15 Ekim 2008 Çarşamba

Perfectly Exact #3

A' nın anlayamadığı ne yaptıkları idi. C, sorgusuz sualsiz onu almış ve bir yerlere götürüyordu. Üsküdar'ın sahilyolunda gecenin ilerleyen vakitleri olarak gösterilebilecek herhangi bir zaman diliminde yürümekteydiler. Biraz soğuktu ve üşüyen başını örtmesi için kapşonunu pamuklu ama ince yeleğinin aidiyetiyle birlikte başına geçirerek C'nin iki adım kadar gerisinden takip eylemini gerçekleştiriyordu.

Ne düşündüğünü anlatmaya çalışsa beceremezdi herhalde. Zaten bunun için anlatmıyor, düşünüyordu ya..Dışarıdan bakıldığında şeri hükümlere tabi karı kocaya benzer bir takip mesafesi varken, aslında bunu pek de umursamayan A, aklından binlerce fikir geçerek yoluna devam etme çabası içerisindeydi. Güvenli miydi C'nin yolu bilmiyordu da içindeki dominant itimat olarak gösterebileceği şeyin derininde yatan "yapacak başka bir şeyim mi var" sorusunun cazibesiydi takip etmektedi amacı herhalde. Hoş bunu da bir an düşünüp silmişti kafasından. Ne düşündüğünü anlatmaya çalışşa beceremeeyceğinin en yakınsak silüetiydi bu durum aslında. Bir an ya da "an" dan daha küçük zaman dilimi varsa o zamanda aklından parmakla sayamayacağı bollukta düşünce cirit atmaktaydı. Anlatmaya kalkacağı an başka şey düşünmeye çoktan başlamıştı bile. "Senkronizasyon asıl sorun" diye düşündü birden. Düşündüğünü, düşündüğü vakitte söyleyebilmek...

Aslında düşüncesini sabitleyebilen şey uzaktan gelen ve kulağının hassas biçimde ön plana çıkardığı şarkılardı. Şarkıyı duyduğu vakit ya o şarkıda anlatılan duruma kendi hayatından uygun örnekleri hatırlayıp gülümsüyor ya da üzülüyor, ya da acaba o örnekler şöyle olsaydı diye düşünerek o ilk düşündüğünü şarkıya uydurmaya çabalıyordu kontrolsüzce. Biraz bu durum üzerine düşündüğünde aklına geldi ki, her iki durumda da aynı geçmişi şarkıya uydurmaya çalışıyordu. mutlak bir kılıf bulmak veya, o şarkıya uyan ana temel üzerindeki hikayeyi kesip biçerek daha uygun ve "hissedilebilir" hale getirmeye çalışmaktı asıl yaptığı. Her durumda, temelde aynı hikaye ile oynuyordu. Bir an her durumda düşündüğü tek şeyin bu olduğuna kanaat getirdi ve daha da önemlisi artık her şarkıya uydurulmaktan, iyice eğilip bükülmüş bu hikaye aslını kaybetmeye başlamıştı. Her ne kadar şimdi aklına gelen bu düşünce doğrultusunda orjinal hikayeyi hatırlamaya çabalasa da, duyacağı ilk şarkının o hikayeyi büzeceğinden emindi.

Büzülmek kelimesini düşündüğünde aklına ilk olarak izafiyet teorisi geliyordu. Gerilerden bir derya köroğlu sesi geliyordu. "Bir karanfil, yağsa yağmur, büyülense yeniden dünya.."

C, arabaya binmiş ve kontağı açınca arabanın teybine takılı cd çalışmaya başlamıştı bile. "Pek de derinlerden gelmiyormuş Derya abinin sesi" diye aklından geçirerek şöför kapısı olmayan ön kapıdan içeriye doğru kafasını eğdi ve arabada sürücü kimliğine bürünmeye çalışan C'ye baktı. A'nın dışarıda öylece durduğunu gördükten sonra, şimdi, tam da şuan etrafa saçacak pek zamanları olmadığı aklına gelen C, hazırlanışını durdurarak daha doğrusu kendisi tamamen hareketsizleşip, dışarıdan arabanın içerisini izlemekte olan A'ya bakarak "Bin.." dedi.

C'nin arkasından yürümeye başladığında kafasında dolanan ve her duruma uydurmaya çalışarak orjinalliğini yitirmeye başladığına kanaat getirdiği "aşk" hikayesinin üzerinden pek de zaman geçmiş olmalıydı herhalde. Aslında çok vakit geçmemişti. Bir kaç dakika yürümüşler ve şimdi araba ile Harem'in önünden geçerek d-100 e çıkmak üzereydiler. "O halde" diye düşündü A "fazla şey düşünmüş olmalıyım ki geçmişte kalmış gibi geliyor." Bir yandan, gördüğü rüyanın etkisi de üzerindeydi. Vurulmak nasıl bir his olmalıydı ki. Hoş.. vurulduğunda bir şeyler hissetmişti ve hissettiği an uyanmıştı. Eğer hiç vurulmamışsa vurulmanın fiziki etkisini, beyni nasıl bilebilirdi ki uyanmadan hemen önce, hani o andan daha kısa olan zaman dilimi varsa, o kadar zaman önce her ne kadar soyut görünse de fiziki etkisini vücuduna hissettirebilmişti?

Hiç yorum yok: