31 Aralık 2007 Pazartesi

2008 işte

baktım herkes, yeni yıla dair bir şeyler karalamış. ben de düşündüm ama özel bir şey bulamadım geçen yıla dair. 2007 özel değildi, hoş değildi ama boş da değildi. 2008 de öyle olur zannedersem. bekleyip görmek gerek. ne de olsa kaçmıyor vakit..ha hem o kaçmıyor hem de biz kovalamıyorsak bu ne yaman bir eylemsizlik ilkesidir? yeni yılda newton un bunu da düşünmesini istiyorum. ben düşünmekten yazamaz oldum..

29 Aralık 2007 Cumartesi

Dear Void



Sometimes I wonder about my life. I lead a small life. Valuable, but small. And sometimes I wonder, do I do it because I like it, or because I haven’t been brave? So much of what I see reminds me of something I’ve read in a book, when shouldn’t it be the other way around? I don’t really want an answer. I just want to send this cosmic question out into the void. So, goodnight, dear void

28 Aralık 2007 Cuma

O Artık Bir Kahraman



Bu dünyada, bazı şeylerin haksızlığını gördükçe midem bulanıyor. Hazımsızlık çekiyorum.. Benazir Butto bugün, bir bombalı saldırı neticesinde hayatını kaybetti. Haberi ilk gördüğüm anda boğazım düğümlendi. Bile bile ölüme gelmişti, sekiz yıllık sürgünden ülkesine geri dönüp toprağa dokunduğunda biliyordu öldürüleceğini. Neden gelmişti, neden kalmıştı, neden bile bile ölüme "hoş geldin" demişti?

Geçmişinde yaptığı veya yapmadığı bir çok şey eleştirilebilirdi kendisinin. Peki davasını hayatından daha öncelikli görmesi? Bir şeye inanıyordu, bir şeyi yapabileceğini biliyordu, "daha iyi" olabileceğini biliyordu. Hümanist bir özgürlükçü. Bu özgürlükçü lafı da bir tuhaf. Özgürlük satan kişi mi var ki özgürlükçü olsun? Özgürlük satılabilir miydi veya verilip alınabilir miydi? Canları sıkılıp bazı yerleri özgürleştirmeye gidenler, özgrülük verdiklerini iddia ettikleri ülkeye kimin özgürlüğünü veriyorlardı.

Konuyu dagıtmamak gerek. Benazir butto ülkesine döndüğünde, döndüğünün haberini ilk gördüğümde içimde, dünya adına ya da başka bir ülke adına uzun süredir hissetmediğim bir iyi niyet doğmuştu. Ardından da öldürüleceği. Ben de biliyordum, kendisi de biliyordu, yandaşları da biliyordu, belki onu o ülkeye getirtmek için özel çaba sarfeden ve öldükten sonra karışacak pakistan dan kendi kazançlarını para sayma makinasında sayacak olanlar da biliyordu öldürüleceğini.

Benazir Butto, öleceğini bile bile başı dik olarka döndü ve başı babası gibi dik olarka verdi canını davası pahasına. Onun sevenleri, ideolojisinin sahiplenicileri için iş artık ideolojik savaşı aştı maalesef ve çatışmaya dönüştü. Hani vardır ya "diplomasinin çöktüğü an" o an geldi bugün. Pakistan, elindeki en büyük atılımlardan birinin önüne geçti.Bilerek, görerek. Her şeyden çıkarı olan birileri oldu elbet. Kimileri evlerinde rahatça parlarını sayarak cnn den "Long Live Butto" pankartının önündeki cesetleri gördükçe bıyık altından gülümsüyordu.

Her şeye eyvallah da bu kadar adi ve pis bir ölüm müydü hakettiği. Bu kadar mı korkaktır karşısındakiler. Bugün sadece lanet ettim hayata ve kötülüğün bu kadar kolay olmasına, olabilmesine. Bugün, herhangi bir insanın herhangi bir insana yaptığı herhangi bir iyiliğin neden hiç olmuyormuşçasına önemle takdir edildiğini anladım. Hatırladığım anda babamın iki sözü gözlerimi boşalttı.."Bu dünyada iyilere yer yokmuş.."

17 Aralık 2007 Pazartesi

İnsanlararası Hukuk

Ütopyalarımın hayali yansımalarının integrali,yani;toplamı midemi bulandıran.Asıl kusturucu olan bu yansımaların nerede karşıma çıkacağının farkındasızlığı ki;aynada değil ya da gölge suretli sürekli önümde giden görünür yakınsama yok.Devamlı gayrıresmi olarak karşımda yansımalarım.
Kendi belirlediğim anayasama uygun olmasa da bu karşılaşmalar,bir yansıma olabilmesi için gerçel cisimler olmalı diye düşünüp yansımaların gerçekliğinin olduğu ütopyalar oralarda bir yerde diye kanun hükmünde kararname çıkartıyorum kendi monarşik düzenimde.Yarı resmiyete bürünen ve monarşiyle yönetilen bedenim tarafından insanlarası hukuka göre resmen tanıdığım bu ütopyaları bulması için gizli sıfatlı istihbarat servisimi harekete geçiriyorum.Ve tabi ki bu servis bedenimin yani monarşik kişisel ülkemin tüm imkanlarını soru sormaksızın kullanma hakkını ele geçiriyor ki;diğer monarşik yapılı öz devletlerini yöneten insanlar bunu kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılayıp küçük ülkemize yüz çeviriyorlar.Bu da zaten dışa kapalı komunist kalbimin kendi içinde bir ihtilal mücadelesine girmesine nedne oluyor.Bir yanda ütopyaların izindeki gizli servisime ne pahasına olursa olsun destek olacak diplomatik yöneticiler,diğer yanda bizim dışımızdaki ülkelerin de görüşlerinin alınması,dostluğunun kaybedilmemesi,gerekirse hayali yansımalarla yetinilebileceğini savunan,diplomatik yöneticilerce diğer insanların sömürgesi diye tanımlanan taraf.
Budur ki;kendi ülkemin karasız görünüşü veya sürekli karmaşada kaldığını diğerlerine düşündürten.Ve bu ülke yavaşça işgal ediliyor kendisi tarafından ki;kendini ortadan kaldıracak bu gidişle...

hoş geldin..

fight club da eski bir ev vardı tyler durden ın kaldığı. elektriği yok, suyu kesilen şehir dışında yıkılmak üzere olan ahşap bir bina. tüketim toplumunun veya tüketimin elzem olmadığına kanaat getirmek için konmuştu muhtemelen o ev filme.. maslow un herhangi bir basamağında değildi belki elektrik kullanmak..enerji zaten doğaya ait bir varlıktı ve elektrik de var olan bir gücün başka bir alanda kullanılmasıyla ortaya çıkan faydalı olma haliydi..

o eve ne gelen vardı ne giden.. paslanmıştı tahtaları.. tahtaları yenmişti belki hafiften..evin, yakınlarındaki fabrika gürültüsünden başka arkadaşı veya konuşabielceği, başından geçen onlarca şeyi anlatabileceği bir arkadaşı yoktu.. yıllardır tanıklık etmeye hasretti.. bekledi, birinin gelip tozlu duvarlarını karıştırmasını, eliyle, elinin işaret parmağıyla, evi gezerken, evin ne kadar kirlendiğini test etmek amacıyla tozlarından bir tutam kapmasını.. "ne kadar da tozlanmış, kimbilir neleri vardır bu evin, ne yaşanmışlıkları" demesini veya herhangi bir filmde görülecek en klişe sahne ve repliklerden biri olan "bu ev acaba hangi yaşanmışlıklara tanıklık etti..duvarlarında nelerin anıları var" gibi sormasını..

ümidini kesip yıkılmayı ve cevredeki eski arkadaşları gibi fabrika atolyesine dönüşmeyi beklemeye başlamıştı artık..ne bir duygu göreceğini, ne de hissedebileceğini sanmıyordu artık..bir gün tyler durden çıkıp geldi..evi o haliyle kabul etti..evet parmağını tozlu rafta gezdirdi..evdeki kitaplığa göz gezdirdi..kara kaplı bir kitabı alarak, ismini pek de önemsemeden bakarken üzerindeki tozu üfledi. ses çıkardı..biri vardı evin içinde..sesiyle kanıyla canıyla..evi eski haliyle değil de bu haliyle seven veya kabul eden biri..artık betonarme evlerin yanında şansının kalmadığını düşünüyordu halbuki ev..gıcırdayan yatagına yattı tyler durden..güzel uyku çekti..nefes alıyordu ev..yeniden..yıllar sonra..taş gibi, dondurulup, sadece bazal metabolizmik eylemleri gerçekleştirebilecek düzeye indirgenen kalbi, ciğeri, ve tüm organları paslı dişlilerin yavaş yavaş işlemeye başlaması gibi enerji üretmeye geçmişti..back in life...kalbi atıyor..evet varmış donuk bir kalbi..ciğerine çekiyor her havayı..evet varmış alveolleri..aslında yaşayabilirmiş ev..

tyler durden a dedi paslı duvarlarından..."sefa geldin...son ihtimalim...hediye gibi geldin..hoş geldin..hoş geldin..."

13 Aralık 2007 Perşembe

i watch you walk away...

you don't know me

muhtelif jazz şarkıcısının söylediği bu ellilerin güzelliklerinden olan parçayı ben de, kahramanlarını mahalleden arkadaşlarım diye gördüğüm dizi olan how i met your mother sayesinde keşfettim..michael buble duru ve berrak sesiyle, dizinin birinci sezon ön üçüncü bölümü olan drumroll please e konuk olmuştu..ama öyle böyle konukluk değil...ted ile victoria ikilisi bu bölümde hayallere layık bir biçimde tanışırlar ve "o" duygunun en gerçekçi halini hissederler..hoştur ki bir duygudan somut bir şeymiş gibi bahsedir reel sıfatı yakıştırmanın abesliğinin yanısıra, bu hiç de "abes" değildir..yaşayanlar hep bilir duyguları..anlat dediğinde biri, ebelek gübelek bakarlar, yahu şu filmi izle, ya da şu şarkıyı dinle, derler tarif etmek için..çünkü karşısındaki o hissi yaşamadığından vereceği somut veya soyut herhangi bir örnek veya kavrama "e bu mdur yani" ya da "evet" gibi tepkiler verecek, bu anlatıcıyı hem kıracak hem de sinirlendirecektir..bu yüzdendir ki o filmden o hissi alamıyorsa, o dizinin o bölümünün o sahnesinde yüzünde naif gülümseme oluşmuyorsa ya da o şarkıda bu denli kalbinde hançer yarasını hissedemiyorsa o hisse de pek aşina değildir..

michael buble söylemiş, ted ile victoria ayrılırken dinlemiş, biz de bir güzel izleyip duygulanmışızdır..o son sahnedeki "i watch you walk away" diye içini sancıtması michael buble ın nasıl akıllardan çıkabilir ki..hele ki victoria ted e gözlerini kapatmasını söylediğinde ted in neler olacagını adı gibi bilmesine rağmen ve bunu da göstermesine rağmen gözlerini kapatıp beşe kadar saymasını..