11 Kasım 2008 Salı

Boşluğa....

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ufacık bir çocuk yaşarmış köyün birinde. Bu çocuk, köy kahvesinin etrafında arkadaşlarıyla oynarmış günün çoğunda. Akranlarından hep önce yürümeye, konuşmaya, okuyabilmeye ve yazabilmeye başlamış. bu yüzden hep hakem olmuş çıkan tartışmalarda arkadaşları arasında. Bilirlermiş ki o, haksız karar vermezmiş.

Gün gelmiş bu çocuk televizyonlara merak salmış. O zamanlar evlerine zar zor alınan uzaktan kumandasız çevirmeli televizyonu izler dururmuş. Zaman zaman da kendi televizyonunu hayal edermiş. Bir gün reklamları izlerken EGOS jölesinin reklamında sol üstte sürekli duran egos logosunu görmüş. Bu logo fotografik hafızasına bilinçli bir şekilde işlenmiş. O zaman anlamını bilmediği ve yerine başka açıklayıcı cümleler kullanmaya çalıştığı "logo"su yapmış EGOS'u televizyonunun. E madem adı da egos olsun demiş. Egos tv yayına geçmiş kafasında..

Köydeki tasasız ve nereye gitse özgürlük kokan çocukluğunun havasında, televizyonunun tüm programlarını canlandırırmış kafasında. Onun kafasında o saatte egos tv deki programlar saniyesi saniyesine oynarmış.. Sonra reklamları görmüş televizyonda. Ne işe yaradıklarını bilmiyormuş ama zorunluluk olduklarını da anlamış. Sürekli reklam olmazdı gerekmeseydi diye düşünmüş. bir doğumgününde aldığı Casio dijital saati ile, reklamların sürelerini tutmaya başlamış. Onları kafasında canlandıramazmış. Kendinden bagımsız şeylermiş. Eline geçirdiği tek ortalı ufak bir çizgili deftere, gördüğü tüm reklamların saniye cinsinden değerlerini çiziktirmiş. Kafasına göre oluşturduğu reklam kuşaklarına kafasına göre seçtiği reklamları koymuş..kafasında..

günlerden bir gün köydeki öğretmeni, çocuğun ailesine baskı yapmış ve çocuğu iq testine sokmaya zorlamış ailesini. Sabah yumurta yiyerek gittiği testten yüksek not alan çocuk, doktorların da tavsiyesi ile şehirde okumak üzere yönlendirilmiş. Ailesi o nedenle şehire gelmiş. Şehirde yaşamanın ne demek olduğundan bir nebze haberi olmayan çocuk yerleştikleri varoş bir mahallenin iki odalı ufak evinde kendi kafasındaki televizyonu da geliştirmeye başlamış. Artık, köydeyken zorla aldırdığı televizyon dergilerindeki uydu kanallarına bakarak gördüğü filmler, yetmemeye başlamış.

Okulda, "köylü" olduğu için dışlandıkça daha bir yaslanmış kafasındaki dünyaya..Daha bir rahatlamış düşünerek, planlayarak, kurgulayarak ama artık oynamayarak kafasındaki televizyonunu. Egos un sadece bir reklam olduğunu farkedip, kanalına daha güzel bir isim bulmuş. Oynadığı iyi futbol sayesinde sınıfındaki ilk dışlanmayı atlatıp kabul görmeye başlamış.

ortaokula geldiğinde, ailesi artık yeni bir arsa alıp kendi evini yapmaya başlamış. O da yavaş yavaş şehir hayatına adapte olmaya.. Şehrin neredeyse dışında yaşadığından ötürü, öğlenci olmamak ve gelirken karanlığa kalmamak için yine sınıf değiştirmiş. Yeni sınıfına yine "sonradan gelen" olarak pek kimseyle konuşamamış.

günlerden bir gün babası onu sinema ile tanıştırmış. Beyazperde nin karşısına ilk geçtiğinde ve ilk kareyi gördüğünde büyülenmiş..Aman allahım bu ne büyülü bir dünya imiş..Hem artık kayıt defteri için de kaynağından bilgiler edinebilme imkanı yakalamış. Sinemaya öyle bir dalmış ki, odasının duvarlarını yeni yüzyıl gazetesinin kültür sanat sayfasındaki siyah beyaz film resimleri ile doldurmuş. türkiye deki neredeyse bütün sinema salonlarını oradan görerek ezberlemiş..Hem de kafasındaki televizyonu için hala kullandığı casio saati ile gittiği ve gösterime giren hiç bir filmi kaçırmadığı için, saniyesine kadar ayrıntılı süre kayıtları edinmiş..Defterine birer birer işlemiş..

Sonra hayatına cine 5 girmiş. Reklamlarla kesilmemiş ve yine filmlerin "tam" sürelerini tutabileceği bir dünyaya kavuşmuş. Artık filmler için sadece süre bilgileri yetmemeye başlamış. her birinin yanına sinemayla tanıştıktan sonra öğrendiği "tür" kavramını da eklemeye başlamış. Artık bazı türler bazı saatlerde yayınlanmalı kuralları geliştirmiş televizyonu için.

bir gün Cine 5 tanıtımlarından birinde, kanalın "warner bros ve universal ın tüm filmleri ilk kez cine 5 te" şeklindeki reklamına denk gelmiş. bu reklam kurduğu sistemin yetersizliğini apaçık yüzüne vurmuş. Ring seferi yapan bir otobüs gibi dönen sistem olması gerektiğini farkına varmış. Şirketler kanallarla anlaşarak filmlerini ilk önce orada yayınlatıyorlarmış demek ki. ama kanallar verecek parayı nereden buluyorlarmış ki. Artık çoktan sürelerini tutmayı bıraktığı reklamların da bu işe yaradığını öğrenmiş. Ama kayıtlarındaki hangi film hangi şirketin bilmiyormuş ki. böylece uzun uğraşlar sonucu tür bilgilerinin yanına şirket bilgilerini de eklemiş. reklamlarla aldığı ve harcadığı giderlerden anlamını ancak lise 1 de öğreneceği bilançolar oluşturmaya başlamış. bir de diğer kanalların anlaşmadığı şirketler ile anlaşması gerektiğini farketmiş. Dreamworks ve Miramax ı böylece sevivermiş. İkisiyle de anlaşmış kafasında.

böylece okuldan geldiği gibi odasına kapanıp saatlerce çıkmamaya başlamış. bir başladı mı defteriyle uğraşmaya zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyormuş. Durumdan endişe eden ailesi onu ortaokulu bitirdiği yaz, akrabalarının bir marketinin yanına göndermiş. Çalışmaya başlayan çocuk yoğun tempoda televizyonunun dünyasını aksatmaya başlamış. Daha da önemlisi arkadaşlar ve "tanıdıklar" edinmiş. Geçmişini kafasında kurcalayıp düşünmeye başlamış. Liseye başladığında artık ortaokul ve ilkokuldaki gibi dışlanmayacağının sözünü vermiş kendine. Şehirde yaşamayı da az çok öğrendikten sonra bir çok akranının kendinden herhangi bir alanda bilgi ve üretim olarak üstün olmadıklarını görmüş. kendi kendine verdiği bu söz, onu kısa sürede okulda en popüler kişi konumuna getirmeye yetmiş. Onun jenerasyonunun geldiği seneye kadar imajı yerlerde sürünen okul, kendisinin yazdığı tiyatro oyunları ve bunları da sergilemelerinden sonra itibar kazanmaya başlamış. İdarenin gözbebekleri olmuşlar. Okulda onları tanımayan kalmamış. Daha önceye kadar sadece filmlerde görebildiği popülerliği bizzat yaşamış. Karşı cinsin "ne" olduğunu keşfetmeye başlamış..

Bu esnada sinema ve özellikle televizyonundan uzaklaşmaya başlamış, artık önceden yaptığı gibi, programlar ve diziler planlayıp kafasından senaryolar yazmıyor, filmler ile tuttuğu defterine pek bir ekleme yapmıyordu. Psikolojiyi öğrendiğinde kendinden korkmaya başlamıştı. Daha önce yaptıklarını belki devam ettirseydi gerçek mi hayal mi olduğu belli olmayan metalarla başbaşa bırakacaktı. Okuldaki yüksek popülerliğinin de getirdiği güvenle defterini kullanılmayan kitaplar bölümündeki çuvallara koydu..Artık zaten sistemin tüm işleyişi kafasının içindeydi. yıllardır bizzat kendisi ilmek ilmek örmüştü. Sadece veritabanını atmıştı. Zaman zaman beyninin bu sistemi yeniden yaşatmaya çalışmasına engel olamıyor ve canlandırıyordu. Kontrol edebildiğim müddetçe her şey yolunda diye düşünüyordu. lisedeki dört yıl boyunca yazdığı ve sahneledikleri onlarca tiyatro oyunundan sonra mezun olurken saran öss telaşı ile birlikte, televizyonuna sadece zaman zaman eğlenmek için uğradığı bir istasyon gözüyle bakıyordu. Bakıyordu da düşünmesine de engel olamıyordu. Her ne kadar unutmak için üzerinde bilinçli olarak durmamaya çalışsa da her geçen zaman öğrendiği yeni şeyler onun televizyonunu revize etmek zorunda kılıyordu. Uzun süreden sonra kullanılmayacak diye attığı defterini açıp gözgezdirmek ihtiyacı bile hissetti bazen.

Okulunu üçüncülük derecesi ile bitirmeyi başarıyordu tüm bu kopukluğa rağmen. öss de ilk yılında istediği yeri tutturamayınca ikinci sene tamamen kendini sınava veriyor ve televizyonunu tamamen unutuyordu. sinemayı hiç bir zaman es geçmiyordu ama. O vazgeçilmez bir büyü idi.. Dışarıda ve ülkesinin güzel şehirlerinden birinin üniversitesini kazandığındaki mutluluğu içinde uzun süreden beri duymadığı huzuru getiriyordu..

başka bir şehirde, nispeten yalnız bir hayata gelmişti. O zamana kadar öğrencilikten isteyebileceği veya yaşamış olabileceği önemli şeyler olan, dışlanma, ezilme, kabul edilme, popülerlik, kadınları keşfetme, gibi bir çok şeyi yaşamıştı.. İstediği sadece ama sadece kendi küçük ama mutlu dünyasında sade olabilmekti olabildiğince.. Yaşayamadığı bir şey daha olduğunu, yurttan çıkıp arkadaşlarıyla bir eve geçtikleri yıl anlayacaktı. Aşk.....

Huzurlandı, kalbi öylesine deliler gibi attı ki, tüm hayatı boyunca yaşadığı tüm sevinçlerden, bazı huzurlardan daha sevinçli ve daha huzurluydu. Flmleri artık "hisederek" izleyebiliyor, şarkıları artık "hissederek" dinleyebiliyordu. anlatamayacağı bir şey olduğunu daha en başından beri biliyordu..Ayrıldı, yandı..Acıdı...Kırıldı..Kırılan kalbinin parçaları yollara saçıldı..Ya kalbini iflas ettirecek ya da o kırılan parçaları, bir uhu bularak yapıştırmayı deneyecekti. Yapıştırdı..Asla ilk zamanki gibi olamayacağını biliyordu artık kalbinin..ama yaşıyordu..Sezen Aksu ile tanıştı..Onun her düşündüğünde kendine anlatamadığı şeyleri hiç çekinmeden söylüyordu ona.. Sezen Aksu'nun aslında demek istediklerini anlayabiliyordu artık. İleride bu konuya dair ortaya atacağı "Sezen Aksu şarkıları iki yüzlüdür. Birini ve asıl anlatılanı ancak decoder kullanarak anlayabilirsiniz. O decoder de yaşanmışlıktır" teorisini düşünmeye başlayacaktı..

günlerden bir gün, arkadaşlarına hep anlatmaya söylemeye çekindiği ve "siz böyle bir şey yaşamadınız nereden bilebilirsiniz" hisisyatını değişterecek sırlarını anlattı yakın bir arkadaşı ona. Aslında yaşadığı şeyin herkesin yaşadığı bir şey olduğunu gördü..birçoğunca "klişe" olarak kullanılıp aşağılanan şeyin aslında "klasik" olarka anılması gerektiğini anladı..Popüler tabir ile "klişe"yi hep sevdi...

Tam televizyonunu unutmaya başlamıştı ki; Üniversiteyi bitirip gitmeye hazırlanırken, bir televizyon kanalından iş teklifi aldı..Kabul etti..Şansına küssün ki bir kaç ay sonra o kanal batmıştı..

alacağının kalan ufak kısmını da almaya hazırlandığı günün bir önceki gecesi, kulağına takılan şarkılar ile artık köy yaşamını iyice unuttuğunu anlıyordu. Çok uzaktı.. Otogargara da demet akbağın sesinden hacer in gidiş şarkısı, ona sigaralar yaktırıyordu ardı ardına. Sadece ağlayan birini gördüğünde dolan gözlerini dolduruyordu. Üstelik ağlayan kimse görmeden..
"bir agac vardi otobusun penceresinde
bir de koyluk hasretimin cenderesinde

agac benimle gelemezdi
koyum benimle konusamaz
bu umutlar sehrinde hicbir umut yasiyamaz
suyu kesildi omrumuzun atmaz oldu yurekler

ve oyle uzun bır gece ki
ne istanbul beni bekler ne de koy yerindekiler
ve oyle uzun bir gece ki hicbir umut yasiyama"

Hiç yorum yok: