25 Nisan 2008 Cuma

İşçinin Emekçinin bayramı...



Dünya üzerinde en önemli sembol günlerden biridir 1 mayıs. İşçi bayramı, labour day, may day... İşçilerin ilk defa organize olup ücret kaybı olmadan 8 saatlik çalışma süresi için giriştikleri eylemi temel alır ve Türkiye'de de işçi bayramı olarka kutlanır. Ne gariptir ki, dünyanın bir çok ülkesinde en kalabalık meydanlar doldurulurken Türkiye'de taksim meydanında yıllardır miting yapılamıyor. 1 Mayıs 1977 de gerçekleşen ve tarihe kanlı 1 mayıs olarka da geçen günden sonra elbet. Bu konuya başka bir postta ayrıntılı olarka değineceğim. Bu postun amacı 1 mayıs işçi bayramının tarihi merkezli.

21 Nisan 1856 da avustralya da işçiler, çalışma saatlerinin sekiz saate indirilmesi ve "insan" gibi yaşama hakları temelinde çalışmayı bırakma eylemine giriştiler ve Melbourne üniversitesinden parlemento binasına kadar bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Bu protesto girişimi başarıya ulatı ve bu işçiler tarihe, maaşların aynı kalıp çalışma saatlerinin sekiz saat olması için harekete geçen ilk organize işçiler olarka geçtiler.

bundan otuz yıl sonra Amerika işçi sendikaları konfederasyonu, işçileri organize etti ve kendi çevresinde toplayarak işçiler,günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Chicago 1 Mayıs 1886 da yarım milyon işçiye ev sahipliği yaptı. Kentucky de binlerce siyah ve beyaz işçi yanyana yürüyerek ulusal parka girdiler. Bu eylemlersonraki günlerde de tüm süratiyle devam etti ve hızla yayıldı. İşçilerin çoğu 3 Mayıs'ta sokaklara çıktılar. McCormick'e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.


Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs'ta Haymarket Alanı'nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69'u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.

Ayrıntılı bilgiler için şu makaleye göz gezdirilebilir

Peki Türkiye'de işçi bayramı nasıl gelişti? OOsmanlı dönemlerinde en eniş işçi örgütlenmesinin olduğu yer Selanik idi. Nitekim ilk kez 1911 de Selanik teki pamuk, tütün ve liman işçileri ilk kez 1 mayıs ı kutladılar. bundan bir yıl sonra 1 mayıs istanbul da ilk kez kutlandı. 1923 te 1 mayıs yasal olarka işçi bayramı kabul edildi. fakat iki yıl sonra çıkan takrir i sukun yasası ile yasaklandı ve bu yasak çok uzun müddet devam etti. 1935 te 1 mayıs bahar ve çiçek bayramı adını aldı ve tatil günü ilan edildi. 1976 yılında disk in önderliğinde çok geniş katılımlı 1 mayıs taksim de kutlandı. bundna bir yıl sonra ise tarihteki en geniş katlımlı 1 mayıs yine taksim de kutlandı fakat bu gösteri esnasında göstericilerin üzerine ateş açıldı. 34 kişi hayatını kaybetti ve bu gösteriler taihe kanlı 1 mayıs olarka geçti. daha sonra uzun yıllar geniş katılımlı 1 mayıs gösterisi olamadı. 1996 yılında yasaklı olan taksim meydanı yerine kadıköyde düzenlenen mitinge 150.000 kişi katıldı. daha ilk dakikalarda polisin silahsız gösterilere ateş açması ile 3 kişi hayatını kaybetti ve büyük bir kitlesel isyan başgösterdi. bu olaydan sonra kadıköy de 10 yıl boyunca 1 mayıs gösterilerine kapalı kalacaktı.bu gösteriler sonrası haberlerde gösterilern, bir sivil polisin göstericiler tarafındna şiddetli biçimde dövülmesi ve aynı anda başka bir polisin eğlenerek seyrettiği bir linç girişimi hafızalara kazındı. geçen yıl kanlı 1 mayıs ın 30. yılında 1 mayıs ı taksimde kutlamak isteyen ve böylece otuz yıl öncesini de anmak isteyen bir gruba polis tarafından biber gazı, gaz bombası kullanıldı ve 30 dan fazla kişi yaralandı. muammer güler bu yıl da taksim meydanında "herkes için sosyal adalet, bagımsızlık, demokrasi, özgürlük, eşitlik, barış" demek siteyenleri biber gazı ile karşılayacaklarını söyledi....

23 Nisan 2008 Çarşamba

That's What I Call Music



Robin sparkles ile bundan bir yıl kadar önce tanışmıştım aslen. Ne kadar geç keşfetmişiz 93 yılında çıkan make it sparkle albümüyle Kanada'yı kasıp kavuran bu genç yıldızı.

İlk kez geçen yıl Let's go to the mall isimli şarkısını dinledik. Müthiş bir klip muazzam bir parça idi.




Ve şimdi de make it sparkle albümünün klip çekilen ikinci parçasını gördük. ne denebilir ki, dokunaklı sözler, etkileyici bir klip, robin sparkles bu parçasında aşkın ne demek olduğunu anlatmış. sandcastles in the sand. işte müzik budur!

21 Nisan 2008 Pazartesi

Canavarlıktan çıkmış canavar


Lost un yaratıcısı, J.J. Abrams ın yapımcılarından biri olduğu cloverfield ı izledim. Hakkında çok fazla yazı okumadım izlerken seyir zevkimin bozulmaması için. Sadece genel tema hakkında fikir sahibi idim.

temel olarak bundan çok fazla değil yaklaşık 9 yıl önce büyük heyecanla beklediğim lakin izleyince beklentilerimle örtüşmeyen bir yapım gördüğümden fazlaca hayal kırıklığına uğradığım The Blair Witch Project ile kıyaslayacağımı daha filmi izlemye başlamadan biliyordum. her ne kadar izlerken bu kıyaslamadan uzak durmaya çalışsam da benzer çekim ve küçük de olsa bulunan ortak paydaya sahip konu, bu kıyası kaçınılmaz kıldı.

Tabi Blair Witch Project filmindeki ilerleyişin aksine j.j. abrams etkisinin konu ve anlatım açısından bu yolda biraz daha ilerlemiş olacağından az çok emindim. nitekim bu konuda kendi adıma yanılmamış olduğumu söyleyebilirim. the Blair Witch Project her ne kadar bazı bölümlerde tatminkar olmasa da cloverfield bu açığı biraz daha kapatmayı başarmış. kimbilir belki de bundan beş altı yıl sonra gelecek benzer bir film bu bakış açısını biraz daha ilerleterek başarı çıtasını daha da yukarıya kaldırır.

bu filmin önemli noktalarından biri canavarı görüyor olmamız. Herhalde canavarı göremeseydik film boyunca yine büyük tatminsizlik oluşacaktı. fakat yapımcılar bu konuyu da tahmin ettiklerinden canavarı sıkça gördük. Ayrıca canavarın geliş veya çıkış noktasına dair de ipuçları filmde J.J. Abrams tarzı ile verildi. Hud karakteri senaryonun bu yönünü ortaya koyabilmek adına tasarlanmış bir karakter gibi geldi bana.

Filmdeki yan veya temel öykü olan aşk hikayesi rob ve Beth odaklı idi. rob karakteri anlayamadığım biçimde aptallıklar yapsa da bu yaptığı aptallıkların BELKİ DE canavarın çıkış veya geliş süreciyle dolaylı bir bağlantısı olduğu düşünülebilir. buna dair replikler filmin ortalarında kendine yer buldu. Bu nedenle gelebilecek herhangi bir devam filminde belki Rob veya Hud ın bu konu hakkında önceden bilgi sahibi olabileceğini yadsımayabiliriz.


Canavarın fiziksel ve biyolojik yapısına dair elle tutulur bir bilimsel açıklama göremesek de bu ikilemenin devamı olan "gözle görülür" açıklamarı bulabildik. bizzat canavarın kendisine yaklaştık bir kaç santim yakınına kadar gelebildik hatta ağzının içinde de şöyle bir dolaştık.

Gelebilecek bir devam filminde bu konudaki bilimsel tutuma eğilim daha fazla oalckatır. daha doğrusu olmalıdır. aynı formatta bir devam filminin tatminkar olabileceğini düşünmüyorum. dediğim gibi bu format için cloverfield misyonunu tamamladı ve gelişimi bir adım ielriye taşıdı.

Canavar biraz canavarlıktan çıkmış sanırım. kendisi yüzlerce küçük parça barındırıyor bünyesinde ve bu parçalar etrafta hallice oraya buraya saldırabiliyor. bu durum da belki evrimsel bir süreç ile bu büyükbaş canavarın bir çok küçük yaratığın birleşmesi ile oluşması ile mümkün olabilir.

öte yandan filmin şüphesiz en sağlam karakteri şüphesiz marlena dır. hem partideki görüntülerde mevzubahis olan cool yapısıyla hem de o insanı ürkütmeye yeten muazzam bakışları ile etkileyiciliğini ön plana çıkarıyor.

Sanırım bir devam filmi gelecke ve bu devam filmi ilk filmi izleyenler için kaçınılmaz bir gereksinim halini halini alacak. "Nereden geliyor ki bu yaratık" sözünün cevabını öğrenmek için ilk filmi görenler tekrar sinemaya koşacaklar muhtemelen. J.J. Abrams meraklandırma konusunda tescilli bir başarıya sahip ne de olsa.

7/10

19 Nisan 2008 Cumartesi

Öneriler #3



sevdicekle şehrin en yoğun ve kalabalık köşesinde buluşun sıcak bir öğle vakti. birbirinizin elini tutun daha önce hiç gitmediğiniz ve bilmediğiniz ara sokaklara dalın. masumiyetinizi korusun tepedeki güneş. daha önce hiç gitmediğiniz sokaklarda gezerken köşedeki bakkaldan bir ufak soğuk su alın. doya doya için güzelliğini ve saklanmışlıkları. hiç bir özelliği olmayan sokakların paket taşlarına anılarınız ve sevginiz serpişsin..

16 Nisan 2008 Çarşamba

Light and Coffee

Long Live Queen



greta Garbo nun izlediğim en iyi filmi, daha doğrusu fazlaca hissi bünyesinde barındıran filmi Queen Christina. İsveç te geçen hikayede, isveç kraliçesinin "yasak aşk" ı temel alınıyor.

Bundan aylar önce star tv nin sabaha karşı 3.30 da yayınladığı ve uykusuzluk çeken şahsımın da denk gelerek izlediği bir filmdi. öyle bir his verdi ki film, bittikten günler sonra dahi o kadın ı düşünüyordum. İsveç e gelen ispanyol büyükelçisi ile tanışması, yalandan bir bahane, o geçirilen unutulmaz gece. son anlarda Christina nın odanın her ayrıntısına dokunarak aklına kazımak isteyişi....

Tarihte bir çok kez sanat tanımlamaları yapılmıştır. Kendi adıma sanat olarak nitelemem için anlatmakta çok ama çok zorlandıgım hisleri hissettirebilmesi öncelikli gerekliliklerdendir. bu filmde de hissettiklerim başka hiç bir filme ait değildi, o aşka, siyah beyaz ve sonu belli bir kabullenişe dairdi..Unique idi. anlatmayı beceremedim aslında yine hiç bir şeyi bu yazıda..en iyisi izlemek..

10 Nisan 2008 Perşembe

Ordem e Progresso - O Yer #2 -



efenim O yer dizimizin ikinci kısmını Brezilya'ya ayırdık. Başlıkta söylenen "ordem e progresso" brezilya bayrağında kendine yer bulmuş bir august comte sözüdür. türkçeye düzen ve ilerleme olarak çevirebiliriz sanıırm. dünyanın en ilginç bayraklarından biri olan Brezilya Bayrağındaki sarı altını, yeşil ormanları temsil eder. Ortadaki mavi küre ise gökyüzünü temsil ederken üzerindeki yıldızlar Brezilya'nın 27 eyaletini temsil eder. Ayrıca bu yıldızların dizilişi gelişigüzel değil, astronomik olarak da doğrudur.

Güney Amerika'da görmek istediğim ikinci ülke değil aslen brezilya lakin kıtada mevcut ağırlığı dolayısı ile Arjantin'den sonra ondan bahsetmek sanırım yerinde olur. Brezilya deyince akla sporsever biri için futbol, müziksever biri için samba ve elbette speltura, kendinden emin bir kahve gurmesi için elbette ki kahve üretimi, siyaset ile ilgilenen birisinin de aklına özellikle yakın dönem için abd ye uygulanan pasaport misillemesi, seyehat etmeyi seven biri için amazon gelecektir desek yalan söylemiş olmayız sanırım.

efenim bilindiği üzere Brezilya Güney Amerika'da ispanyolca değil de portekizce konuşulan tek ülke ve kıtanın da en büyük ülkesi. Bunun da nedeni ispanyol değil de Portekiz kolonisi olmasına dayanıyor. Efenim İspanyollar ve Portekizliler denizcilikte gelişip dünyayı adım adım keşfetmeye başladıklarında, yeni bulunan yerlerin paylaşımı konusunda ikisinin de riayet edeceği bir anlaşmayı Papa nın da ricası ile imzalarlar. Bu anlaşma neticesinde Brezilya Portekiz'e verilmiştir. Bugün dünya üzerinde nüfusu en kalabalık portekizce konuşan ülke. ne ironik. Elbette ki Portekizce nin genel özelliğinden dolayı dört beş isimli insanlar burada yaygındır. futbolu yakından takip edenler de bu konuyu gözlemlemişlerdir.



neyse efenim, biliyorum ki bu resmi görünce bir çok kişinin gözü gönlü açıldı. Brezilyalı hanımefendiler, dünya üzerinde güzellikleriyle nam salmışlardır doğal olarak. Eğlenmeyi pek sever Brezilya halkı. Hayatlarında eğlencenin önemli yer tuttuğunu söylemek yalan olmaz. Tabi ki bu eğlence sevgisinin küresel anlamdaki en önemli yansıması, Rio karnavalı. Rio hakkında bizim medyamızda tek gösterilen şeyin kalça bacak göğüs triosu olmasından ötürü tarihi gelişimi hakkında biraz bahsetmek gerek. Efenim tarihinden henüz bahsetmedim pek fazla ama brezilya da köleliğin legal olduğu dönemlerde, şubat ayında çiftlik sahipleri ya da kabaca -sahipler- kölelerine beş gün izin verirlermiş. bu beş gün içerisinde de köle hanımlarımız içer eğlenir dağıtırmış. Daha sonra kölelik kaldırıldığında da bu etkinlik devam etmiş ve günümüze kadar büyüyerek ulaşmış. fakat ilginçtir ki Rio karnavalı Brezilya'lıların pek de umrunda olan bir şey değildir, daha doğrusu fazlaca önemsemezler. tek önemsedikleri, kadınların geçit esnasında giydiği kıayfetlerin satışları. bunun yanısıra rio karnavalına çeşitli samba okulları katılırlar ve geçit töreninde boy gösterirler. bu geçit törenini kazanan okul da belli miktarda ödül kazanır. bu okulların futbolda olduğu gibi taraftarları vardır. Destekeledikleri okul kazanınca deli gibi sevinirler. bir de bu günler en fazla seks yapılan güm istatistiklerinde açık ara önde iken bedava prezervatif dağıtıldığını da notlarımız arasına ekleyelim.



Efenim yine tahmin ettiğimden uzun bir yazı oluyor. mümkün olduğunca kısa kesmeye çalışacağım. Biraz da Abd ye uyguladıkları pasaport misillemesinden bahsedelim. 11 eylül olaylarından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde belli ülkelerden olan insanlara ülkeye girişlerde aşırı kontrol yapılmaya başlandı. Bu duruma oldukça sinirlenen Brezilya'da Abd vatandaşlarının ülkeye girişlerinde aynı sıkı denetimi uygulama kararı aldı. Öyle ki "us citizens" ve "non us citizens" şeklinde çıkışları olan havaalanları uyarıları vardır. güney Amerika da yükselen abd karşıtlığının en önemli sembollerindendir.

Tarihe biraz bakarsak, yukarıda Brezilya'nın ne için portekiz kolonisi oldugunu anlatmıştık. Bağımsızlık ve ikinci dünya savaşından sonra, Arjantin yazımızda bahsettiğim kaybeden göçler buraya da fazlaca olmuşturArjantin'e Avrupa'nın kaybedbe tarafları göç ederken Brezilya ya da Japonlar göç etmiştir. Bu nednele Brezilya da bugün japon nüfusu oldukça fazladır.

Her ne kadar Brezilya için dışarıdan eğlenceye çok düşkün insanların olduğu memleket gibi bir gözlem yapılsa da, kendi içinde de bu konuda ayrıştıklarını gözlemleyebiliriz biraz daha dikkatli incelersek. Efenim Brezilya nın dünyaca tanınan en önemli şehirleri sao paolo ve rio De Janerio dur. Bu iki şehir insanlarından, Sao Paololular rio de Janerio luları sürekli eğlence düşkünü zikimle kuşağım ipimle taşağım insanı ve boş insanlar olarak görürler aynı şekilde Rio insanları da Sao Paolo insanlarını sıkıcı suratsız insanalr olarak görürler. Bana biraz bizim ülkeye benzer geldi ama spesifik şehir ismi vermeyeceğim.



Efendim tabi Güney Amerika deyince kahve üretiminin önemini görmezden gelemeyiz. Brezilya da kahve üretiminde dünyada en ön sıralardadır. Fakat tarlada çalışan işçilerin koşulları maalesef hiç ama hiç iyi değildir. Bu konuyu can sıkmamak için uzun uzadıya açmayacağım ama bir kahve fincanıyla güne güzle bir başlangıç yapmak, ya da ertesi günkü ödev için uykuyu önlemeye çalışırken bunu bir saniye de olsa akla getirmek gerek diye düşünüyorum. Dünyanın hiç tanımadığınız bir ülkesinin hiç bilinmeyen bir şehrinin hiç bilinmeyen köyündeki bir işçinin içtiğiniz kahve çekirdeğini toplarken elleri yara içerisinde kaldı.



Bugün Brezilya nın dünyada bir sektör olarka yer bulduğu konulardan biri de şüphesiz ki Brezilya dizileri kavramıdır. Genel olarka bizim dizilere benzerler, iki günde yazılmış gibi görünen senaryoları, vasatın epey altında oyunculukları, ve kötü çekim kalitesi ile. Fakat brezilya dizisi bu özellikleriyle kendine dünyada yer edip milyonlarca da hayran kaznamıştır doğal olarka. hangimiz küçüklüğümüzde annemizle bir brezilya dizisi izleyerek büyümedik ha sorarım size a dostlar!

Neyse efenim, güney Amerika turunda elbette uğrayacağım ülkelerden biri Brezilya, fakat öncelikli olarka değil. Arjantin, bolivya ve kolombiya dan sonra geliyor. Tabi ki saydığım ülkeleri ve daha bir kaçını da anlatmaya devam edeceğim. Bir çok şeyden bahsetmek istiyorum o yüzdne postlar pek uzun oluyor, sürç-i lisan a karşı affola diyerek bitireyim.

7 Nisan 2008 Pazartesi

6 Nisan 2008 Pazar

Öneriler #2



bir gün sevdicek ile oturun daha önce yüzlerce kez izlediğiniz bir yeşilçam romantik komedisi izleyin. televizyonun karşısına, sırtınızı çekyata dayayarak yatın, yanınıza yeni demlenmiş sıcak çay kokusuyla, üzerinize battaniyenizi alın..sevdiceğin göğsünün sıcak, "tenli" kokusuna doyun izlerken. duyduğunuz her romantik cümlede daha bir yaslayın başınızı. daha sıkıca tutun elini..üzerinizde battaniyenin kaşındırmayan korumacılığında kamaşsın gözleriniz..

Öneriler #1

2 Nisan 2008 Çarşamba

O yer..#1




Aslında yazıya oğuz haksever nidasında bir başlık atmak niyetinde değildim ama birden öyle çıkıverdi. Son zamanlarda şöyle üç aylık bir geziye çıkıp Güney Amerika turu atabilmek için büyük istek içerisindeyim. biliyorum bunun olabilmesi çok küçük bir ihtimal lakin yine de düşünmek de parayla değil ya! Çoğu zaman dünyanın çeşitli ülkelerini ve çeşitli şehirlerini dolaşmak isteği her insanda olduğu gibi bende de kendini gösteriyor. neyse efenim, bu ülkeleri biraz anlatarak bu hevesimi az da olsa bastırabilmek niyetim.

Arjantin'den başlayalım, yazıya öncelikle arjantin den başlamaktan niyetim Arjantin i Güney Amerika nın akdeniz kültürüyle özdeşleştirmem. Nedense bize oldukça yakın geliyor. Başkenti Buenos Aires. Arjantin güney amerika dan dünyaya en çok kültür ihracı yapan ülke olarka tanımlanabilir. bugün Arjantin deyince, sanatsever birinin aklına tango, sporsever bir insanın aklına, river plate - boca juniors rekabeti, alkol seven birinin aklına arjantin bira, yemekle ilgilenen birinin aklına dünyanın en büyük sığır eti ürünleri ihracatçılarından olması, ekonomiyle ilgilenen birinin aklına (aslında hatrlarsak 2001 ekonomik krizinde arjantin de dibe vuran ülkelerden biriydi, fakat o zaman bizden daha kötü olan durumu yakın zamanda imf e olan tüm borçlarını kapatmasıyla düzeldi diyebiliriz. O zaman ülkemizdeki bazı denyoların yehoo bizden daha kötü durumda ülke var diye gülümsemeleri şimdi ne taraflarına kaçmıştır merak ediyorum) arjantin in inanılmaz toparlanışı, turizm ile ilgilenen birinin aklına patagonya (bu konuya arjantin in tarihiyle yüzleşmesinde tekrar döneceğim),

Diğer güney Amerika ülkelerinin aksine, Arjantin liler genelde kendilerini onlardan üstün, medeni ve Avrupalı olarak görürler diye tanınırlar. bu nednele diğer güney amerika ülkelerinin Arjantin'den pek hazetmediği ve ve onları "snob" olarka tanımladıkları söylenilir. Aslında bunun nedenini Arjantin in tarihinde aramak, mantıklı olacaktır. İkinci dünya savaşı sonrası bir çok italyan ve Alman "soyluları"nın arjantin e geldiği biliniyor. Bu nednele genel kanı olarka latinleri "köylü" olarka görme eğilimi Arjantin de vardır diyebiliriz. Aslında baktığımızda dünyanın çok çeşitli yerlerinde binlerce çeşit ırkçılık var. genel olarak "bir insanı tek özelliğine bakarak değerlendirme" mevzusuna ırkçılık diyebiliriz. Türkiye de kürtlere olan bakış açısı, amerika da zencilere, Arjantin de latinlere olan bakış açıları ırkçılığın çeşitli yansımaları olsa gerek.



Daha önce kısaca özelliklerden bahsederken, arjantin in en büyük gelirlerinden ve ihracat kalemlerinden birinin sığır eti olduğunu söylemiştik. Tarihinde de arjantin in ekonoomisi genel olarka bu kaleme dayandığından bir ara britanya ya olan satışlardaki düşüş Arjantin i ekonomik sıkıntıya sokar(1930 lar) Daha sonra Arjantin dışa kapalı bir politikaya döner. 1950 lerde ülkeyi "peron" lar yönetmeye başlar. Bir çok güney amerika ülkesinde olduğu gibi Arjantin tarihinde de darbeler mevcuttur. 1980 lere kadar sosyalizm karşıtı silahlı grupları açıkça destekleyen abd, ne ironiktir ki o tarihten sonra demokrasi ve özgürlükler demeye başlamıştır. güney amerika'daki bir çok ülkedeki abd etkisindne de kısaca bahsedeceğim yazılarda. Efenim hepimizin bildiği gibi, 1980 li yıllarda Arjantin Falklan adaları için İngiltere ye karşı savaşır. Aslında zaferden emin olarka adalara giden arjantin tarihinin en büyük hezimetlerinden birini yaşar ve kaybeder. günümüzde bir çok futbol maçında göreceğimiz üzere ingiltere arjantim maçları da bu minvalde gerilimli geçer. Neyse efenim 1980 ler sonrası askeri yetkililere siyasi koruma getirilir. yani yargılanamazlar. fakat 2001 krizinden sonra bu durumdan kurtulmak için tarihiyle yüzleşmek zorunda olduğunu anlayan arjantin yakın zamanda bu yasakları kaldırır ve askeri yönetim ve diktatörlük yönetimi yapmış kişileri yargıladı.

Arjantin in tarihiyle yüzleşmesi gereken bir konu da Patagonya aslında. Arjantin e gelen ilk avrupalı lar ispanyol ve italyan kökenli "beyaz adam"dı. Arjantin kurulduğğunda ilk mücadele Amerika kıtasının çoğunda olduğu gibi yerlilere karşı verildi. Ve yerliler Patagonya ve dışına kadar sürüldüler, öldürüldüler. O zamanlar kendilerini bu ilkel ve medeniyet görmemiş kişilerden korumak isteyen avrupalı görüşünün yansımasıdır aslında bugünkü arjantinlilerin burnu havadalığı. Aslında bu burnu havadalık da diğer ülkelerin arjantin i kıskanmalarından ötürü çıkardığı bir durum. Güney amerika nın bir çok yerinde Brezilya Arjantin rekabeti kendini hissettirir. bunun da biraz o rekabetle alakası var. Aslında Arjantin li insanların dışa açık, diyalog kurmak konusunda çekincesi olmayan insnalar olduğunu düşünüyorum.



Efenim Neyse bu mevzudan çıkalım. biraz Arjantin in nedne dünyada kendini tanıtmada diğer güney Amerikalılardna başarılı olduğu hakkında az çok fikir edinmişizdir. Arjantin deyince akla gelen ilk mevzulardan biri de Tango. Bugün ucundan da olsa tango ya merak salmışlar için, vazgeçilemeyek bir tutku ve duygu yoğunluğudur o. Aynen flamenco gibi bir yaşam biçimidir. Çıkış noktası hakkındaki ortak kanı Arjantin genelevleri ve pavyonları olduğudur. Tahmin edebilebileceği gibi, arjantin genelevlerinde yapıldığındna ötürü ilk zamanlar elit sınıf tarafından ayıplanan ve küçük görülen bir dans çeşidiydi tango fakat zamanla avrupalılar dansı öğrenip sevince, birden en sevilen ve saygı duyulan öğelerden! biri olur. bugün herhangi bir tango müziğinde derinlere dalıp gitmeyecek insan yoktur bence. O denli etkileyicidir gözümde de.




Arjantin deyince futbolu es geçmek olmaz. futbol orada bir yaşam biçimi olarka karşımıza çıkar. dünya futbolunca yüzlerce yıldız kazandıran bir ülke Arjantin. Ve bir çok kişiye göre dünyanın en büyük derbisi olan River Plate - Boca juniors taraftarları. Bu rekabet öyle büyüktür ki Buenos Aires te Boca kendi taksi ağını kurmuştur. aşağıdaki fotoğraf da river boca maçından river plate tribünleri los borrachos del tablon dan bir alıntı. Dünyada şahit olmak istediğim az sayıda şeylerden biri Buenos Aires te river Plate Boca juniors maçını stadyumdan izlemek. Kişisel olarak ben River Plate taraftarıyım. Bunu uzun uzun açmayacağım zaten şu ana kadar bile uzun bir yazı oldu. ama temel olarka river plate şehrin zengin bölgesinde boca ise nispeten fakir bölgesinde faaliyettedir. Fakat ikisinin de birbirini sevmemek için haklı argümanları vardır, ben artık bu siz zengin bizz halk takımıyız argümanından fena sıkıldığımı belirtmek isterim. Yarraam sen halksın da biz salatalık turşusu muyuz demek istiyorum. Polisin takımı sizi. sos Cagonlar. neyse. Efenim o heyecanı orada yerinde hissetmek inanılmaz bir duygu. dünyanın bir çok ünlü dergisine göre de ölmedne önce yapılması gerekenler listesinde bulunur kendisi. Arjantin in en güzel yanlarından biridir.



Yarısı Arjantin, Yarısı da Şili topraklarında kalan patagonya sanki dünyada değilmişsiniz hissi uyandıra bir masal diyarı gözümde... hani dünyada masal yaşamak cennette olmak kavramının karşılığı.. Arjantin e gittiğimde orada kaybolmak istediğim fonda da medwyn goodall çalmasını dilediğim hayal dünyası patagonya..En baştaki fotoğraf Patagonya da gün batımından....

Efenim çok uzun bir yazı oldu, aslında başlarken bu postta, arjantin, brezilya, uruguay, şili, paraguay, kolombiya ve özellikle de bolivya dan bahsedecetim ama sadece arjantin den bahsetmek bile çok uzun sürdü.. diğerlerinden de gelecek postlarda bahsedeceğim artık..keyifli günler dilerim.