8 Kasım 2008 Cumartesi

Sarı


Bu akşam neler olacağını düşünüyordu. Hayır düşünmüyordu, biliyordu.. Şehrin en kalabalık caddesinin bir ucundan diğerine doğru, otobüs durağında kendine evinin yakınlarına gidecek herhangi bir araç bulabilmek için yürümeye başlamış ve taşıdığı çantasının yanında, giydiği, dikkatli bakılmadığında takım elbise altı pantolonu olarak algılanabilecek ama kesinlikle kot kumaşı olan pantolonu ile beyaz fonlu ama pek de fark edilmeyecek beyaz çizgileri bulunan ve sadece yakası görünen gömleğinin üzerine giydiği baklava desenli yeşil kazağıyla pek de üzgün görünmüyordu. Kendisi bunun için özel çaba harcıyordu belli ki. Zaman zaman yürürken dudaklarını ısırıyor, gözlerinden tek damla yaş akmaması için vücudunu ama özellikle kalbini fena halde zorluyordu..

Hülya Koçyiğit’ten çocukluğundan beri sıkça gördüğü ve yapmaya yeltenirse hiç zorlanmayacağı, ağlayarak kendini yatağa atma günü olarak gördü bu günü..Eve ulaştığında kesinlikle böyle yapacaktı. Bundan mutlu bile olabilirdi belki daha sonra düşündüğünde. Zaman en iyi kabuk oluşumu katalizörüydü yaralara. O yüzden gerekli vakit geçtikten sonra bu günü hatırlayacağını ve belki de “hayatımda bu atlayışı da yaptım be” diyerek arkadaşlarına anlatırken, tepkinin beklediği gibi olmaması sonucunda kendi kendine mecburen hafifçe gülerek başını karşısındakine değil, oturdukları ortama doğru gezdirecekti bu gülümseme ve yalancı, aslında tamamen istediği tepkiyi alamamış olmanın getirdiği zorunluluktan gelen yalancılık ile..Fakat şimdi, acıyordu..acıtıyordu..

“Bahtiyar ol, gözüm yok rabbim verir sabrını…bu hesap böyle bitsin, helal ettim hakkımı” da diyecekti elbet. Ayrılığın ilk dakikasını yaşıyordu. Uzun süreden sonra zorunlu olarak kendi hesabını masaya bırakmış, yaranın ilk kesildiği anda olduğu gibi, hissedemediği fakat çıktıktan sonra birazdan ulaşacağı otobüs duraklarına giden bu caddede yanarcasına yüreğini kavuran acı ile çıkmıştı cafeden…Yalancı kabullenişini de kendisiyle beraber göstere göstere çıkartmıştı..Helal ettim hakkımı diyebilmesi için o katalizör gerekliydi..

Yürürken insanları da gözlüyordu istemsizce çevresinde..Acaba çok mu üzgün görünüyordu.. Topluluk içinde hissiyatlarını belli etmeyi pek sevmezdi. Hoş, bunun için değildi ayrılık nedenleri..Eve gittiğinde kurduğu herhangi bir gelecek hayalinin, hayalinde, batak oynamaktan sıkılmış öğrenci evinde tamamen sıkıntıdan yapılmış 52’den kuleye ilk dokunuş sonrası o kulenin yıkılışı gibi darmadağın oluşunu görecekti..Şimdi yürürken sadece yakın zamanı düşünmesi garipti. O konuşmaya, son bakışa, son kelama dair hiçbir şey düşünmüyordu..Belki de düşünemiyordu..Dokunsalar ağlayacak gibi göründüğünü düşünerek kendini güçlü gösterme maksadıyla çantasını karıştırmaya başladı. Cep telefonunu çıkardı.. tuş aç..Sadece karıştır..Otobüse binip eve gidene kadar..

Sokağın sonuna gelip yolun karşısındaki durağa ulaşmak için trafiği gözetlemeye kalktığında aklından yolun ortasına atlayıp bir arabanın kendine çarpmasını beklemek geçiyordu. Birden durdu, kendi kendine gülümsedi, böyle saçma bir şey düşünebildiği için. “Gerçekten kötüyüm” diye içinden geçirerek gülümsedi ve uygun bir boşlukta yoldan karşı karşıya geçmek için hamle yaptı. Bu esnada trafikteki bir aracın kornası ile ters zamanda girdiğini fark etti yola. Sürücüye eliyle özür dilediğini belirten işareti gönderdikten sonra “gerçeten ölüyordum” diye gülümseyerek karşıya geçti.. Çantasına cep telefonunu koyup sigarasını çıkardı. Bir sigara yaktı ve karşı dağları yıkan o “ah” taki gibi bir nefes ile çekti içine. Hemen yanında otobüs beklen birinin “hanımefendi durakta sigara içilmesi yasak artık. Lütfen söndürür müsünüz” sözüyle hayata döndüğünü düşündü yeniden..Özür dileyerek durağın hemen yanına geçip sigarasını içmeye devam etti az önce kendini uyaran kadına bakarak..

Hiç yorum yok: