sapık muamelesi görürler. Koltukların spermle kaplanmasından korkan firma yöneticileri, bu dahiyane çözüm ile nobel götten pragmatizm uydurma ödülünü kazanmışlar ve ülkemize haklı bir gurur yaşatmışlardır. Kadınlarımızın namusu, eli sikinde gezen erkekler yüzünden doğan tehlikeden kurtarılmıştır. Bir de şöyle bir şey var, yeri gelmişken bahsetmek isterim bu duruma dair. Bir iki defa başıma geldi çünkü. Eğer, büyük bir anlık yanılgıya kapılıp, evrenin sonunu getirecek olan o hatayı yapmışsa bilet kesenler buradaki sorunu "onunla oturmayı kabul ediyorum" diyen kadın çözer. Allah allah. Yok ya! Ben, baharın gelişiyle yeşillenen kiraz ağacındaki tırtıl mıyım kardeşim? Hatun kişi "tamam sorun değil" diyor ve gelip oturuyor yanımdaki koltuğa. Bana göre sorun belki. Madem cinsiyet ayrımı var, neden onun olur vermesiyle çözülüyor da benim olur vermemem dahi bu durumda etkili olmuyor? Bunu da yaptığım yüzlerce yolculukta çözebilmiş değilim.

Teyzeler ve Amcalar: Yaşlanmaktan korkma müsebbibi olan bu amca ve teyzelerin özelliği yolculuk süresi ne kadar olursa olsun, otobüsten iniğinizde tüm ailesini, akrabalarını ve aralarındaki ilişkileri, kavgaları, kızlarının çocuklarının okuldaki durumunu, nişanlısıyla sorunlarını öğrenmiş olmanızdır. İSterseniz bir saat isterseniz 7 saatlik yolculuk yapın bu sınıftan bir amca veya teyze yanınıza oturduğunda her şeyini öğrenirsiniz. İşte bu durum size, izafiyet teorisini ve zamandan bagımsız kavramları öğretir. Sanırım Alpay Erdem'di teyzelerden bu kadar çekinen yazar. Kendisine şiddetle hak veriyorum. Otobüste karşılaşılan teyzeler ise diğer teyzelerin upgrade edilmiş versiyonları. Tamam, yaşlı insanları genelde severim ama tahammül sınırlarımı öğrenmek de istemiyorum.

Nevşehir Şehirlerarası Otobüs Terminali Taslağı. Acaba yapıldı mı? Bir ara, bunun yapılıp yapılmadığını görmek için Nevşehir'e gitmek isterim.


Ağlayan Çocuk: Bu konuda, anne babaya veya çocuğa kötü bir şey diyemem çünkü küçük yaştaki bebeklere bakmak gerçekten çok zordur ve bir nevi kendi hayatından vazgeçmek gibidir çocuk sahibi olmaya karar vermek. Büyük saygı duyuyorum o yüzden çocuklarıyla ilgilenen ve büyüten anne ve babalara. Buradaki sorun daha çok Murphy Kanunları ile alakalı. O firma tüm gün 50 sefer yapar hiç birinde ağlayan çocuk olmazken sizin bindiğiniz seferi bulur ve büyük ihtimal arka koltuğunuzdadır.. Yapacak bir şey yoktur. Çünkü bilirsiniz ki anne baba da çocuğun diğer insanları bu şekilde rahatsız etmesini istemez ve çabalar da bunun için. Bu durumda genelde Murphy'nin adını anıp mp3 playerımın sesini açarım.

İkramda Cimrilik: Eğer kısa mesafe yolculuk yapıyorsanız sehirlerarası otobüs ikramlarından babayı alırsınız. Ben İzmit'te 5 yıl okuduğum için bir saatlik İstanbul yolculuğunda su bile ikram etmezlerdi. Kendiniz zorla isterseniz verilirdi. Şimdilerde aklı başında bir firma gelip ikramları arttırmış ve diğerleri de mecburen ikram vermek zorunda kalmışlar. bunu görünce sevindim ve oh olsun adiler diyip her şeyden aldım ikram edilen.

Film Sorunu: Bu soruna ise şöyle değinmek isterim; yıl olmuş 2009 halen bir çok otobüslerimizde VCD formatlı filmler koyuluyor. Avrupa Birliğine girmeye hazırlandığımız şu günlerde Türkiye'ye hiç yakışmayan görüntüler bunlar şldsfkşlsdalş. Bari divx koyun yahu. Ben geçenlerde yüzlerce filmlik korsan vcd arşivimi buldum da o görüntü kalitesine yarım saat tahammül edemedim şimdi izlediğimde. Ama buradaki asıl sorun filmin türü oluyor genelde. Mesela ya saçma salak bir komedi filmi koyulur (genelde son dönem,bir adet mehmet ali erbil ihtiva eden yerli filmler olur bunlar) ya da saçmasalak bir aile filmi izleriz. Tamam yani Hostel gibi sadece iğrençlikten oluşan filmler koyun da demiyorum ama biraz daha seviyeyi yukarıya çıkarmakta herhangi sakınca da göremiyorum. Bir ara Hababam Sınıfı 3.5 izlemekten bıkmıştım.

Mola Yeri Arkadaşlıkları: Bundan daha önce de bahsetmiştim. Yolculuğun en sevdiğim yönlerinden biridir bu Edward Norton tabiriyle "tek içimlik arkadaş"lar. Yarım saatlik molada oturup, demli bir sabaha karşı çayı içerken havadan sudan veya alakasız herhangi bir şeyden yapılan sıcak sohbetler. İşte ben bunu çok seviyorum.

Herkese iyi geceler diliyorum.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Tez Konusu arayan Sosyolog Adaylarına.


Bir süredir yazmak istediğim çeşitli mevzular var lakin bu aralar dilim bağlanıyor adeta ve cümle kurarken kelime seçimlerinde zorlanıyorum. Bu akşam mevzulardan birine değinmek istiyorum, muhtemelen yine yazdığım yazıyı begenmeyeceğimi bile bile.

Sözlükte mahalle maçı kuralları başlığını görmüşsünüzdür. Seksenlerde çocuk olmak, seksenlerin sonunda doksanların başında çocuk olmak gibi bölümlerin en önemli öğelerinden biridir gözümde. Elbette şimdi de mahalle maçları oynanıyor. "Şimdiki çocuklar çok rerörö" demeyeceğim. Yaşanılan döneme göre değerlendirmeli şimdiki çocuklar ile o dönemin çocukları olarak kıyaslamak. Bizim çocukluğumuzu çoğu zaman özlediğimiz gibi, onlar da büyüdüklerinde kendi çocukluk dönemlerini yücelteceklerdir. Neyse efenim konuyu dağıtmayayım. Bu mahalle maçlarının çok ilginç bir yanı var. Eğer sosyoloji ile alakalı bir bölümde okusaydım veya tez hazırlamak gibi durumum mevcut olsaydı mahalle maçlarını mercek altına alırdım.

Ben Edirne'nin bir köyünde geçirdim ilk çocukluğumu. İlkokul üçe kadar şehre de nadiren gelen biri olarak, şimdiki gibi çok yönlü iletişim kaynakları da olmadığından mesela atıyorum Ordu'da yaşayan bir çocuk ile iletişimde olabilmem mümkün değildi. Buna rağmen büyüdüğümüzde veya şimdi yaşıtım olan başka şehirde büyümüş biri ile mahalle maçları hakkında gülerek konuşabiliyorsunuz. Şöyle bir durum ki; mahalle maçında normal futbol kuralları genel olarak geçerlidir lakin çoğu zaman fiziki imkansızlıklar nedeniyle ek kurallar geliştirilir. Örneğin küçük kalelerde penaltı atışı kurallarına göz atalım. bazı sahalarda kaleler minyatür kale diye tabir ettiğimiz, genelde basket potalarının bacakları genişliğinde ve kalecinin bel hizası yüksekliğinde olan kalelerdir. Bunlara penaltı atılacakken, iki opsiyonunuz vardır. birinci seçeneğiniz, yakın mesafeden arkası dönük vuruş yapmak, ikinci seçeneğiniz ise uzak mesafeden yüzünüz kaleye dönük vuruş yapmaktır. Bu kural Türkiye'nin her yerinde geçerlidir mesela. İşte mesele tam da bu aslında. Hiç bir yerde yazılı olarak bulunmayan, medya aracılığı ile periyodik olarak yönlendirilmeyen bu kurallar nasıl oluyor da her yerde aynı biçimde işleyebiliyor? Nasıl yayılıyor? Bu kurallar exact biçimde aynı uygulanıyor çünkü.

Mesela üç korner bir penaltı kuralını ele alalım. bunun normal futbolda yeri olması sözkonusu bile olamazken, türkiye'nin herhangi bir yerinde mahalle maçı yapmış olan kişi bu kuralın ne dediğini tam olarak bilir. Bu kuralları koyan kişi kimdir? Bunun sadece ülke sınırları içinde kaldığını düşünüyorsanız yine yanılıyorsunuz. Bu kuralların bir çoğu evrensel olarak mahalli futbolda geçerlidir. Nasıl oluyor da üm dünya çocukları birbirinden habersiz biçimde bu kuralları tam olarka da aynı biçimde uygulamaya koyuyor işte bu sosyolojik bir tez konusu olmalı bence.

Sigara #7


4 Mayıs 2009 Pazartesi

Aradım Aradım Bulamadım #3

Merhaba sevgili blog okuyucuları ve pek sevdiğim arayıcılarım. google analytics nisan raporu ile karşınızdayım. Geçen ay resmen porno blog olarak nitelenen bloguma bu ay içerisinde, yine birbirinden güzel fantezileri olan, rakı masasında google ile can ciğer kuzu sarması muhabbeti eden ve anlayamadığım bir biçimde google ın bloguma ulaştırdığı arama örnekleriyle karşınızdayız efenim. 32 kısım tekmili birden burada. buyrunuz;

Porna bedava , porna filimleri, porna film, porna izle, aradğım pornayı bulamıyorum, deniz sekinin porna filimleri: Evet böyle toplu biçimde yazmak istedim porna yazan arayıcılarımı. gerçekten yüksek sayıda ve bu ay artarak geliyorlar. Pornalara gelesiniz. Ayrıca bir istatistiğe göre porna yazanlar aynı zamanda "filim" yazanların büyük bir kısmını oluşturuyor. Kökten bir sorun olduğunu düşünüyorum

porno filmi bulamıyorum: sevgili arayıcım sana hiç bir şey demiyorum. İnternet kocaman bir pornografik çöpe dönmüşken hiç bir şey bulamaman karşısında ne söyleyeceğimi şaşırdım. en azından porno yazmayı becerebildiğin için sana şunu söylemek istiyorum. Halin tavrın zeki müren dinleyip içerken karşına googleı almış ve "bulamıyorum ulan bulamıyorum" diye dert yanar gibi. Google ın bu durumda diyeceği şey "bence sen de haklısın abi" olur. Şerefe canım.

alexander rybak çok tatlı: Evet benim de gözlemlerim, kendisinin karşı cinste libido arttırıcı etki yaptığı şeklinde. Peki, sen google ile muhabbet ederek alexander rybak ın tatlılığını ona onaylatmaya çalışıyorsun ve cansın. Çok seviyorum sizleri google ile sohbet eden arayıcılarım.

angelina.cuz.sex.filmi: Cuz nedir burada onu ben şeyedemeim tam olarak. Aralara nokta koymandan aradığın filmin divx formatında olduğunu varsayıyorum canımın içi.

aylin livanelinin ilk parçası okulu asardık: Burada da mantıksız bir arama olduğunu sezinliyorum sevgili arayıcım. hani bazı davetlerde çeşitli entelektüel sohbetlerde "biliyorsunuz david lynch bunu elephant man de anlatmıştır" gibi bir örneğimizdeki "biliyorsunuz" sözü gibi, senin "ilk parçası" şeklinde bunu google a söylemen.

bi porno bulamadım: "Üzülme be abi bu da geçer" mi desin sana google ne desin?

blogger da şarkı çalmak: yapma bunuuu yapma bunuuuu.

brezilyadaki rio karnavalındaki açık kadınlar: Bu açık kadın sözüne fena ayar oluyorum. Açık kadın kapalı kadın. Bu ne lan?

büyük teletabi: Beni gaza getirmeye çalışıyorsun sevgili arayıcım farkındayım. Asıl sen büyüksün baba!

canavar ve yaratığın birleşmesi: Pekala, eğer tanrı inancın varsa canavarın bir yaratık olduğunu varsayman gerekiyor sevgili okuyucum. Buradan çıkarımımı yaparsam, canavarın herhangi bir canlı ile birleşmesinden doğacak çocuklarının ilkokul eğitiminin ne kadar masrafa çıkacağını arıyorsun. Kolay gelsin

cedric ve chen in dillere destan aşkları: Ah be arayıcım. Duyduğuma göre son bölümlerde Chen in o eski çekiciliği kalmamış. Bu efsanevi aşk çatırdamaya mı başlıyor bilemiyorum. Öyle olursa yakarız bu gezegeniiii, yakarıııııız.

damages jenerik şarkısı indirme: tamam indirmem.

ekşi sözlük medwyn goodall: Bu da bir başka şaşırdığım nokta. Ekşi sözlük gibi pek güzel arama fasiliteleri olan sitelere gidip aramak yerine google a site adı ile birlikte yazmak. Hayır madem sözlükte arıyordun, benim bloguma niye geldin. Bilemedim ben.

en orospu itiraflar: Orospuluğun metrajı var sanırım. Çatla şekerim, ben senden 50 santim daha orospuyum. Ben en orospuyum. "En orospu" nasıl bir mantık onu da google anlatsın bizlere.

filefactory ck.part3.rar: Bu aramayı benim bloguma yönlendirmeyi nasıl başardın öğrenmek için can atıyorum googlecığım. Bu algoritmayı yazanlar eminim ki tüm dünyayı kontrol etmeye yarayacak o silahı da bulacaklardır.

film karakterlerini nasıl: bkz=> otoban kenarında ebegümeci toplayan yurdumun cefak

halka nasıl çevrilir? : Hemen anlatıyorum sevgili arayıcım not al. Öncelikle özgün bir konusu olan, herhangi bir japon gerilim filmi bulunur. bu filmin özelliği daha önce pek dile düşmemeiş olmasıdır. Yoksa arakladığınız çok konuşulur. filmi bulduk mu? He tamam. akabinde onu kendi kültürümüze uyarlarız. İşte halka böyle çevrilir.

http://rapidshare.pireti.com : Bu da sinir oluğum başka bir mevzu. google a site adresini yazmak. Gerçekten bunun mantığını ben anlayamıyorum. Ayrıca rapidshare pireti aramasında kullanıcımın ne aradığının da merakı içerisindeyim nacizane. Acaba S'i mi arıyordu ama neden rapidshare den aratsın. Çok karmaşık ve çözümlenmesi zor bir arama bu.

irak sekis film: Allah seni kahretmesin.! Umarım buradaki irak, ülke olan ırak değil de uzaklığı betimleyen ıraktır. Ona da genelde sanal seks diyor yeni nesil söyleyeyim sevgili arayıcım. sekis ile, pornografik aramlarda yapılan yazım hatalarına bir yenisini eklediğin için de minnettarım sana.

kafayı seyirmesi bir samsunspor taraftarı: Şimdi google bana şunu ara, "kafayı seyirmesi" demiş ve ola ki bir yere ulaşırsa da imzasını bırakmak için bir samsunpor taraftarı şeklinde imza bırakmış sevgili arayıcım. Bu hafta Sakaryaspor - Samsunspor maçını izledim. Bence ligde kalmayı hakediyorsunuz.

Kim basinger sevişmeleri: Bir yerli malı haftası şiiriyle seslenmek istiyorum sana da sevgili arayıcım;
Ne de güzelir kim Basinger sevişmeleri.
Efil efil yurdumda, taştandır köyümün çeşmeleri,
Şu cennet vatanımda herkesin izlemesi gerekendir
google dan bulunmuş kim basinger sevişmeleri
(Selam verme hareketi)

manuela nın birinci bölümünü izlemek istiyorum: Tamam canım.

miramax dünyaları yaktım ayna: Bu kadar alakasız kelimenin bir şarkı ve plak şirketinde bir araya gelmediğini ummak istiyorum.

mığara.adamları.filmleri: Sevgili arayıcım... Bilemiyorum...

Noktaları birleştirerek teletabi yapma oyunu: Şu teletabilerin alet olmadığı emperyal öğe kaldı mı acaba? böyle bir oyun da çıktıysa daha nereye gider bu iş bilemiyorum. yakında burger king te oyuncakları da verilir tam olur.

off aradım şarkıyı bulamıyorum: Offf ulan offff be arayıcım. Doldur bir kadeh daha.

Parliamentin tadı değişti: Ah be arayıcım, haklısın. Artık o eski parliament kalmadı. Bozdu kendini. Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum aşamasına geçmeni sabırsızlıkla bekliyorum.

porno karamelli ve koca göt: Bu fanteziye hayran kaldım. nasıl bir şeyler canlandırıyor kafasında arayıcım merak içerisinde nutella yiyorum. Birazdan da karamelli bir şeyler yiyeceğim.

rüyada uçağın takla atıp suya düşmesi: Kısa sürede, iş hayatınızda büyük dengesizlikler olacağına delalettir sevgili arayıcım. Aman dikkat edesin.

rüyalardaki mucizeler gerçek olabilirmi: Neden olmasın?

sanki hayatım kısa olackamış gibi: Sevgili arayıcım, yanaklarını sıkmak istiyorum iznin olursa. Zamanın kıslaığı ve uzunluğu görecelidir, bence iyi bir hayatın olacak.

seksi türkiye deki sevişmeler: Ülkemiz gerçekten çok seksi ve bu anlamda kendi kendine yetebilen sekiz ülkeden biri olarak dünyada öne çıkıyor. Lütfen seksi Türkiye'den sevişmeleri kimse gizlemesin.

Sezen aksu markizde oturmuş: Sakin sakin oturmuş ve başka bir oturanı izliyormuş seyrederken zamanı gözlerinde tozlarla...

Sezen Aksu titriyor ellerim: Sevgili arayıcılarım; bakın bu parçanın ısrarla sezen hanıma ait oluğunu sanıyorsunuz fakat yanılıyorsunuz. Lütfen ben yazayım da artık bu konu burada çözülsün. Bu şarkı Bendeniz'in Ağlayayım mı isimli şarkısıdır. Öyle arayıp dinleyin, yeter lan yeter bu kaçıncı yanlış araması mevzubahis parçanın.

sukubilerin arkadaşlarıişsinden: Bu hangi dilde acaba?

tekirdağ çorlu gece kıyafeti alıcam nereden: Merak ediyorum acaba google bunun üzerine nasıl bir cevap vermesini bekliyorsun. "Tamam ablacım hemen şuraya git orada bulursun, bu arada erik gibiymişsin kütür kütür" demesini mi bekliyor acaba? Nerden alıcam lan nereden çabuk cevap ver google. Çabuk lan it! Üzülüyorum böyle olunca, hor görmeyin çocuğu lütfen.

telefon numarası bırakan orospular: oooff offf.

teletabi kalbinden izleme: Eskiden bir matematik hocamız vardı. Kısmı integrasyon alırken "gönül gözüyle görüyoruz burada lnx olacağını" derdi. Herhalde öyle bir şey teletabi kalbinden izlemek. Oysa ki özgürlüğü seçmek, başka dipsiler görmek, bir teletabiyi tam kalbinden vurup gitmek var, aklımda.

teletabilerin dayanağı: Bu postuma ulaştığın için çok üzüldüm sevgili arayıcım. Çok eğlenmiştim o filmi yaparken ben ama.

uzaylılarla teletabi kurmak: Yok artık daha neler!

Sevdiğim Ufak tefek Şeyler #6

* İçini huzur kaplatan birisiyle geçen bir günün ardından, geri dönerken otobüs camına başı yaslayıp, hayatta olduğunu iliklerine kadar hissettiren nefesler almak..

* Romantik komedilerin klişeleri.

* Darmadağın evi, bir gazla toplayıp yeni halinden ve derli toplulugundan sonra, bu memnuniyet verici görüntüye bakarak içilen keyif çayı veya kahvesi ile sigara.

* Çok az rüzgarın kendini gösterdiği bir havada, herhangi bir cafede dışarıdaki masalarda oturmak. Yüze son derece naif biçimle çarpan rüzgar ile sıcağın karışımı..

* Bir şişe şarap ve Edith Piaf sesine ruhunu satmak.

3 Mayıs 2009 Pazar

Pazar Şarkısı..

Bilmiyorum sabah hava nasıl olacak. Şu an saat 04.30 ama kapalı olacağı söyleniyor hava durumlarında..Kapalı bir pazar sabahına pek yakıştırıyorum bu parçayı..Ne güzel kahvaltı hazırlanır ve edilir bu şarkıyla..hafiften titrenir yataktan kalkmış olmanın ertesinde mutfaga gitmenin verdiği soğuk hissi ile. Etrafa bakınılır, camdan dışarıya bakılır, hazırlanılır..Günaydın..

Kısa Kısa

* 1 Mayıs'ta göstermelik biçimde taksime girildi. Ben ise istiklalde oturmama rağmen taksime iki adım yürütmedi sevgili güvenlik güçlerimiz. Sabah koyulan barikatlardan sonra istiklalin içine hapsolduk adeta. Ne kadar mücadele etsem de istiklal den taksime çıkamadım. Bunun üzerine emektar easyshareimi basın kartı olan arkadaşıma verip yolladık onu. Öte yandan, istemesine rağmen katılamayan insanların olduğu ve tamamıyla göstermelik bir taksim girişiyle geçen bir mayıs elbette ki amacına tam anlamıyla ulaştı denemez benim açımdan. Bir yanda kortej pangaltıdan Taksime ilerlerken, vitrinde hiç bir müdahalesi yoktu polisin fakat her ara sokakta kortejle birleşip bu coşkuya ortak olmak isteyenler sert biçimde engellendi. Umuyorum ki çok yakında, bıkmadan, yıllardır sergilenen bu mücadele neticesini verecek ve hep birlikte taksimde, on binlerce kişi bir mayıs marşını söyleyeceğiz bir ağızdan.. Yine de "yıllardan sonra, yollardan sonra şarkılar söylüyor çocuklar" derken kulağımda derya abi, gözlerim dolmadı desem yalan olur..

* Bugünlerde fena halde huysuzum. Önceden bir şarkıdan aldığım hazzı karşımdakiyle paylaşmak istedim coşkuyla ya da izlediğim bir filmde duydugum o hissi. Şimdi..sadece..yoruluyorum ve lojik devrelerdeki "don t care" elemanı gibi hissediyorum.

* Yarın ya kazanda ya da Taksim de Beşiktaş - Fenerbahçe maçının cokusunu yaşayacağız. Bir hafta aradan sonra heyecanımız yine geri döndü..

* Bir süredir üzerinde ugrastığım işleri bitirmiş olmanın rahatlığı içerisindeyim. Bu ferahlık hissi gerçekten...güzel..

* Birisi en sevdiğin şiir ne derse Orhan Veli'nin şu kelimelerini söylerdim;
"Gemliğe doğru, denizi göreceksin.
Sakın şaşırma.."

* Bazı mekanlarda, konuştuklarını tüm cafeye dinleten hatunları arada seviyorum arada sevmiyorum. Geçenlerde kahvaltı ettiğim yerde hanımkızceğizimiz eski erkek arkadaşıyla ayrılık sonrası buluşması gerçekleştirmiş. Anladığım kadarıyla hatun kişi vermeyince çocuk kendisini terketmiş. Bunun üzerinden kalkamıyorum ben kolay atlatamıyorum diye mekandaki tüm müşterilere dinlettiği duygu sömürüsünden sonra oğlanı gidip "aferin evladım, doğru kararı vermişsin" diye tebrik edesim geldi. Bi sus la kadın, bi sus.