27 Şubat 2009 Cuma

İz Bırakan Çizgi Diziler

İZ bırakan yerli ve yabancı dizilerin ardından, çizgi filmlere dair bir yazı yazmadan da olamazdı elbette. Aslında en önce çizgi filmlere dair yazılmalı bence. İnsan hayatındaki en etkili eğlence öğelerinden biri çizgi diziler. Ben kişisel olarak da bu türe fazlaca meraklıyım. Eşek kadar herif olmama rağmen zaman zaman açar izlerim. Genelde de çizgi filmlerdkei hayal gücüne hayranlık duymuşumur hep. Bu yaşımda açıp izlememin en belirgin sebebi de bu diye düşünüyorum. Neyse efenim, çok zorlu bir seçim süreci oldu. Dışarıda bırakmak zorunda kaldığım, sevdiğim çizgi filmler oldu lakin listenin sadece on taneyi kapsaması konusunda baştan kararlıydım. Eğer ya 11 olsun deseydim, listeden çıkardığım diğerlerine haksızlık oalcagını düşündüğüm için son durum şu şekilde meydana geldi;

10- Dragon ball: Efenim, çizgi dizi kavramıyla beni tanıştıran yapım bu diyebiliriz. O vakte kadar izlediğim çizgi dizilerde bölümler arası devamlılık yokken dragon ball un her bölümü müthiş hyecanla beklenir. Öğleden sonra arkadaşlar arasında uzun kritikleri yapılır ve ertesi gün neler oalcağı tahmin eilmeye çalışılırdı. Adeta Lost gibi bağımlılık yaratan yapımlardandı. 7 ejder topunu almaya çalışan son goku, taş karakterimiz bulma ve hüseyin üzmezin kendisinden etkilendiği çok belli olan kaplumbağa kılıklı üstad dedenin maceraları izlemeye doyulmazdı. yoğun cinsellik ve üst düzey mizah anlayışı ile her zaman gönüllerimizdedir dragon ball. hatta rapishare hesabı alınca indirmeyi üşündüğüm yapımlardna biri şuan. bir de bu kafayla izlemek istiyorum çünkü mizahi yanının biraz daha büyüklere hitap ettiği kanaatindeyim.


9- Voltron: E elbette böyle bir listede Voltron'un kendine yer bulmaması düşünülemezdi. Kişisel tarihçemde o kadar etkisi olmasa da seksenlerin sonlarında çocuk olanların hayatlarının vazgeçilmez parçalarından biridir Voltron. Evrenin yılmaz savunucusu olan Voltron ile ilgili olarka merak ettiğim şey niye illa bir ton sopa yedikten sonra Voltron'u oluşturdukları. Bari baştan oluşturun da sopa delisi olmayın arkadaş. Mazoşizmi de topluma gizli gizli aşılayan bu efsane dokuz numarada.


8- Cedric: Son döneme damgasını vuran iki çizgi diziden biri, fransız yapımı Cedric'in hikayesi olan çizgi dizimiz. "Eğer sekiz yaşındaysanız ve aşıksanız, hayat gerçekten çok güzel" diyen Cedric'in bu masumane düşüncelerle yatağına uzandığı an herkesi etkilemiştir sanırım. Bu kadar peşinden koşmaya, Angelina Jolie bile varmıştı Cedric'imize şimdiye kadar. Ne nazlı çıktı şu Chen. Meşe odunuyla...Neyse..Bir de sevgili marika ile bu konuda konuşurken kendisinin söylediği "Fırat yokken Cedric vardı" sözünün altına imzamı atarım. Bu tespitinden ötürü de kutlarım.


7- Lucky Luke: bir başka Fransız temelli çizgi dizi diyebiliriz Red Kit için. Vahşi batının Aslan yürekli Rişar'ı olan kahramanımız, gölgesinden hızlı silah çeken kovboy red kit, türkiye de çizgi filminin yanısıra çizgi romanlarıyla da son derece popüler olmuştur. Köpeği Rin tin Tin, atı düldül, ebedi firariler daltonlar o kadar yer etti ki ülke kültürümüze, bugün dahil bir çok olayda, şehir eşkıyalığı için Dalton benzetmesi yapılır, ya da köpeklere en çok verilen isimlerden biri olur Rin Tin Tin. Red kit, gelmiş geçmiş en efsanevi çizgi filmlerden biridir Türkiye için. Bang Banggg Lucky Lukeee. Ayrıca Elliot Belt'i de saygıyla anarım.


6- Mock and Sweet: Dorig doriig moguu moguuu şeklinde şarkısıyla efsaneleşen bu çizgi dizinin de hastasıyım. Sevimli köstebeklerimiz mock and sweet in maceraları bizleri de küçükken heyecandna heyecana sürüklüyordu. Kırmızı birlik, mavi birlik mock 1 mock 2 gibi köstebek tümenleri tehlikelere karşı birlikte ayakta duruyordu. kaz kaz kaz kaz. Mücadelenin ve azmin önemini de genç dimağlara kazıyan en ehemmiyetli yapımdır nazarımda.


6- Taş Devri: Yani taş devri hakkında uzun uzadıya bir şeyler anlatmak gerekir mi bilmiyorum ama Türkiye'de izlenen en uzun soluklu çizgi dizi olduğunu söyleyebiliriz herhalde. Bunda karakterlerin soyadlarından, şehrin, Fred'in çalıştığı yerin ismine kadar türkçeleştirilmesinin önemli rolü var diye düşünüyorum. Yabadabaduuuuuuuuuu demeyi başka nasıl öğrenebiliri ki toplumumuz :)


5- Looney Tunes: Şimdi bunların her birini ayrı ayrı almak listeye sığmamak demek oluyordu. O yüzden Looney Tunes kahramanlarını birleştirerek almaya karar verdim. Bugs bunny, Duffy Duck, Saftirik Elmer, Tweety, Slyvester, Speedy Gonzales, Coyote ve Road Runner özellikle öne çıkanlar. bugs Bunny ile "arkidişşş" demeyi, Duffy Duck ile kurnazlığı, Elmer ile daha fazla nasıl kepaze olunuru, Tweety ile "bir kedi gördüm sanki" sözünü akıllarımıza kazımadık? Slyvester'ın yediği süpürgeler gelir götünü tırmalar demedik ev sahibine, Speedy gonzales ile dayaktan kaçarken aviraaa viraa viraaa diye bagırmadık, Road Runner nasıl olur da yol resminin içinden geçer deyip Coyote için oturup ağlamadık. Rakı masasında, "üzülme gel ben sana kümes hayvanlarının en kralını yediririm" demedik? ve en önemlisi "That's All Folks" u akıllarımıza kazımadık...



4- Where on Earth is Carmen Sandiego: Tüm zamanlar favori çizgi filmler listemde mutlaka kendisine yer bulacak olan şahane yapım. Sevimli hırsız iye Türk televizyonlarında gösterilmesine rağmen bence en femme fatale kahramanlardan biriydi hırsız rolündeki carmen sandiego. Kenilerine player denen bir bilgisayarın yardımcı oluğu kahramanlarımız, hırsızlığı neredeyse zevk için yapan, dünyanın en büyük hırsızı carmen sandiego nun çalarken kenilerine bıraktığı ipuçları sayesinde peşine düşerlerdi. Hiç bir bölümde de yakalayamazlar hep son anda kurtulurdu Carmen. Her gün kaçırmadan izlediğin tek çizgi diziyi yayınlandığı vakitler. Vazgeçilmelerimden biridir Carmen sandiego.


3- Captain Tsubasa: Eh efenim her erkeğin ilk üçündedir Kaptan Tsubasa. futbolun futbol olduğu zamanlar, takım ruhunun sahaya yansıdıgı efsane maçların olduğu günlerdi. Ben kişisel olarka Taro Misaki hayranıydım. Bu kaar efendi topçu kral takım oyuncusu gerçek hayatta da hiç bir futbol takımında görmemişimdir. Belki Tsubasa yılızdı ama misaki o hep bahsi geçen gizli kahramandı. Tsubasa gibi ego manyağı değildi. Eminim ki egosu tsubasa gibi tavanlarda olsa şimdiye kadar tsubasayı ona katlardı misaki. ama efendiydi, arkadaş canlısıydı O. Kaçımız Nankatsu ile zaferden zafere uçarken gollerle çoşmadık, Meiwa ile olan final maçını 3-2 kaznadığımızda gözyaşlarına boğulmadık ha dostlar? Tsubasa ile misaki'nin topa birlikte vurarak attığı unutulmaz golde tüylerimiz diken diken olmadı mı? Hyuga yı parçalayrak atılan son golde, gözyaşlarımız süzülmedi mi sevinçten..


2- Laff A Lympics: Efenim bu çizgi filmi anlatabilmek için kelimeler yeter mi bilemiyorum. Her yarış başka bir heyecan fırtınası, her yarış ekran başında tırnak yemelerle geçen dakikalara denkti. Scooby Doolar, Yogiler ve Gerçek kötülerden oluşan takımlar arasında, ünyanın çeşitli yerlerinde yapılan son derece yaratıcı müsabakaları izlerdik. Çoğunu sukubiler kazanırdı. İbne sukubiler. Ben şahsen yogileri tutardım. Hem kötü değillerdi ve bence en çok hakkı yenenler de onlardı. Kötüler ise yamulmuyorsam tüm seride iki kez kazanmışlardı ve bunlardan birinde de yarışlar Türkiye'de yapılmıştı. Şimdi sevgili organizatörlere, şikeci, sukubi lobisinin esiri olmuş hakemlere bir kaç lafım var müsaadenizle: Lan maymunlar. size maymun demek bile iltifat. Kötülere, yogilere en ufak hilede ceza keserken, mal büyücü bobonun koşu yarışını uçan halıyla kazanmasına neden hiçbiriniz bir şey demediniz. Neden sustunuz. Halkın vicdanı sizi unutmaz, affetmez. Şerefsizlleeeer şike yapaaar, şikeyi de sukubileeeeer.


1- Avatar The last Airbender: Şu yaşıma geldim televizyon dünyasından görüğüm en sağlam yapım budur. yüzlerce dizi, çizgi dizi izledim fakat böyle bir finali hiç bir yerde görmedim. Bence herkes izleyip bir final nasıl yapılır feyz almalı. Geçen sene tanıştığım bu çizgi dizi ben iderinden etkiledi. Kendi içindeki felsefesinde son derece tutarlı, japondan çok çin ve tayland izleri ve felsefesi taşımasıyla farklı, her biri ayrı ayrı kurgulanıp ince ince düşünülmüş ve çizilmiş karakterleriyle göz dolduran, toph Bei Fong ile kendine hayran bırakan bir çizgi dizi..Final bölümünü sanırım elli defa izledim ve halen izlemeye doyamıyorum. Sadece onun için bile geri kalan 57 bölümü izlenmeli. Bence başlı başına bir efsanedir bu çizgi dizi. M Night Shyamalan denen zırtapoz filmini çekiyormuş. Hayal kırıklığına ugrama olasılığımı çok yüksek görmeme rağmen izlemeyi düşünüyorum yine de.


ekleme : Listede 11 tane çizgi dizi oldugunu ilk farkeden sevgili yolunu şaşırmış kelebek e bir colombian supremo borçluyum :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Ambale olmuş kafadan..

kafamda çeşit çeşit değişkenler dolaştığından ve sarhoşların çift görmesi gibi bir yere baktığımda algoritma şemaları görmemden ötürü fena halde ambele olmuş vaziyetteyim şuan. O yüzden saçmalayacam müsaadenizle efenim.

* Dert kavramı nedir yahu. Sinema yazarlarının, eleştirilerinde "dert" kavramını kullanmalarının hastasıyım. "Ken Loach bu filmde derdini anlatmayı başarmış." Hee içinde içinde. "Perdeye baktığınıza gördüğünüz hikaye Woody Allen'ın derdini birebir yansıtmış." Vay anam vay serhat.

* Colombian Supremo olsa da içsek..

* Tüm hafta boyunca Avrupa da o ülkeden bu ülkeye geçip, futbol maçlarını tribünlerde oturup izlemek isterdim.

* Sokakta oturup yoldan geçenlerin portrelerini çizen ressamlara büyük saygı duyuyorum. İnanmasam da saygı duyuyorum.

* İnsan en çok sevdiceğiyle sevişmek ister. sevgililerin sevişmesinin etik olmadığının düşünülebilmesine anlam veremiyorum.

* Üç haftadır Lost harici dizilerden hiç ses seda yok. Yapmayın dostlar.

* Aykut Zahid Akman'ın yüzüne Unakıtan yumurtası atmak istiyorum.

* Her yaşanmışlık, nurtopu gibi bir yaşanamamazlık ekliyor insana...

* Turneye çıkmış bir tiyatro grubunda olmak isterdim..

* Bolivya'da, La Paz da gündüz sokaklarda dolaşmak gezip görmek bir sürü fotoğraf çekmek istiyorum. La Paz'ın gece hayatını çok merak ediyorum. Hiç alakasız bir şehirde, ülkede yaşayan insanların eğlence kültüründen geleneksel kültürüne kadar bir çok şeylerini gözlemlemek istiyorum.

* Why would you say sorry, oh why would you...?

* River Plate - Boca Juniors maçını River tribünlerinde, ev sahibi olarka izlemek isterdim.

* There’s holes in hearts
Desire starts to make demands
and dear boy you’d be a fool to make your plans with her..

* Ace akıllı kadınlar kulübüne gidip üye olan kadının aklından şüpheye düşüyorum..

* Pazar sabahı "gibi ama değil sunday morning reloaded" dinlemeyi seviyorum.

* Haftasonları istiklalde açık büfe kahvaltı veren bir mekan var. Adını hatırlamam mümkün değil bu kafayla. Sabah sekiz buçukta orada olup tüm açık büfeyi hazırlamaya çalışan abiyi gördüğümde hüzünleniyorum.

* Gurme olmak istiyorum ben. Diploma alıp sınavlarına girecem.

* Gün gelip, büyük bir şirketin sahibi olduğumu hayal edersem ve o şirket uluslarası bir şirketse bu hayali ihracata girer mi acaba?

* Geliyoor Kılıçdaar Kılıçdaroğlu otobüsü dolaşırken, otobüsün içine o müzik eşliğinde kırgızistan folklör örnekleri sergilense nasıl olur diye düşünüyorum. Çok yakıştırıyorum o müzik ile kırgız dansını.

* Akbilde yeterli bakiye olmadığını belirten sinyal çok acı acı çalıyor. Tüm otobüs "kim lan bu fakir" diye başını çeviriyor direk. İlkokulların, tenefüs zil müziği çalsın isterim bakiye olmadığında yeni belediye başkanından.

* Bir çizgi roman serisi takip etmek istiyorum. Her hafta heyecanla gidip yeni bölümleri almak ve süratle okumak..

24 Şubat 2009 Salı

Müzikli Haftabaşı


* Müzik açısından bereketli bir hafta geçirdiğimi söylemek isterim. Bu yaz, işlerin yoğun olması nedeniyle pek fazla imkan bulamamıştım yeni albümleri dinlemeye. O nedenle son bir ayda biraz daha vaktim oluğundan ve evden çalıştığımdan yeni keşfettiğim albümler olu. bunların en dikkat çekeni, son üç haftamın last fm istatistiklerini alt üst etmeye başlamış ve üç haftadır weekly chartlarımda tepeden inmeyen The Last Shadow Puppets'ın The Age of The Understatement albümü oldu. Bu kadar dinlenesi bir deneysel albüm çıkacağını beklemiyordum aslında fakat Alex Turner ve Miles Kane, o yıllardan beri özlemini çektiğim Britanya ruhunun müziğe iade-i itibarını yapıyorlar resmen.. Üç haftaır Last Fm istatistiklerime ambargo koymuş vaziyette The Age of The Understatement.

* Bu gecenin en heyecan veren haberlerinden biri de alternative country nin en sevdiğim sanatçılarından, can ciğer feministimiz Neko Case'in bu hafta çıkan yeni albümüydü. Middle Cyclone ismini taşıyan albümü en kısa zamanda edinmeyi planlıyorum. The New Pornographers vakitlerinden beri hayranlıkla takip ettiğim bu hanımefendi indie tarzını countrye en başarıyla bulayanlardan ve dolayısı ile alt-country nin üst düzey temsilcilerinden. Last fm istatistiklerimde Fox Confessor Brings The Flood albümü ile, Sezen hanımın arkasında iki numaraya kadar yükselmesine rağmen yeni albüm için iki yıldan fazla bekletmesi altıncılığa gerilemesine neden olmuştu. Sanırım yeniden yükselme vakti geldi Neko Case için.

* The Last Shadow Puppets'ın The Age of The Unerstatementını elime geçirmeden evvel de bir önceki yazıda belirttiğim üzere Dido hanımkızımızın Safe Trip Home albümünün etkisi vardı. It Comes and It Goes zamansız bir hittir benim gözümde.

* YEni albümlerdne biri de henüz Öykü ile yaptığı Sarıl Bana coverı haricinde bir parçasını dinleyemediğim Müslüm Gürses'in Sandık albümü. Sarıl Bana coverını oldukça başarılı bulduğumu belirterek yine beklentilerimi çok yüksek tuttuğum albümlerden Sandık. Elbette Bakma Bana Öyle gibi ağır damar beklemiyoruz Müslüm Gürses'ten fakat bir Nilüfer, Bir Affet gibi şahane düzenlemeler olacağına eminim.

* Nil Karaibrahimgil kızımız da yeni albüm çıkartıyormuş. Şuan için, benim açımdan tam bir kapalı kutu bu albüm. Konuşmak için erken ama beklentimin yüksek olduğu da bir gerçek.

22 Şubat 2009 Pazar

Evine Hoş Geldin


Albüm değerlendirmelerimi renkligözlükte yazıyordum fakat, bir anda renkligözlük kimsenin yazmadığı bir yere dönüşünce buraya yapmaya karar verdim. Dido, Life For Rent albümündeki muhteşem performansıyla debut albüm sonrası da ayakta kalmıştı. Tanrı'nın özene bezene yarattığını düşündüğüm bü güzel hanım kızımız uzun süren bir aradan sonra yeni albümü Safe Trip Home ile geri dönüş yaptı. İyi ki de döndü. En başta şunu söylemek isterim ki bu kadar bekletmeye değen bir albüm olmuş Safe Trip Home. Yine sakin ve huzurlu sesiyle dido, cama vuran damlalara eşlik ederken, gürültüsüz kafa dinleten müziğiyle de manik depresyonu sonuna kadar aşılayabiliyor bünyeye. Kısaca şarkılara göz atmaya başlayalım.

1- Don t Believe in Love: Albümün açılış şarkısı olan Don't Believe in Love Dido nun eski şarkılarını anımsatıyor fazlaca. Bunun ilk parça olmasının nedeni de budur belki de. Özlediğimiz Dido stilinin bu albümde de devam edeceğini işaretçisi. Durup dinlerken bu yeni albümden değil de eski albümden diyesim geliyor. Başarılı bir açılış seçimi olmuş. Don't Leave Home şefkatinin, Here With Me duygusu ile Don t think of me ritminin mükemmel harmonisi. 9/10

2- Quiet Times: Şöyle tam da böyle bir akşamda, karla karışık yağmurun eşliğinde kahve fincanı ile eşlik edilmesi gereken bir parça. Özellikle nakarat kısmında sigaradan ve ardından da kahve fincanından yudumlanmalı. Eskileri düşünerek, tam da eskilere özlem duyulduğu akşamda "i can t have you even you re here" diye iç geçirmeli. 9/10

3- Never Want to Say It's Love: Jazz ritmleriyle yapılan şık girişi şarkının geri kalanını gölgelemiş gibi duruyor biraz. Ya da parçanın geri kalanını bir gömlek yukarıya taşımış desem daha doğru olur sanırım. İlk dinlediğimde bu girişten umutlanmış fakat sonrasında hayal kırıklığına uğramıştım. Aradan bir ay geçmesine rağmen, maalesef görüşüm değişmedi bu parçaya dair. 5/10

4- Grafton Street: Şarkıyı Dido'nun ölen babasına yazdığını biliyoruz. Dinlerken de bu duygu yoğunluğunu hissetmemek mümkün değil. Hani bu parçaya kadar albüm klasik bir dido albümü diye nitelenecek biçimde giderken, bu parça ile bambaşka bir yere doğru gidip Dido'nun üç albümünün en iyisi olacak galiba diye iç geçirtiyor. Zaten Safe Trip home isminden de Dido'nun daha kişisel yaklaşacağını düşünebiliriz. Çok da iyi etmiş.. Daha yerel bir parça ve olukça da başarılı. hele ki orta bölümdeki İrlanda havasını yansıtan müzikler tadından yenmiyor. 10/10

5- It Comes And It Goes: Grafton Street gibi bir şahaneden sonra bana göre albümün en iyisi olan parça geliyor. Hatta biraz daha çıtayı yükselterek Dido'nun en iyi parçası demek istiyorum. Gerek düzenleme gerekse Dido'nun yumuşak sesinin varlığı, bir yükselip bir düşen baş döndürücü temposuyla, sarhoş olunan bir gece mutluluktan kendi etrafında dönmeyi anımsatan şahane bir parça. İsim de bu şarkıya son derece uyumlu olmuş..it comes and it goes..10/10

6- Look no Further: Albüm piyasaya çıkmadan sunulan ilk singledı bu. Ne yalan söyleyeyim biraz beklentileri düşürtmüştü. Albümde de kendinden önce gelen iki parçanın mükemmelliği sonrası sırıtıyor diyebilirim. Dido nun klip çekilmeyen fakat çok sevilen şarkıları vardı geçen albümlerinde. Bu albüme de ilk olarak gün yüzüne çıkarılması yerine orada kalsaymış daha güzel olurmuş sanki. 6/10

7- Us 2 Little Gods: Spoiler vereyim şarkının sonunda üç kişi oluyorlar :) Son derece tatlı melodisi ve hikayesiyle, sıcak bir pazar sabahı şarkısı oluğunu düşünüyorum bu parçanın da. Dido şarkısını söylerken, anlattığı hikayeyi göz önüne getirip canladırmamak mümkün değil. Havasını oldukça başarılı yansıtan bu parça da albümün yüz aklarından bence. 9/10

8- The Day Before The Day: Dido'nun ağır toplarından olacak bir ayrılık şarkısı. Dediğim gibi albüm, tam anlamıyla geceleri kendinizle başbaşayken ya bir iki kadeh şarap ya da güzel bir kahve fincanı ile dinlenmesi gereken bir albüm. Bu parça da o ambiyansa uyan, üzerine bir de can yakan parçalardan. Şöyle eller ceplerde Hugh Grant gömleğiyle sokakta dolaşıp ıslık çalarken akıldan geçebilecek şarkılardan. Ya da dinlerken o görüntü de gözlerde canlanabilecek. Ayrılık sonrası, ilk günlerin zorluguna mükemmel uyumuyla 10/10 diyorum

9- Let's Do The Things We Normally Do: İşte tam bir Dido parçası. Bu parçayı nerede dinlerseniz dinleyin Dido parçası oluğunu bilirsiniz. Parçanın ismi de en sevdiğim felsefelerdne birini barındırsa da hikayenin biraz farklı işlediğini ve ismin ironi içerdiğini görebiliyoruz. yine de Dido'nun alıştığımız müzik ve ses harmonisini başarılı yansıtışıyla sevmemesi imkansız parçalardan biri oluveriyor. 8/10

10- Burnin Love: On bir parçadan oluşan albümde hangi parça fazlalık diye düşündüğümde öne çıkan parça bu oluyor maalesef. "Şu güzel ortamı bozuyorsun" sözünün albümdeki karşılığı bence. Kendisini dinlediğimde keşke albüm on şarkıda kalsaymış diye içimden geçiyor. 3/10

11- Northern Skies: Albümün kapanış parçası ve herhalde böyle güzel bir kapanışa da yakışırdı demek geliyor içimden. Yaklaşık olarak dokuz dakika uzunluğundaki parça albümün hikayesini de anlatıyor aslında. Yaşadıklarından sonra "Safe Trip Home" isteğinin sıcaklığı ve özlemiyle birlikte, sevdiği ve hasret duyuguna dönüşün güzel hislerini görebiliyoruz çok net.. 9/10

Blogger'da Dikkatimi Çekenler

Efenim yaklaşık bir buçuk yıl oldu blog tutmaya başlayalı. Bu süre içerisinde yazdığım 200 yazının yanı sıra takip ettiğim onlarca blogta severek okudugum da yüzlerce yazı oldu. Bu süre içerisinde blogların genel şablonları içerisinde seviğim ve sevmeiğim objeler olarak niteleyebileceğim şeyler oluştu. Malumunuz uzun süreli etkileşim insanda kanılar uyanırmaya yetecek düzeyde oluyor. bu pazar gününü bu mevzuya ayırmak istedim biraz. Yazıların içeriği ile ilgili konuşmanın saçma olacağını düşünüyorum o yüzden genel sayfa tasarımı hakkında, blog dünyasında dikkatimi çekenler...

Bazı imla kuralları: Neredeyse tanıştığım her insanın imla anlamında hassas olduğu bazı konular mevcut. Bazen benim önem veriğim kurallara diğer insan önem vermezken onun dikkat ettiği kurallara da ben çok dikkat etmiyorum. Mesela ben dahi anlamınaki de nin ayrı yazılmasına ve soru eki mi nin ayrı yazılmasına dikkat ediyorum. Yani bu gözüme batıyor direkt olarak. Yazıyı okurken böyle bir hataya rastladığımda, aklım orada kalıyor çok net. Eski ciddiyet ile okuyamıyorum o yazıyı. Farkında olmadan bir önemseme bu sanırım. Ben de bir yılı aşkın zaman geçmesine rağmen dizüstü klavyesine alışamadım bir türlü. Sürekli typolarım oluyor. Eminim ki başka bir blog okuyucusu da buna dikkat ediyordur. Ben de yazdığım yazıyı hiç geriye dönmeden yazıyorum genelde. yazdıktan sonra kontrol ettiğimde bazı yerleri değiştirmek geliyor içimden. Bu sevmediğim bir huyum olduğundan kontrol etmeden yayınla tuşuna basıyorum.

Sayfaya Girince Çalan Müzik: Bu da sinir olduğum bir olay. Yani her türlü müziği severim. Müzikle yaşarım tabiri caizse fakat bir blog sayfasına giriğimde, benim kontrolüm dışında, girer girmez bir şarkı çalmaya başladığında da sinirlerim bozuluyor. O şarkı ben playe basınca çalsın isterim.

NavBar Olmayan Sayfalar: Bazı blog sayfalarında Blogger ın Navigasyon barı olmuyor. Desktop görüntüsünde sürekli sağ tuş+yenile yapan benim gibi bloggerlar için, başka bir blog sayfasındayken o navigasyon barından kontrol paneli linkine tıklayıp, kontrol paneline dönüp bakmak da hastalık haline gelmiştir. Herhalde bloglar arasında en sinir bozucu durum ne diye sorulsa bunu gösterirdim ben. Ayarlardan navBar görünsün seçeneğini açsa keşke tüm bloggerlar. Ha sorun değil o kadar da. Firefox yer imi araç çubuğuma blogger/home linkini koydum ama NavBar olmayan sayfalar da eksi intiba ile başlıyor okunmaya tarafıman.

Live Traffic Feed: İnanılmaz kötü tasarlanmış görünümüyle, sayfalardaki Live Traffic Feed görüntüsü sayfanın görüntüsünü çirkinleştiriyor bence. Bunun için google analytics iyi bir tercih diye düşünüyorum.

Profildeki fotoğraf: Profillerinde kendi fotoğrafını kullanan bloggerları seviyorum.

Düzenli Etiketleme: Bir blog sayfasındaki yazılar düzenli olarak, belli bir mantığa göre etiketlenmişse o blog tadından yenmez hale dönüşüveriyor. Blog sayfalarını gezerken, yeni gördüğüm bir bloga göz gezdirmek için etiketleri kullanıyorum genelde. Etiketlerde kendi arasında düzen oluğunda sayfada gezmek olukça keyifli hale dönüşüyor.

İsim takılan Araçlar: Efenim, izleyicilere "hayranlarım", ya da geçmişe "kafamı neler kurcalamış" gibi isimler takılan blogları seviyorum. Bu isim takma her blogta keyifli olmuyor lakin bazı takip ettiğim bloggerlarda bunu çok iyi yapan yazarlar var. Seviyorum onları. Öte yandan klasik isimlenirmeyi de çok severim. Hemen kanım kaynıyor bloggerın varsayılan isimlerinin kullanılmasına.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar efenim. İyi bir pazar günü dileğiyle.

ekleme: Aklıma bir şey daha geldi. Daha doğrusu aklımaydı yazıya başlarken fakat yazarken unutmuşum:)

Kelime Doğrulatma: yorum kısımlarında kelime doğrulatmalar bazen eziyete dönüşüyor. Spam yorumlara karşı geliştirilmiş evet fakat yorum yapmak istenildiğine kelime doğrulatma ile uğraşmak fena geriyor adamı. Üç defa yanlış yazdığımı biliyorum. Sonunda da eeeh eyterea bea deyip bırakıyorum :)

not: Görüntüleri, severek takip ettiğim iki blogtan, NavBar Görüntüsünü Ranini'nin, Live Traffic Feed Görüntüsünü ise cerenimisss in sayfasından aldım aflarına sığınarak.

Pazar Şarkısı...




not: imeem şarkının içine etmiş. Yarım dakikalık demoya dönüştürmüş tüm şarkıyı. Suradan dinlenebilri tamamı

20 Şubat 2009 Cuma

Beyoğlu Kimin Oğlu?

Bu akşam İstiklal'den eve doğru yürürken kalabalığa ve hareketliliğe gözüm takıldığında aklıma ilk gelen şarkı oldu aşağıdaki şarkı. hayır efenim Aylin Aslım'ın aynı isimli şarkısı değil. Şöyle ellerimi cebime koyup ıslık çalarak yürüyesim geldi kalabalık cadede. Belki de çalmışımdır hatırlamıyorum ne yaptığımı şuan o ara. Neyse efenim aklıma bu klip ve Nilüfer'in cafede otururken giydiği kazağı geldi. Bu şarkıyı herhalde bir tek sevgili S ile ben bu kadar yoğun seviyoruz :) Biliyorsunuz bir kazak fetişisti olarak Nilüfer o halde tüm gün karşımda otursa sıkılmadan izlerdim herhalde. İyi bir haftasonu dileğiyle efenim..

Damn You Fucking Recursive Dreaming!

Bazen kurguladığım dünyaların içerisinde kayboluyorum. Özellikle gece yatarken oluyor bunlar. Aklıma, belki de hiç alakamın olmayacağı bir varsayım geliyor. Normal olan o varsayımı doğru kabul edip, üzerine hayal alemine dalmaktır değil mi? Kahretsin ki bende öyle işlemiyor. Varsayım temellerimi realiteye dayandırmaya çalışıyorum sürekli. Akabinde, en başta yaptığım o varsayımı doğru kabul edip düşünülecek hayal dünyasına daha geçemeden varsayımın doğruluğunun koşullarına ulaşırken bir bakmışım ki uyumuşum.

Bir nevi dogmatik olması gerekir temel varsayımın bu tür durumlarda. Sorgulanamaz nitelikte. O kesin doğrudur, üzerine düşünülecekler opsiyoneldir. Üzerine geçmek gibi bir durumum olamıyor. Sanki ana amacım o varsayımı doğrulamak olarak kalakalmış gibi. Ulaşabileceğim üst sınır, ya da tatmin duygusunun oluşacağı yeter nokta o varsayımın doğru olabileceği bir storyline(ah be öyle strong bir presence ki)ın hatasız tasarlanması oluyor. Bu kötüdür demiyorum fakat hayaldeki gerçeklik ne kadar önemli olabilir ki? Kafam, beynim, düşünce algoritmam bunu kabul etmiyor. Mesela nasıl bir örnek versem. Ha, çok paran var sonra ne yaparsın. Böyle bir varsayım olmuyor genelde fakat çok kullanılan bir hayal etme metodudur zengin olmak o yüzden bu örneği vermek istedim. Burada varsayımımız "çok param var". Şahane süper değil mi, ne yaparım hımm araba alırım, eğitim kurumuna bağışlarım bıdı bıdı. Bu ne lan? "Nasıl çok paran var?" Kafamın bana sorduğu ilk soru. Hiç bir zaman "araba alırım, eğitim kurumuna bağışlarım bıdı bıdı" kısmına geçemediğim için salladım onları. "Nasıl oldu da çok paran var" "Çünkü eşşeğin zikinden dolayı sevgili kafamın içi" diyemiyorum. Zaten buradaki, kafamın içi ile birinci tekil olarak bahsettiğim arasındaki hiyerarşi nedir onu da çözebilmiş değilim. Herhalde en son onayı kafamın içi verecek ki geçmişe doğru dalıyorum. Ama bu bir nevi simbiyoz yaşama giriyor gibi.

Neyse efenim, "Nasıl çok param var" hımmm. Burada en kolay yol "bana piyango çıktı lan hadi ne yapacağımı düşünmek istiyorum artık" demektir herhalde. Ama maalesef ilkokuldan sonra artık bu numaraları yemiyor sevgili kafmaın için. Kafamın içinin, oluşturulacak storylinedan tatmin olduğunun onay mercii neresi olduğu da PHP_SELF şeklinde belirleniyor herhalde. Neyse, "çok param var çünkü şöyle bir işim var". Süper $_GET['is'] diyor kafamın içi.

"Peki bu işin nasıl gidiyor durumlar nedir?"
"Eben sayesinde şahane gidiyor"

Cevap veremeden ileri aşamaya geçmeme imkan yok hayal sisteminde. Şöyle gidiyor, gelirler şöyle giderler şöyle, bana da şu kadar kalıyor.

$_GET['conditions']

"Bu işlerde sistemin bu şekilde işlediğinden emin misin"
"Bilmiyorum bakmam lazım."

Araştırmam lazım, ileriye geçmeme imkan yok. O anki, tam da o andaki koşullarımı tamamen bilmem gerekiyor.

Y=>X (a.k.a ilk varsayım)
T=>Y
Z=>T
M=>Z
N=>M
Q=>N
P=>Q

Fak yu! Ben uyuyorum.

17 Şubat 2009 Salı

Dem..

Kahvaltı tabağı önlerinden kalkarken, tabakları toplayan garsona "dört çay daha alabilir miyiz?" ricasında bulundular. Güzel bir haftasonu öğlen sonrası aynı okulda okuyan iki kadın iki erkekten mütevellit üniversite öğrencisi genelde kadın erkek ilişkilerine yoğunlaşan konuşmalarına dalmak üzere kelimeleri dökmeye başladılar ağızlarından..

Dışarıdan bakıldığında oldukça pire için yorgan yakmak deyimiyle taçlanan benzetmelere sahibelik yapacak olan sadece "tek" bir işi için, kilometrelerce uzaktaki bir şehire seyehat eden, her yolculuğuna olduğu gibi, otobüse adım attığı ilk andan itibaren "keşke bir karışıklık çıksa da bayan yanı mevhumu üzerine tartışsam" diye düşünmüş olan ve mola yerine oldukça yaklaşıldığının belirtisi olan Bolu soğuğunu dışarıda izlemeye dalmış adama, "çay, kahve, meyve suyu ne alırdınız" sorusunu yönelten liseyi bitirip, mecburiyetten uygun görüğü ilk işe balıklama atlayan gencecik çalışanın sözü, kafasını çevirmesini sağladı. "Çay alayım" dedi usulca, gecenin yarısından çok ileri bir zamanda olduklarını hesaba katarak..

Sabahın ayazına bir kış seheri, gün aydınlanmadan işe doğru yola koyulmuş, yünden örülü, bir aile büyüğünün yıllar önce ördüğü belli olan gri kazağıyla ahenginin kusursuz olduğunu düşünüğü bıyıklarının üşüdüklerini düşünerek, avucunun arasına şöyle bir aldıktan sonra o eliyle kapıdan içeri girdi işçi.. Elinde taşıdığı üçüncü sınıf pakete sarılı kıymalı poğaçaları masaya koyup, kabanını sanalyesine asarak oturdu. Çay ocağının sahibi, saçlarına aklar üşmüş emekli adam ile göz göze geldiğinde, işaret parmağına havada iki daire çizirerek isteğini belirtti konuşmadan. İnce belli bardağını ocağın yanına çıkarıp çayını dökmeye başladı çay ocağının sahibi..

Üsküdar'da, takvime göre bahar öğleden sonrası olan fakat deniz kenarı olması sebebiyle rüzgarlı olan havada, bankta oturup birbirinin elini tutmuş kadın ve erkeğin yanından elinde, yaklaşık on ince belli bardağın bulunduğu tepsi ile geçen ve İstanbul'a göç etmesini çoktan sorgulamaya başlamış olan ama artık geriye de dönmeyi aklına getirmeyecek olan şiveli ve yanık tenli genç yaklaşıp sordu; "Çay alır mısınız ağbicim?" Hayır cevabını aldığında hiç aldırış etmeden devam edecekken, yan bankta oturan, elindeki gazetesini okumayı tam da şimdi bitirmiş kırk yaşlarında devlet memuru olduğu her halinden belli olan ve tam da şimdi "çay alır mısınız ağbicim" şeklinde sorulan sorudan toplumun ataerkil yapısına dair çözümlemeleri kafasına doluşan adam "Ben bir tane alayım" dedi çay tepsisiyle geçen gence..

Gün sırası kendine geldiğinde heyecanla tüm haftaki en büyük aktivitesi olan güne hazırlanmak eylemini yapan ve bundan da büyük keyif alan kadın, günü başarıyla bitiriyor olmanın mutluluğunu yaşıyoru şimdi de. Konuklarının tabaklarına baktığında yaptığı tatlı ve tuzluların yanına eklediği kısırın da afiyetle yendiğini gördüğünde, haleti ruhiyesine nüfuz eden gurur hissi o an onun için dünyanın en büyük sermayesinden bile daha değerliydi. Bunu kutlamak istercesine "bir çay daha içer miyiz" dedi konuklarına gülümseyerek..

Bir süredir görmediği dostlarıyla, eşiyle çocuğunun kendisini beklediği evine gitmeden önce, iş çıkışı akşam yemeği yiyip, artık iyiden iyiye kendini hissettiren orta yaş bunalımını biraz olsun üzerinen atabilmek için gençliklerindne konuşmak isteyen adam sohbetin ilerleyişinden oldukça bahtiyardı. Tabaklarındaki köfteleri afiyetle yedikten sonra tam da peçeteyle ağzını bir defa sildikten sonra, lokantada ortalıkta dolaşan, muhtemelen yaz dönemi için ailesinin boş durmasın diyerek eti senin kemiği benim geleneğiyle lokantaya çırak verdiği ortaokullu çocuğa dönerek "koçum bize çay getirir misin" dedi ve peçeteyi yeniden ağızına götürdü..

Oldukça acıkmalarına rağmen kimsenin yemek yapmaya gönüllü olmaması dolayısı ile eşli batak oynamaya başlayıp, kaybedene bu sorumluluğu yüklemek mevzusunda anlaşmış öğrenci evi sakinleri son el için kağıtları dağıtırken her türlü meseleyi konuşmuştu sanki. Dünyadan gelişmeler, kültürel alandaki son faaliyetler, derslerin durumu, karşı cins ile ilişkiler...Bardağını bitirip yeni bir bardak doldurmak için yanlarında duran ve her ne yapmaya üşenilirse üşenilsin asla yapmaya üşenilmeyecek tek şeyi içinde barındıran çaydanlığa doğru uzandı biri..Bunu gören diğeri hemen son yudumunu (ki bardağın üçte ikisi oluyordu bu) içerek bardağını ona doğru uzattı. "Bana da koysana"..

Akşamüzeri her şarkı acı veriyordu tam da şuan. Söylenecek tek bir söz kaldığını ikisi de biliyordu. Kadın artık o son hamleyi yapıp bardağındaki tek yudum çayı da içerek kalktı. "Hoşçakal" hiç bu kadar acı vermemişti bir şey söyleyemeyip, sadece gözlerini bir defa ağır ağır kırparak hoşçakal demek istediğini belli eden adam için. Kadın son sözünün ardından bir daha görüşmeyecekleri süreci resmen başlatmıştı kapıdan çıkıp giderken. Masada bir boş çay bardağı bir de yarı dolu İngiliz fincanı ile kalan adam cebinden sigarasını çıkartıp birini ateşledi..Bilirdi ki ne olursa olsun çay ile en iyi sigara giderdi..İçinde derin bir nefes çekti..Fonda Bir Sana Bir de Bana çalıyordu..Çayını yudumladı. Bitmişti...Kalbimden ismin geçti..Kimseler duymadı..


16 Şubat 2009 Pazartesi

Kısa Kısa.


* Bu haftaiçi bitirmem gereken bir iş nedeniyle kod yazmaktan ambele olan kafamı rahatlatmak için dün gece, sharebus ta dolaşırken önceden severek izlediğim "Nasıl Evde Kaldım" isimli dizinin linklerinin verildiğini gördüm. konuyu açıp biraz okuyunca Trt1'de haftaiçi yeniden yayınlanmaya başladığını öğrenim. Bu duruma oldukça sevindiğimi söylemem gerek. Hemen Trt'nin sitesindne yayın akışını kurcalayıp 14.50 de başladığını öğrenmemin akabinde bugün izledim. Eski bir dostu görmüş gibi hissettiri vesselam. Mahinur Ergun'un en güzel senaryolarından biriydi bence bu dizi. Briget Jones esinlenmeleri taşısa da yerelleştirme konusunda örnek gösterilebilecek düzeydeydi. Şimdilerde de böyle bir diziye ihtiyacı var bence sektörün. Lale Mansur'u yeniden izlemek de oldukça keyifliydi. Eski hayranlıklarımdan Yeşim büber'i görmek de keza öyle..

* Dün gece Beşiktaş-Trabzonspor mücadelesini izledikten sonra aylar sonra takımımın oynadığı oyundan memnun kaldım. Yenemesek bile böyle oynamak taraftar için yeterli bence.

* Lost'un Beşinci sezon beşinci bölümünü abc den canlı izledim. Bu ilk defa canlı lost izleme deneyimimdi. Justin.tv nin sağladığı olanak sayesinde ve oldukça da güzel bir görüntü kalitesiyle Lost'u canlı canlı izlemek heyecanı daha bir arttırıyormuş. herkese tavsiye ederim.

* Çok geç keşfetmiş olsam da, boxoffcemojito sitesi dünyadan box office istatistiklerini haftalık olarak bizlere sunan bir web adresi. Şimdi bu bilgiye böyle kolay ulaşabilmenin getirdiği imkanları düşünükçe eskiden ne zorluklarla bir çok şeyi öğrenmek zorunda kaldığımı da aklıma getirerek internetin olanaklarına şükrediyorum.

* Yakın zaman içinde çay üzerine bir yazı yazmak istiyorum. Dünyadaki en mübarek bitkilerden biri olduğunu düşünüyorum çayın.

15 Şubat 2009 Pazar

12 Şubat 2009 Perşembe

Aradım Aradım Bulamadım

Google Analytics'in en güzel yönlerinden biri de, eğer blogunuza veya web sayfanıza bir arama motoru üzerinden gelindiyse hangi aramalar ile gelindiğini göstermesi. Blog dünyasında bu aramaları yazan bir çok kullanıcı var. Benim de canım çekti. Neticesinde bloguma ulaşılan bir kaç google aramasını yazmak istedim ben de. Buyrunuz;

Orospu İtirafları: fantastik biçimde bloguma ulaşılmasını sağlayan bu aramanın, burada sonuçlanmasının nedeni orospu bir anının itirafları başlıklı yazım olsa gerek. Azımsanmayacak derecede ziyaretçim bu arama ile gelirken bloguma, kafalarında kurdukları fantazileri ertelemek zorunda kaldılar muhtemelen. her birini kucaklıyorum. :)

teletabi üç ayak izle: teletabi aramaları çok geçiyor raporda fakat bununla arayan ve bloguma ulaşan sevgili kullanıcının ne kastettiğini anlayabilmiş değilim. "teletabi izle" tamam da o üç ayak ne oluyor acaba. Üç ayak deyiminin her yöne çekilebilecke anlamları var dilimizde.

acımasız çekip giden zamandan kalan sadece hangi film repliğidir: oyy oyy oyyy. google ile muhabbet eden arayıcı modelinin olum olası hastasıyımdır. Bu arkadaşa hiç bir şey demiyorum.

ateşli video: Vay yavrum vay. Ekran karşısına geçmiş, küçükken emanuelle izleniği gibi kendini hazırlamış ve ateşli videolar için aramaya başlayıp buraya ulaşmış. Hangi yazıma ulaştığını çok merak ediyorum ateşli video sayesinde. Ateşi sönmüşse özür diliyorum kendisinden :)

blair waldorf orospu: Memleketin içler acısı halinin tipik bir yansıması. blair waldorf gibi karakterler direk zikilecek gözle bakılan orospu oluveriyorlar memleketin bakış açısında. Gossip Girl izleyen erkek modellemesinin genel yansımasını yansıtan bu arkadaşa teşekkür ediyor hayallerinde Blair Waldorf ile güzel intercourselar diliyorum.

brezilya nın medeniyet görmemiş insanları: slşfklsfksşafkslşaf. Allah belanızı versin diyecek sandım. Öyle sert bir arama yapmış ki arkadaş. O yer taglı yazılarımdan Brezilya ile ilgili olana ulaşmış muhtemelen.

birini sevdim onun olmayı klibi: böyle bir şarkı mı var bilemedim. Eğer lehçe değilse bu arkadaşın da muhteşem türkçesinin gözlerinden öpüyorum.

charlotte ve faraday arasında aşk olabilir mi: İşte google ile rakı sofrası muhabbeti yapan en sevdiğim arayıcı modellerinen biri. Azılı bir lost izleyicisi. Lost seveni biz de severiz.

deniz seki sahici şarkısında anlatılmak istenen: Ben de anlayamadım sevgili kullanıcı. Ritm güzel, şarkı güzel, sözler sırıtmıyor. Sözler müziğe çok uygun oldugundan nitelikleri ikinci plana kalıveriyor.

dido toparlamış: Evet toparlamış. bu arama ile bloguma ulaşan kullanıcı, görüyorum ki fikirlerini google a onaylatmaya çalışıyorsun. En sevdiğim arayıcı modeli sınıfındasın cansın.

erkek kazakları kaldığımı: ne demek istediğini bir ara bana da anlatırsan bu aramayı yapan kullanıcım, pek fazla memnun edeceksin şahsımı.

film gibi porno: Konulu porno diyoruz ona sevgili arayıcı. Bir daha ararsan direk bu sayfaya ulaş ki uğraşma kavramlar üzerinde.

gossip girl kaç sezon: Bilemiyoruz. İzlerseniz beş sezon sürecek gibi google ile muhabbet eden arayıcı.

ilk orospu: Bu aramayı yapan arkadaşın hayal dünyasına hayran kaldım. Hiç birinizin aklına geldi mi ilk orospu kavramı. Benim hiç gelmemişti bu aramayı görene kadar. Aradığını blogumda bulamadığın için çok üzüldüm fikr-i alemi geniş arayıcım ve okuyucum.

istanbul arkadaşlıktan çıkış: Şahane bir arama örneği bence. O yüzden aldım. Hem ne aradığı anlaşılamayacak kadar şifreli kelimeler seçilmiş hem de aradığını tam olarak bulmasını sağlaycak keywordler. Bravo sevgili arayıcım.

kate richmond porno filmini izle: Kate Richmond kim lan. Ve buradan bir çift söz de google a. Hangi şahane algortima ile bu kullanıcıyı bloguma ulaştırdın iki gözüm? yoksa ben de arama bölümüne yazıp seninle muhabbet mi edeyim.

kavgaya gideceğim dinlediğim şarkı: Gaz alma meraklısı arkadaş. Birazdan kahvedne adam toplayacak ve akabinde hep birlikte o şarkıyı dinleyip önlerine gelene kafa göz dalacaklar.

mabet nedir? kısaca: Google bak tamam cevap ver ama akademik yayınlar gibi olmasın rica edeceğim. Kısaca.

nurhan ör düğün hereke: He canım. Düğün görüntüleri blogumda. Ben de nurhan ör'ün eşiyim zaten. Hangi yazıma ulaştığını çok merak ediyorum. Google sana da hiç bir şey demiyorum canım.

porno izle keyifle: arkadaş blogum çok mu pornografik anlamadım ki ben. Keyifle porno izlemenin şartlarını googledan arayan bu kullanıcıya da sevgilerimi gönderiyorum. Keyifli saatler diliyorum.

sevişmek istiyorum: Tamam canım. bloguma geldiysen kesin sevişirsin. Düz duvara tırmanmamak kaydıyla tabi.

rüyada orospu göemek nedir: yazım hatası yok. O kadar korkmuş ve heyecanlanmış ki, aramayı bile yanlış yazmış. Nasıl gördüğünün önemi var bence sevgili arayıcım.

reyhan karaca seçtiğimiz filmleri birer birer: sevgili arayıcım; o şarkıyı Reyhan Karaca değil İzel kızımız söylüyor. İsmi de ışıklı yol. Hadi sana bir kıyak geçiyorum. Sevgiler.

Saç Kazıt: Tamam!

telebatia köprüsü filmi hakkında bilgi: Offf offf offf. Sana ne desem bilemedim. böyle bir karmaşa çok nadir görülür hayatta. Sevgili okuyucum olur da bir daha sayfama uğrarsan o filmin adının "Terabithia Köprüsü" olduğunu belirteyim. Yapma böyle şeyler.

teletabi izlemeleri: Bu arayıcıma bir yerli malı haftası şiiri ile seslenmek istiyorum(inspired by ssg);
Ne de güzeldir teletabi izlemeleri
Efil efil yurdumda harcandı milletim neleri neleri
Cennet vatanımda sevgiyle dolu anlardanır
Bir hevesle yapılan teletabi izlemeleri

teletabi nasıl yapılır: Tarifi veriyorum sevgili arayıcı. Önce marketten iki kilo un ve bir paket bulgur pilavı alıp soğanları pembeleşene kadar kızartıyorsunuz. Sonra daha önce dilimlediğiniz domatesleri karışıma ilave ederek afiyetle yiyorsunuz.

teletabi oyunları hem içerden hem dışardan: Sağlı sollu ataklar bunlar sevgili arayıcım. hem penaltı hem gol. Seni İlker Yasin'e yönlendiriyorum.

teletabilerin güneşin açtığında kalması: Ne demek istemediğini anlamasam da sen gittin ve ben kaldım hala o güneşin açtığı vakitte sevgili arayıcım.

the better sex guide to the kama sutra: Aynı isimli bir porno film var. Oradan detaylı bilgileri edinebilirsin sevgili arayıcım :) Bu arama ile nasıl benim bloguma ulaştığını google bana anlatsın rica edicem.

vega nasıl geçilir street fighter: ulan Vega en kolay bölümlerden biridir. Allah seni kahretmesin. git oynama bir daha bu oyunu.

yeşil çam poro filmler: Arkadaş sol elin klavyede değil herhalde. Bu nasıl bir aramadır çocuğum. Az oksijen de beynine gönder, öyle ara rica edicem.

özel orospu +18 itiraflar: Özel orospu ne ki?

ısırarak sevişme: Ulan bunları görünce bloguma bakıp adult forum tadı alıcam yemin ediyorum. Sevgili arayıcım morarmalara dikkat etmen gerekir. Özellikle boyun kısmı morluklarını gizlemek özel çaba ister. Ha bana kalsa hiç saklama ama toplumda "sevişmiş lan bu" "vay şerefsiz" gibi tepkiler oluşabiliyor. Dikkat

Evet şimilik bu kadar efenim. Belki daha sonra güncel aramalar ile devam edebilirim. Şu aramaları gördükten sonra, porno tadında olan blogumda keyifli vakitler diliyorum.

11 Şubat 2009 Çarşamba

İnternet ve Müzik

Özellikle geceleri yatarken bir çok proje aklıma gelmiştir. Bunlardan çoğu, alakasız ve olmayacak şeyler genelde fakat üzerine çalıştığım işlere dair de tıkandığım konuları yatağa uzandığımda aldığım düşünce vakitlerine çözmüşlüğüm vardır. Türkün aklı ya sıçarken ya kaçarken gelir minvalli söz vardır fakat ikisinde de kafama a.k. partisi ampülü gibi ampüllerin çaktığı çözümler yer etmiyor genelde. Tamam kaçarken veya iyice köşeye sıkışıldığı vakit fantastik çözümler üretilebiliyor.

Neyse efenim, tipik bir hesaplayan adam oluğumdan dolayı, bir sistem üzerine matematiksel çözümler üretip her hesabı bir yere kondurmayı seviyorum. Bunlar zaman zaman bir firmanın gelir gider dengelerinin nasıl daha üzenli olabileceği üzerine oluyor ya da bazen daha önce yazığım bölgelsel kültür merkezi mevzusundaki gibi zaman temelli matematiksel kondurmalardan oluşuyor.

Müzik ve korsan konusu da zaman zaman kafamı kurcalayan etmenleren biri. Geçenlerde, Müzik ile alakalı bir birliğin başkanı olan Orhan Gencebay bir programda, ülkede yıllık tüketilmesi gereken albüm ve müzik ürününün 200 milyon seviyesinde olduğunu duyurmuştu. Birim tam aklımda kalmamış o yüzden yalan söylemiş olmayayım. Fakat ya 200 milyon tl, ya da 200 milyon albüm satışı demek istemişti kısaca. Bu ülkede tüketilmesi gereken ve bu pazarı ayakta tutacak olan alışveriş ve tüketim ihtiyacı. fakat korsan durumlar nedeniyle bunun sadece %3 ü kadar albüm satılıyor demişti. Yani tüketilmesine tüketiliyor yine 200 milyon tl değerinde ürün fakat cd almak yoluyla değil.

Müzik, internet konusuna sonunda yeni açılımlar getirmeye başladı. Korsan konulu tartışmalarda yıllardan beri söylediğim şey "müzik üretenlerin ve yapımcıların interneti görmezden gelemeyeceği" yönündeydi. Yani Cd alma dönemi de bir tür teknolojik revizyona uğradı. Bunu artık kimsenin kaset almaması ya da ne bileyim plak almaması olarka genele yayabiliriz. Sadece nostaljik olarak bir şey hissedenlere hitap etme aşamasında bu araçlar. Ve yanlış anlaşılmasın, bunu çok asilce buluyorum. Fakat siz, yeni ürünü tümüyle görmezden gelip eski şekilde devam etmeye ısrar ederseniz o kolaylığı yakalamış olanlar arasından elbette ürün alanları kaybedeceksinizdir. Müzik piyasası, interneti dışlamak yerine ona adapte olmaya kendini vermeli diye uzun yıllar, internet üzerinden mp3 indirme konulu tartışmalarda görüş bildirdim. bu "sen korsanı destekliyorsun" diye algılandı bazı kimseler tarafından. Aksine korsanı destekleyenler (en azından internet üzerinden mp3 indirmeyle oluşan durumu) internete adapte olmayı tercih etmeyip eski kafayla devam etmek isteyenlerdir bence.

Nasıl ki Cd çıktığında kasetten daha kaliteliyse ve "kasetin sarması" gibi sorunları tarihe gömdüyse ve kolaylık sağladıysa internetin de bir üst seviye kolaylık sağladığı inkar edilemez. Şimdi siz insanlara kolay yoldan ulaşmak yerine illa bazı şeylere zorlarsanız(kalkıp cd almak gibi) insanlar zaten ellerinin altında bulunan ve daha kolay olan yolu tercih edeceklerdir. İşte tam da bu noktada, müzik birlikleri de buna adapte olmalı ki internetten indirilen mp3 ten yaşanılan kaybı telafi edebilsinler. Adapte olamazsa mecburen acı çekecektir müzik piyasası.

Ttnet müzik yenilenmiş. Powerclub ile birlikte bu yolda atılmış en önemli adımdır Ttnetmüzik servisi. Daha da ileriye gidilerek kaybın minimuma inebileceği bir sistem geliştirilebilir. Öncelikle Kültür Bakanlığı'nın da bu yolda istekli oluğunu belirtmekte fayda var. İstenilen şey öncelikle müzik birliklerini tek çatı altında toplamak. Bence de faydalı bir yaklaşım bu. Elbette ki herkesin ayrı örgütlenmelere girebilmesi doğaldır ve zaten de hakkıdır. Fakat bu örgütlenmelerin de bağlı olduğu bir üst yapı oluşturulmalı. bu müzik ile birlikte sinema ve oyunculuk için de geçerli olan bir çalışma halini aldı. Oyuncular da kendi birliklerini bir çatıya bağlı hale getirmeye çalışıyorlar. Elbette ki kültür bakanlığının destek ve katkısıyla. Şöyle diyeyim, geçenlerde konuyla ilgili tartışılırken bir otel müdürü şöyle bir şey demişti az çok. "Biz bir şarkının telifini alıyoruz ve onu çalabiliyoruz. Fakat ödemeyi almak için üç ayrı kurum geliyor. bize ödeme yapacaksın, hayır bize yapacaksın, hayır bize diyerek. Ben ödeme yapacağım ama hangisine?" İşte bu tam olarak durumu özetleyen bir anlatım aslında. Tek çatının gerekliliğini ortaya koyan.

Öncelikli iş olarak tüm müziklerin teliflerini almak için tek çatılı bir örgütlenmenin gerekliliğini söyledik. Peki sonra, Ttnet müzik üye olması gerçekten eziyete dönüşen bir yapıda. yok bilmem ne numarasından, adsl abone numarasına kadar on aşamalı bilgiler verilmesi gerekli oluyor. Bu tür internetten müzik indirebilme konusunda da çatı örgütün kendi web uygulaması gerekli olacaktır. Yeni, eski ve o örgüte bağlı tüm sanatçıların şarkılarının indirilebileceği. Bu indirme TTnette olduğu gibi bedava da olabilir fakat ben bu indirmenin ücretli yapılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. İnternetten yapılan alışverişlerde Kredi Kartı bilgileri verilirken her zaman bir endişe duyulur. Ve bu son derece de normal ve olması gereken bir psikolojidir bence. hele ki kriz nedeniyle kredi kartı borçlarını ödemekte zorlananların sayısı artmışken. Ödeme konusunda da yeni açılımlar geliştirilmeli. İşte tam da bu noktada farklı ödeme seçenekleri devreye giriyor.

Gsm operatörleri bu konudaki en uygun ödeme yöntemi olarak devreye giriyor. Türkiye'de yaklaşık 60.000.000 milyon cep telefonu kullanıcısı ve GSM operatörü abonesi var. Nüfusun %80 i diyelim. İşte bu çatı kuruluşun internet sitesine üye olan kullanıcılar üyeliklerini cep telefonları sayesinde tamamlayabilecekler. Üyelik formu sonrası cep telefonlarına bir tür şifrenin olduğu Sms gelecek ve o smsteki gönderilen şifre girildiğinde üyelik tamamlanmış olacak. Sonrası ise mp3 indirme başına faturasız hatlar için kontör düşme, faturalı hatlar içinse ücretlendirme yapılmak suretiyle cereyan edecek. Kredi kartı bilgilerinin ve amaç dışı para çekilme paranoyasının önüne geçilmesinin yanısıra opsiyonel olarak inirilebilecek her şarkı için şifre gönderme isteği ya da 10 şarkıda bir şifre gönderip indiren kullanıcının o cep telefonu kullanıcısı olup olmadığını onaylama işlemi gerçekleşebilir. İndirmeyi, hem ücretli hem de olabildiğince basit yola getirdiğimizi düşünüyorum.

Peki bu ücretlendirme içinde kim ne kadar pay alacak. Burası kurumların anlaşmasıyla belirlenebilecek bir durum fakat ben kafamdan şöyle bir oranlama çıkardım;
Şarkıyı söylene kişi (şarkıcı, Sanatçı): %25
Yapım Şirketi: %30
Söz yazarı: %5
Müziği yapan kişi: %5
Bu hizmeti sağlayan teknoloji kurumu:%10
GSM operatörü: %7
Vergi:%18

Neden söz yazarı ve müzik yapan kişi bu kadar düşük denirse, zaten o ürünler söz yazarından belirli bir ücret karşılığı satın alınıyor ve müzik yapan da ücretini alıyor. Bu yüzden mevzubahis şarkıyı yapanların ücretlendirmedeki oranı düşük olacaktır. Bir mp3 bedeli olarak 1 TL'nı gayet uygun bir fiyat olarak belirledim. Faturasız hatlarda bunun karşılığı 6 kontöre denk geliyor. İki kontörü de GSM operatörünün hizmeti maksadıyla verdiğimizi düşünürsek bir şarkı için 8 kontör verilerek o şarkı çatı kuruluşun internet yapılanmasından gayet rahat biçimde indirilebilir oluyor.

Ne kadar yoğun kullanılır bilemem Türkiye'de 8-10 milyon arası internet kulanıcısı oluğunu varsayıyorum. Bu oranın %10 luk bir kesmi bile haftada en az bir şarkı indirebilecek kadar kontör harcayabilecek düzeyde kullanıcılar veya faturalarına 1 ytl ek ücret kondurabilecek düzeyde. Bu nedenle haftada 850.000 civarı şarkı indirilebileceğini düşünüyorum. Kolaya kolayla karşılık verebilmek derken kastettiğim bu. Bu sayede şaçmasapan forumlarda rar şifreleriyle boğuşan kullanıcılar kendilerini ondan da kolay olabilecek böyle bir yönteme hem de yasal olmasının getirdiği vicdani yükün de etkisiyle yönlendireceklerdir. Kullanım yaygınlaştıkça pazar da büyüyecektir mutlaka. Burada bir şarkının indirilme sayısını ölçebilmek için youtube videolarındaki izlenme sayılarını baz alıyorum. Örneğin bu yazın hiti olan Serar Ortaç'ın Şeytan şarkısını göz önüne alalım. youtube da 3 milyona yaklaşan bir izlenme oranı var. Bu durumda böyle bir sistemden indirilme sayısı da 1 milyonu bulacaktır diye tahmin yürütüyorum. Tabi ki görüşlerim sadece tahminde kalıyor çünkü böyle bir sistemin ne getirip götürüğünü ölçebileceğimiz bir örnek yok. 1 milyon indirilmede toplam pazar, o şarkı için 1 milyon tl olackatır. bunun 250.000 tlsi bizzat şarkıcıya(örneğimizde Serar Ortaç oluyor) 300.000 TL'sı yapım şirketine, 100.000 TL'sı bu hizmeti sağlayan kuruluşa 50.000TL'sı şarkının söz yazarına, 50.000TL'sı müziğini yapan kişiye, 70.000 TL'sı GSM operatörüne, 180.000 TL'sı da devletin kasasına gidecektir. Sadece bir popüler şarkının getirisi bu sayılar.

Peki internet hızları yükseldi, artık insanlar tek şarkı yerine albümün tamamını indirmek istiyorlar. Buna nasıl bir çözüm yolu izleriz. Elbette ki albümü toptan indirmeye olanak sağlayarak. Elbette ki ücretlendirmeyi de o oranda yükselterek. Tabi ki 10 şarkının olduğu bir albüme 10 tl fiyat biçemeyiz. Çünkü o zaman tek tek indirmekten bir farkı olmaz ücret olarak. Biraz daha düşürülmeli ki toplu indirip bir defada daha fazla para verilmesi sağlansın ve indiren kişi de bir miktar kazançlı çıksın. Benim bu konudaki tahmini fiyatım 8 tl. Faturasız hatlar için 45 kontör civarı bir ücrete tekabül ediyor. İndirilme orantıları nasıl oluşur şimdiden öngörmek zor elbette fakat merak da etmiyor değilim.

Burada değinmek istediğim nokta şuydu aslında. Kolaya kolay ile karşılık verilmeli, onu engelleyerek değil. zaten insanlar daha kolay yolunu siz bulmuşsanız size doğru meyledeceklerdir. Bu tarih boyu böyle işlemiştir. İnternete adapte olmaya çalışan müzik piyasası daha emekleme döneminde sayılır fakat ben ilerisi için bu konuda umut görüyorum oldukça. Herkese iyi günler diliyorum.

Garip Bir Yazı

Merhaba sevgili okuyucu. Bir kaç gündür çeşitli internet problemleriyle uğraştığımdan durgun kalakaldım öyle. Bu süre içerisinde iş ile alakalı çeşitli yerlere koşturmak durumunda kaldım. Bir de, yeni gelen bir internet sitesi yapımı işi ile ilgilenmeye başladım.

Neyse efenim her yazımda belirttiğim gibi berbat giriş paragraflarının ardından asıl konuya dönmek isterim. Aslında internet bağlantım ile ilgili sorunlar yaşamadan önce yazmak istediğim bir kaç mevzu vardı. Fakat bu ilk yazıda hangisi yazacagımı bilemedim. biraz da uykum var doğrusu. Canım yine çeşitli yemekler çekmekte. Kilo olarak zayıf kategorisinde olsam da yemek konusu kesinlikle hafife almadığım konulardan biridir. Yemek yemeyi severim. elbette sevdiğim yemekleri. Mesela iyi yapılmış bir tavuklu pilav candır! şimdi bir defa pilav iyi hazırlanmış olacak, ondan da ötesi tavuğun parçaları eller ile ufak parçalara ayrılıp konulacak. Şimdi o işleme ne isim verildiği aklıma gelmedi. İğdiş mi diğdiş mi öyle bir şeydi galiba. Bir süre önce, canım yüksek dozda tavuklu pilav çekerken ve içimdeki arzular taşkınlaşmışken, bu mereti yapan yerlerden birine gittim. Maalesef çoğu fabrikasyon takılıyor. Evet çoğunun lezzeti oldukça güzel fakat, canımın tavuklu pilav çektiği zaman diliminde yakın bir arkadaşımın "gel ben sana yapayım" demesi sonrası elle hazırlanarak yapılmış tavuklu pilavın bu tür lokantalara oldukça fark attığı kanaatine vardım. Yanına bir de pilavın üzerine konulabilecek nohut yapılırsa amanın tadından yenmez o.

Yemeyi en çok sevdiğim ürünlerden biri de köfte. Şimdi bana göre dünyanın en iyi köftesini yapan yer Edirne'deki park köftecisi osman abidir. Çok fazla köfte yerim ama onun gibisini memleketin başka hiç bir yerinde yiyemedim. Zaten Edirne'ye gittiğim vakitler öncelikle uğradığım iki yerden biri bu mekan.

Diğeri ise elbette ki Tava Ciğer. Amanın amanın amanın!! Edirne dışında tava ciğer yapan yer bulmak başlı başına bir problemken yapan yerlerde de o ciğerin gerçek Tava Ciğer ile alakası yok. Bir çok arkadaşıma Edirne'de zorla yedirtmişliğim vardır bu lezzet alametifarikasını. Mekana zorla sokmadna önce "ben ciğer yemem" diyen arkadaşlarımın %83 ü (küsüratlı rakam vereyim ki.....) sonudna parmaklarını yiyerek ayrıldılar mekandan. Bilinen ciğerden çok farklı bir lezzeti var. O yüzden "normalde ciğer yemem" diyen insanlar Tava Ciğerin bilinen ciğerden farkını gördükçe saldırıyorlar. Ben de saldırırım :)

Elbette Whopper denen nane. Canımın sıkça çektiği yiyeceklerden. Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisini Whopper için hazırlamış sanki. İlk, hadi en kötü ikinci basamakta bu meret o piramitte. her kim ki "ben Whopper yemeden kendimi gerçekleştirme katına geldim" derse Maslow çıkar o kişinin yüzüne tükürür. Açık konuşuyorum.

Şimd ben ne yazdım yahu. amaçsız bir yazıydı bu biraz. Bir süredir yazmayınca fena halde yazasım geldi sadece. Belirli bir konu etrafında dolaşmayacaktım ama karnım acıkmış arkadaş. Saat 1.30. Yemek ve özellikle tavuklu pilav üzerine bir yazı yazmayı düşünüyordum. Btw, son günlerde izlerken en eğlendiğim programlardan biri Vedat Milör ile tadı damağımda. Tavsiye ederim. Özendim. Herkese iyi geceler.

5 Şubat 2009 Perşembe

Mim Durumları

Sevgili Karamel beni mimlemiş. Hemen kendisinin mimini dolduralım aşağıdaki üç soruya cevap yazmak suretiylen;

1-)Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... AKlınızdan neler geçiyor?

Cevap: Cmylmz gösterisi aklıma gelir herhalde. İlk aklıma gelen "ne kadar yüksek lan acaba" minvalinde bir soru olackatır. "Ulan buraya ne kadar beton gitmiştir" der gibi.

2-) Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?

Cevap: Anlamlı kelimeler olacağını sanmıyorum. Tam çığlık da değil. İlk atladığımda sesim çıkmaz muhtemelen, ama kalbimin çarpıntısından gelir bu sessizlik heyecan nedeniyle. Bir kaç saniye içinde ortama alışıp diğer atlayanların bağırdığını görünce ben de anlamsız biçimde bağırırdım sanırım.

3-) Güvenli bir biçimde yere indiniz.Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor.Eğitmen ne söylüyor?

Cevap: Muhtemelen nasıl bir deneyim olduğunu soruyordur. İlk deneyimlerini yaşayanların bu heyecanlarını dinlemek onda garip mutluluk ve heyecan yaratıyor sanki.:)

Ben de sevgili renklikalemi ve içimden geldiği gibi yi mimliyorum yazmak isterlerse eğer..

4 Şubat 2009 Çarşamba

Ne Malum Dünya Gözüyle..

That was a long time ago..Neden böyle bir cümle kullandım hiç bir fikrim yok. Sadece aklıma geldi öylesine. Gözümün önünde bir görüntü var. Marmara denizinin körfezinde, İzmit'in Marinasının yanında sahilde yürüyen insanların olduğu bir akşam. Akşam, dokuzu biraz geçiyor saat. Nisan ayı olmalı. hafif bir bahar serinliği ile bir metre yanındaki seyyar çekirdekçinin gözucuyla baksa görebileceği bir banka oturmuş adam. Arkasındaki marina cafeden yaz akşamları sahillerde, Erikli'deki kamp alanının yanında toplanmış bir kaç gencin gitar çalarak söylediği klasik parçaların sesleri yankılanıyor berrak sesli solistten.

Bir kaç zaman olmuş herhalde. Sigarasını çıkarıyor cebinden. Ufaktan tellendirecek belki de. Yine de bakışını önündeki denizin yakomozuna kaptırmış dururken görece "keyifli" imasında gösterilebilecek "tellendirme" eylemine uymayacak gibi duruyor içişi.. "Pişman değilim ama çöktüm kederden" der gibi..

Ne kadar geçecek diye düşünüyor. Bir şey vardı. O hissettiği sabah neydi..Masal gibiydi. hissettiği sabah değildi. Sabah bir şeyler hissetmişti. "that was a long time ago" diye geçirdi içinden.

Şimdi sadece yemekten sonra sigara içmek zorunda olduğu için içiyordu sigarası. Sadece tiryaki olduğu için. Tellendiremiyordu. Atp üretebilmek için gerekli enerjiyi bulma zorunluluğundan yemek yiyordu zaten. Peki bir daha aynı hevesle kahvaltı hazırlayıp saatlerce sürdürebilecek miydi keyifli haliyle sabahlarını? Hiç de umrunda değildi. Bunun için özel bir çaba sarfetmek gereksizdi. Yorgunluk değildi bu aslında. Bir daha aynı hevesi duyup duymayacağını bilmiyordu sadece. Duymayacağını varsayılan olarak seçmişti. Marina cafeden berrak sesli hanımefendi "bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm" diyordu arkasından.

Bir süre sonra "Bu şehir"e gelecekti ama o gitmiş olacaktı. Görmek istediğinden değil aslında. Sadece..yarım hissediyordu. Yıllar sonra görüp bir şeyler konuşacaklarını düşünüyordu. Konuşacakları şey tamamıyla havadan sudan olacak, sadece son beş dakikaya eski defterler sokulacaktı. Belki de bir akşam karşılaşıp oturacaklar ve sallanan sandalyelerinde Bruce Springsteen'den bir şarkı dinleyerek kahvelerini yudumlayacaklardı ahşap kokulu evde. "Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm" diye geçirdi içinden, dökmediği külü uzamış sigarasının son nefesini çekerken içine..

İz Bırakan Diziler(Yabancı)

Aslında başka bir yazı yazacaktım fakat yazacağım konuya dair kafamda tasaraladığım sistemi tam toparlayamadığım için yazının yarısında vazgeçip öteledim. Muhtemelen yarına veya cuma ya. Bilemedim. İki gün önce yaptığım iz bırakan diziler derlemesinin yabancı diziler için olan versiyonunu yazmak istedim şimdi de. ilk on için çok zorlu bir seçim süreci oldu benim açımdan. Dışarıda bırakmak zorunda kaldığım bazı dizilere üzüldüm ama yapacak bir şey yok. Ağırlıklı olarak ilk aklıma gelenleri aldım yine listeye. Ama bu kez ilk aklıma gelenlerden bir kaçını eleyip sonradan aklıma gelen üç diziyi listeye aldım. Dedim ya zorlu bir seçim süreciydi. İlk onu seçip, sıralamakta da oldukça zorlandım. İlk üç daha en başta belliydi fakat sonraki yerler için sıralamada zorlandım. Neyse efenim buyrun;

10- MacGyver
Eldeki kıt imkanlarla ürettiği akılalmaz çözümlerle MacGyver on numaradan da olsa listeye girmeyi başarıyor. Her bölümünü merakla beklediğim bir diziydi yayınlanırken. Sonra da mahalleye çıkıp abuk subuk şeyler denerdik arkadaşlarla. Her türlü alet ve edavatan bomba, çeşitli silahlar üretebilir bu arkadaş. Pratik zekasının çoğu zaman oha dedirttiği yerler olmuştur elbette. Aklımda karıncaların istilası şeklinde cereyan eden bir bölümü var. Tabi o zamanlar bir de o filmler modaydı. Arıların, karıncaların istilaları, dobermanlar çetesi gibi. Ben de köydeyken artık haftasonları meraya gitmeye korkar olmuştum. alacağım olsun amerikan sinema ve dizi endüstrisi. doğal hayattan soğuttunuz lan. Neymiş efenim dev karıncalar(ulan dev karınca ne bir kere bu ne fantastikliktir) gelecek hepinizi zikecek. Neyse efenim konudan sapmayayım. Bu maccyver o bölümde petrol fıçılarını kullanarak istilayı önlemişti. Hep aklımda o sahne gelir bu diziyi düşününce.


9- Dharma And Greg
Bu dizi benim için büyük boşluklardan birini doldurmuştu. Ama zamanla boşluk doldurmasından çok kendine özgü kalitesiyle öne çıkıp hayranlık yarattı. Önceden, çok önceden Cnbc-e'de perşembe geceleri, The Naked truth(O da listede elbette) en severek izlediğim diziydi. O bitince ne izleyeceğim şimdi diye düşünürken aynı saate bu can dizi geldi. Türkiye'de yapılan Aslı ile kerem versiyonu da yerli diziler listesine girmeyi başarmıştı. uçarı bakış açısıyla Dharma ve ailesi, zengin ve kapital Greg ve ailesinin çatışmlarını izlemek bile yeterliydi. Dharma ve Greg ilk bölümde bir gecelik birliktelik sonrası evlenmeye karar verirler..olaylar gelişir..Gecen sene ilk iki sezonunu internetten bulmuştum ben de. çok sevinmiştim bulunca. Eski bir dostu görmüş gibi..


8- Relic Hunter
Efenim, Tia Carrere isimli güzel hatunumuzu başrolde izlediğimiz Gizem Avcısı sıralamada kendine sekiz numarada yer buluyor. Tarihi kendimi bildim bileli pek severim. Yani öyle savaşlarla ilgili öğretilen tarihten ziyade olan tarihi..Popüler Tarih dergisinin de uzun yıllar abonesiydim. İşte bu dizi, her nek adar mistizme kaysa da tarihi vakaları incelediğinden ve akıcı yazılmış senaryosundan olsa gerek kaçırmadan izlediğim bir diziydi vakti zamanında. Tamam inkar etmiyorum Tia Carrere'nın güzelliği ve oynadığı sydney karakterine hayranlığım da etkiliydi bunda. Sonradan kendisini MY Teacher's Wife da izleyince de öğretmenlere ilgi duymaya başlamıştım falan lisede. Her öğretmen onun kadar güzel olamıyor tabi.:) Öhöm neyse efenim Relic hunter sekiz numarada.


7- Coupling
Kadın-erkek ilişkilerine ve kadın-erkek ilişkilerindeki cinsellik faktörüne dair yapılmış en eğlenceli dizilerden biri olan ingiliz dizisi Coupling elbette listede. İlk iki sezonundaki her bölümü efsane olan ve Jeff karakteriyle yerlere yatıran tespitleri barındıran dizi, sadece Jeff aracılığıyla değil diğer karakterler aracılığıyla da kadın-erkek ilişkileri üzerine muhteşem ve bir çok kişinin söylemekten çekindiği tespitler yaparak bir çığır açmıştır. Steve'in dellendiği iki sahne vardır. Bunlardan biri porno film izleme nedenlerine dairdir, diğeri de yastıklara dair ki efsaneleşmiştir oradaki Steve tiradları. İşte o iki tiradtan biri olan Steve'in izlediği videonun br porno olmadığını kanıtlamaya çalışıp sonunda kopmasını koymak istedim buraya da.


6- İlk Öpücük
Fransa'nın listeye sokabildiği tek yapım. İzlediğimde oldukça küçük olmama rağmen halen hatırımda olan bu gençlik dizisi de iz bırakan dizilerdne birisi olarka kendine yer buluyor. dizinin yarısının öpüşmekle ve sevişmekle geçmesinin akabinde doğru düzgün bir konu ve senaryo işleyişi bile olmamasına rağmen nasıl her gün izlediğimi anlamakta zorlanıyorum şimdi. Yine de herşeye rağmen, ilk aklıam geenlerden olduğu için listede olmayı hakediyor. Konusundan ve kalitesinden ziyade, hatırlattığı eski günler anısına da ortalarda bir yerde..


5-) The IT Crowd
İçerisinde yoğun dozda Britcom öğeleri de barındıran Bilgisayar teknolojileri üzerine yapılmış en eğlenceli yapım olan ingiliz dizisi The IT Crowd listede beş numarada. Ocak ayı içerisinde üçüncü sezonunu yayınlanıp sona eren dizinin yeni sezonu için bir yıl bekleyeceğiz fakat üçüncü sezon bir yıl beklemeye kesinlikle değmişti..Eğer biraz Bilgisayar ile alakalı konulardan anlıyorsanız yerlere yatmamanız mümkün değil izlerken. Tabi bunun yanısıra, Douglas, richmond gibi karakterler ile girilen geyikler, yeni yardım numarası ve özellikle korsan film indirmeyin reklamına yaptıkları gönderme koparmıştı. Büyük bir firmanın bilgi işlem bölümünde çalışan Roy ve Moss'un yanına sadece Cv'sinde bilmediği halde ekstra olsun diye bilgisayarlardan anladığı yazdığı için atanan müdür Jen'in maceraları izlemeye doyulmuyor..


4- The Naked Truth
Sit-com ile gerçek anlamda tanışmamı ve sevmemi ayrıca Tea Leoni'ye hayran olmamı da sağlayan 1995 çıkışlı bu sit-com Cnbc ile de gerçek anlamda tanışmama vesile olmuştur. Gerçekten oldukça başarılı bir mizah yaklaşımı vardı dizinin. Perşembe günleri hep nedense televizyonda ilgi ile izlediğim dizilere gün sahipliği yaptı. Naked truth, Dharma and Greg, It's A Man's World, How I Met Your Mother, Kurtlar Vadisi, Yalancı Yarim. Hep ilgiyle izlediğim dönemler perşembe günleri yayınlanıyorlardı televizyonda. İşte o perşembe büyüsünün başlangıcı da bu başarılı komedidir.


3- Manuela
Evet efenim geldik ilk üçe. birinci belli ikinci kim sözü gibi ilk üç daha en baştan belliydi listeyi yaparken benim için. Üç numarada İtalya'dan Manuela var. Trt'nin pembe dizi fırtınasının parçalarından biriydi Manuela da. Önce 17.15'te trt 1 de hayat ağacı, sonra 18.10 da trt 2 de yalan rüzgarı, ardından da 19.15 te trt 3 te manuela izlenirdi. Küçüktüm tabi annemler izlerdi ben de izlerdim doğal olarak. Melek Manuela ile kötü kalpli ikizi Isabel ve şeytan kaynana bernarda'nın yanında Fernando arasındaki ilişkiler her bölüm heyecan fırtınası yaratır. Evde anne ve komşular arasında uzun uzun bölüm değerlendirmeleri yaptırtırdı. Sonradan Atv'de de çıktı sanırım. Ama biz onu ilk defa Trt 3 te tanıdık. buyrunuz unutulmaz jeneriği ve şarkısı için. eminim o dönemlerde yaamış olanlar hatırlayacaktır bu açılış ve şarkıyı.


2- Lost
Daha yayınlanırken fenomen olmayı başaran çok az dizi vardır. İşte Lost da onlardan biri. Açıkçası bundan yıllar sonra, o zamanlar çok küçük olduğumdan hatırlayamadığım annemlerin Dallas izleme maceraları gibi çocuklara ve torunlara anlatabilecek olmaktan çok mutluyum. Günü gününe takip edebiliyor olmaktan. Uzuun uzun yıllar sonra "yaa evladım bu dizi yayınlanırken deli gibi izlenirdi. Şöyle olurdu böyle yapılırdı" denecek ileride yaşayan efsane Lost için. Şimdi bilmeyene Lost'un konusunu anlatabilmek pek mümkün olmadığı, hikaye fena halde çeşitli olduğu için konudan bahsetmeyeceğim. Zaten bir çok okuyucu da izliyordur kendisini. Seviyoruz Lost'u.


1- How I Met Your Mother
İzlediğim gelmiş geçmiş en iyi yabancı dizi işte budur! Bu kadar hayatın içindne ve samimi bir yapım izlemedim ben. Gerek hayatın kendisi gerkese kadın erkek ilişkileri üzerine CIVITMADAN yapılan tespitler, komedi ve gerektiğinde romantizmin muzzam harmonisi, oldukça başarılı bir mizah anlayışı, karakterlerini sanki mahalledne arkadaşlarımmış ya da üniversitede arkadaşlarla bir cafede oturmuş da konuşuyormuşuz gibi düşündürecek kadar sıcak ve samimi ve hatalarıyla, doğrularıyla samimi çizmesi ve elbette Barney Stinson, Ted mosby, Robin Scherbatsky, Lily Aldrin ve Marshall Eriksen in her birinin kendine has kişilikleri. gerçekten yakın arkadaşlarımmış gibi oldu bu dizinin karakterleri artık. O kadar gerçekçi.. Mesela bir çok sit-com da espri yapıldıktan sonra karakterler öyle mal gibi durur gülme efekti geçene kadar fakat burada karakterler kendi esprilerine gayet normal ve olmaıs gerektiği gibi gülüyorlar ne bileyim, tepkileri bir dizideki gibi robotlaşmış değil. How I Met Your mother çok çok çok açık ara ile 1 numarada bu listede..



Tabi listeye giremeyen ama en azından isimlerini anmak istediğim Atlı Karınca, Evimiz hollywood'ta, Melrose Place, full house, Prison Break, Spin City, Sabrina: The Teenage Witch, Damages, The O.C., Dawson's Creek, Bewitched, Golden girls, Frasier, Mad About You, Visitors, Lassie, Siyah İnci'ye de selam etmek isterim. Herkese iyi akşamlar..Derleme bir video koyalım eskilerden dizilere ait son olarak. Buyrun buradan

3 Şubat 2009 Salı

Devalarım.

Efenim yoğun rekabetin yaşandığı alanlardan biri de mide ilaçları ligi. Yaklaşık 10 yıl önce ülser başlangıcı teşhisi konulduğundan beri çeşitli mide şrupları ile muhattap oldum uzun süre. nitekim şükür ki, ağrılarım son beş yıldır kendini göstermiyor. bu süreç içinde on yıldan uzun bir süredir, stres kelimesini hayatımdan çıkartmak üzere yaşamımı idame ettirdim. Doktorların ısrarlı tavsiyeleriydi elbette bu. Güleryüzlü olup, bir çok olaya "kafa takmama" durumu biraz da mecburiyetten hayatımın bir parçası oldu. neyse efenim bu süreç içerisinde kullandığım çeşitli mide ilaçları da, birinin arabasına isim koyup insanlaştırması ya da bilgisayarıyla kanka muhabbeti yapması gibi intaka maruz kaldı. Ağırlıklı olarak kullandığım üç şuruba buradan değineceğim biraz. Buyrunuz;

Talcid;

Efenim mide ağrısı deyince ilk akla gelen ilaç Talcid'tir muhakkak. turuncu çizgili beyaz kutusu, ilginç tadı ile genelde "ekşime" diye tabir edilen durumlarda kullanılması önerilir. Ağrıları geçirme konusunda yetersiz bulmama rağmen ekşimeden dolayı kusma raddesine gelmeyi engelleyip rahat yemek yemenin önünü açabilen bir ilaçtır. O biraz görev adamı gibidir. Yani diyelim sağ kanatta oynuyordur takımda, o bölgedeki görevini en iyi şekilde yapmaya çalışır. takımın geri kalanının ona uyup uymaması ile pek ilgilenmez. biraz da medyatik düşünür elbette. Akşam yorum programlarında "takım kötüydü ama talcid sağ kanatta hatasızdı" sözleriyle onore edilmeyi düşünür içten içe. Taım 3-1 kaybetmiş pek önemsemez. "Ben işimi yaparım abi" deyip çekilir. İşini de iyi yapar allah var yukarda. yine de ben, kendi rahatsızlıklarım için pek bir fayda bulamadım Talcid'ten.

Rennie

İsminde bile bir sıcaklık var arkadaş. Rennie, kesinlikle Talcid'ten daha başarılıdır. En azından benim durumumdakiler için. Ekşime konusunda da çok başarılıdır, stresten kaynaklı mide sancılanmalarında da. Kıvır kıvır kıvranmayı kesebilir. Yardımsever bir modern kültür bireyidir aslında. Güleryüzlü ve entelektüel. Kendini büyük görmeyen, ayağını yorganına göre uzatan ihtiyaç olduğunda bir telefon edildiğinde "hemen geliyorum abi" diye yardıma koşan kötü gün dostlarındandır. Elbette Rennie sosyal hayat kuralları gereği kendisi yardım istediğinde aynı fedakarlığı karşı taraftan da bekler.

Gaviscon

Bu arkadaş benim için en kıymetli öğelerden biri. Eğer bugün mide ağrılarımdan kurtulmuş görünüyorsam bunun tek müsebbibi Gaviscon isimli, tıbbın geldiği son noktadır. Nazarımda bir özgürlük savaşçısı ve William Wallace'tır. Sanki son nefesini verirken bile mikroplara kılıcını sallayıp mide için özgürlük davasına bağlı kalarak "Freeeeeeeeedom" diye bağıracakmış gibi. Onunla aramızda çok büyük bir bağ var. hiç bir zaman kendisi hakkında kötü düşünmem. Üstelik bilinen tek bir yan etkisi bile yoktur. Görünüşünün spremleri andırdığı söylenir mide ağrısı dayanışma gruplarında en fazla. En kötü günlerimde, berbat ağrılarımda kayıtsız şartsız, rennie gibi karşılık beklemeden yanımda hazır bulunan, midemin özgürlüğü için ölesiye dövüşen bir halk kahramanı. Çünkü onun bir davası var. Özgürlük peşinde. Onurlu ve başı dik. Zaten ingiliz bir tıpçı onun için "Sadece yüzyılda bir büyük ilaçlar çıkar. Bu yüzyılda da onu türkler çıkardı" demiş ama kendinden bir haber Leyla'nın tekiymiş herhalde. Zaten muhtemelen alkolden sonra da rahat bir gece geçirmeyi sağladığı için, bu kadar içtikten sonra sızmadan önceki son sözleri herhalde abinin. Herkese iyi akşamlar diliyorum.

2 Şubat 2009 Pazartesi

İz Bırakan Diziler

Efenim hazır bugün söz dizilerden açılmışken, kişisel tarihçeme iz bırakan dizilerden de bahsetmek isterim. Sıralama yaparken unuttuğum mutlak olmuştur, pek fazla üzerinde düşünmedim lakin üzerinde epey düşündükten sonra akla gelen, ilk akla gelen kadar etki bırakmamış demek ki diyerek bu açığı kapatma bahanemi de sunmak isterim. Neyse efenim buyrun başlayalım;

10- Yalancı Yarim
Bu dizi ülkenin kara talihli dizilerinden biri olarak yerini aldı. Malumunuz rahmetli Barış Akarsu'nun çekimler esnasında hayatını kaybetmesiyle anılır oldu. benim için öyle değil..Aynı isimli romantik komedi filminin de sıkı bir hayranı olarak bu diziyi de ilk başladığı günden beri ilgiyle takip eden izleyicilerden biriydim. Sözlükte de başlık altına en çok ben yazmışımdır herhalde. Her şeyiyle bir yeşilçam romantik komedilere saygı duruşu olarak görüyordum. Diyaloglar fena halde doğaldı. Yani biraz, sanki ekran karşısında karakter izlemiyorum da hayatın içinden yarın yolda karşılaşabileceğim birini seyrediyor gibiydim. Romantizm ve komedi oldukça dozundaydı. Gereğinden fazla uzadı evet. Ne ironik ki gereğinden fazla uzaması akabinde tam da bitmesine üç bölüm kala başrol oyuncusu hayatını kaybediyordu..En sevdiğim ve sıcak, samimi bulduğum dizilerden biri olarak yalancı yarim bu listede olmayı hakedenlerden..Otomobil uçar gider ha..


9- Yedi Numara
Özgün komedi dizilerimiz çok az maalesef. Bu dizi de o az sayıdaki yapımlardan biri olarak öne çıkıyor. Zeka ürünü espriler ile karakterlerin harmanlanmasının başarısı ve bir çok uyarlama yapımın faka bastığı nokta olan "bizden olma" samimiyetiyle kendini gösteriyordu. Zaman zaman televizyonda rastlayıp izlemek bile yetmiyordu..Tüm bölümlerini bulup indirmiştim kendisinin halen canım sıkıldıkça izlerim. Aslen bir komedi dizisi olsa da herhalde en güzel sahnesi bu sahnedir..


8- Süper Baba
Herhalde bu dizi için pek bir tanımlama yapmaya gerek yok. Fiko'nun önce İpek'e olan aşkı ve sonra diziye katılan afet Şevval Sam'a olan ilgisinden, çocukların okul maceralarına(Galatasaray Lisesi'nde kalmak, okulun harcını ödeyememek), dedesinin karadeniz özlemine, dopdoluydu ve oldukça başarılıydı. Türkiye'de dizilerin efsanelerinden biri olarak ölümsüzleşti sonunda da..Açıkçası ben fiko ipek birlikteliğinden ziyade fiko-deniz birlikteliğinin taraftarı olduğumdan oradan bir video koymayı uygun gördüm..


7- Aslı ile Kerem
Şebnem Dönmez ve Ozan Güven'in başrollerinde yer aldığı, Dharma ve Greg dizisinin yerli uyarlaması Aslı ile Kerem de listeye girmeyi başaranlardan. Dizide özellikle şimdi ismini anımsayamadığım Cem karakterini oynayan arkadaş muhteşemdi. bir bölümde Çelik hayranı olmuş ve beni de yerlere yatırmıştı. boğaz köprüsünü de koşarak geçtiğini unutmayalım. Öte yandan uyarlamada sorunlar olsa da genele bakacak olursak vasatın üzerinde bir uyarlama olarak gösterebiliriz aslı ile kerem i. Ben, Dharma and Greg'i de cnbc e de izlediğim için hemen uyum sağlamıştım uyarlamaya da. Şebnem dönmez de oynaması çok zor olan dharma rolünde Aslı olarak pek başarılıydı.


6- Bizimkiler
Herhalde Türkiye halkı ile yediden yetmişe özdeşleşmeyi başarmış tek yerli dizi olarak bizimkileri gösterebiliriz. 10 yıldan uzun ömürlü dizide çocuklar büyüdü hatta evlendi bile. Her biri kendine has ve halkın içinden karakterler tüm izleyenlerin dillerine dolaştı. Kapıcı Cafer, Sarhoş Cemil, Katil, Yalaka Ergun, sabri bey, dunkof gibi onlarcası...Elbette yerli diziler hakkında bir belgesel yapılacak olsa baştacı yere konması gereken bir dizi bizimkiler.


5- Kaygısızlar
Başarısında, Gani Müjde'nin büyük payı bulunan ve yine kendine has yer edinmiş dizilerden biri kaygısızlar. Absürt yapısı ve mizah anlayışı ile bir çığırın başlangıcı belki de. Ondan sonraki gelecek olan komedi dizilerine bir bakış açısı zenginliği kazandıran dizidir bence. 36 çocuğu ve üç karısı ile İstanbul'a gelen memnun kaygısız kalacak ev bulamayınca askerlik arkadaşı Berber İsmail'in evine yerleşir...olaylar gelişir..Yenge de erik gibiymiş kütür kütür hani yalamasınlar karambolde..Gani müjde'yi alkışlamamak mümkün değil getirdiği yeni bakış açısından dolayı.


4- Sır dosyası
İzleyenlerin tarihçelerinde mutlaka kendine özel bir yer edinmiş olan, X files uyarlaması ve Taylan Biraderleri ilk tanıdığımız gerilim dizisi denemesi Sır Dosyası listede dört numarada. İsminden karakterlerine, bir x files kopyası olan bu dizi aslında konu itibarı ile işlenilen olayları yerelleştirme mevzusunda oldukça başarılıdır. Daha ilk bölümünde cinli köye gidilen, o zamanlar satanizm, gerek haber bültenlerinde gerek magazinde çok popüler oldugundan satanist bölümü, külkedisi cinayetleri bölümü birinci sınıftı. Özellikle görüntü kalitesi açısından da dizinin dönemine göre epey ileride olduğunu söyleyebiliriz. Ne yazik ki sadece beş bölüm çekilen bu dizi o dönem izleyicileri tarafından hiç unutulmadı. Bir de, Sır Dosyası jenerik yapma konusunda inanılmaz başarısız olan yerli diziler arasından sıyrılıp benim gördüğüm en başarılı jeneriklerdne birine sahipti. Açılış jeneriğinin müziği de keza öyle.


3- Tatlı Hayat
Herhalde televizyon tarihimizdeki en başarılı dizi uyarlaması olarak Tatlı Hayat'ı gösterirsek yanılmış olmayız. yine yabancı bir dizi uyarlaması olan bu yapım belki çok başarılı oyuncu kadrosundan belki yazar ekibinin üstün meziyetlerindne belki de ikisinin birden etkisiyle son derece yerel görünüyordu. Hani rastlansa sıkılmadan izlenebilecek hatta ayıla bayıla gülünebilecek yapım halen. İrfan Bey, İhsan yıldırım, Sevinç yıldırım, menekşe, Yorgo, Feraye, Başar, Pelin ve Bar sahibi Cemal karakterleri başarıyla yerelleştirilmişti. Özellikle Haluk Bilginer, İhsan yıldırım rolünde harikalar yaratıyordu. Listede ilk üçte yer almaması düşünülemez bile.


2- Kara Melek
Bir entrika nasıl çevirilir, tüm halka gösteren dizi Kara Melek listede iki numarada. Sanem Çelik'in muhteşem biçimde hayat verdiği Kara Melek Yasemin karakteri yerli dizilerde çıkmış en iyi kötü karakterlerden biridir. Dizinin senaristi Nuran Devres'in de bence tavan yaptığı noktadır Kara Melek. O kadar entrikayı birbirine karıştırmadan harmanlayabilmesini takdir etmek gerekiyor. Yayınlandığı dönemler tüm ülkeyi ekran başına çekmeyi başarmıştı. Ben de izlerdim o vakitler elbette. Sanem Çelik, Ece Uslu, Mustafa ve Mehmet Ali Alabora, Ziya Kürküt, Toprak Sergen gibi isimlernden oluşan bir oyuncu kadrosu vardı. Jeneriği başarısız olsa da şarkısı dillerden dile yayılarak efsaneleşmiştir. Sanem Çelik de bir daha asla bu kadar güzel ve fettan bir şekilde karşımıza çıkmadı herhalde.


1- Kurtlar Vadisi
Türkiye'de çıkmış en iyi kurguya sahip olan Kurtlar Vadisi listenin zirvesinde. Bana göre bir dizinin kurgusu nasıl yapılır ve karakterler diziye nasıl yedirilir, 75. bölümlerde halen sürpriz üzerine sürpriz nasıl yaratılır, geçmişte anlamsız gelen sahneler ve karaterler, o bölümlere dönülüp flashbackleri ile nasıl anlamlı hale getirilir ders olarak gösterilmeli. Bahsettiğim Kurtlar Vadisi Irak isimli orjinali ile hiç bir bağı olmayan sinema filmi veya Kurtlar Vadisi Pusu gibi yine orjinaliyle pek bagı bulunmayan yapımlar değil. Orjinal Show Tv'deki Kurtlar Vadisi. Şuan Lost'un kurgusu neyse benim için o ayardadır bu dizinin kurgusu ve işlenişi. Çoğu zaman bu konulara dair sohbetlerde Kurtlar Vadisi izliyorum dediğim zaman dışlanmışlığım olmuştur masadan. bunun en acı yanı ise, mevzubahis diziyi eleştirenlerin açıp bir bölümünü bile izlememiş olmaları ve medyadan duyduklarıydı. Şunu sormak isterim ki; Kurtlar Vadisi son bölümleri için Kanal D'ye geçtiğinde koparılan yaygara birdenbire neden kesildi acaba? Her şeyin kusursuzca planlandığı, her bölüm sonrası gerek sözlükte gerek bir çok yerde onlarca tahmin ve teori üretilip, bunların hiç birinin doğru çıkmaması nedeniyle bile izlenebilir bir dizi Kurtlar Vadisi. Sadece ana karakterin bile üç ayrı kimliği olan ve bu üçünün de izleyicinin gözünde apayrı hikayeleri ile kabul edilmesi, Konsey toplantılarındaki simgesel yaklaşımlar, ikinci bölümde görülen birinin 53 bölüm sonra o bölüme flashback verilerek çok önemli bir konumda karşımıza çıkması..Biraz bu kurgu için izlenilmeli aslında. Bana göre şu ana kadar çıkmış en iyi kurguya sahip yerli dizidir.. En dipten, it dalaşından başlayıp en tepeye doğru çıkan ana karakterle birlikte yürüyen çok yönlü bir hikaye..