4 Kasım 2008 Salı

Cümbüşlü bir Kitap

Zaman zaman burada Orhan Veli'den bazı köşe yazılarını aktarmaya karar verdiğimi belirtmiştim. Onlardan içlerinde okurken en eğlendiklerimden biri de bu;

"okuyucularına hoşça vakit geçirtmek isteyen yazarların sık sık başvurabileckeleri kaynaklar vardır. Milli kalkınma Partisi'nin yayınları ile Necip Fazıl'ın, Peyami Safa'nın yazıları onlar arasındadır. Ben, son günlerde yeni bir kaynak daha buldum: Din dergileri.

Bu dergilerden, geçen sayımızda da söz açılmış, Sebilürreşad'ın meseleleri üzerinde kısaca durmuştum. Elime bu sefer, başka bir hazine geçti. Bu hazine, Haka doğru dergisinin yayımladığı Rüya Tabirnamesi adlı kitaptır. Eser, aslında, Muhyiddin-i Arabi hazretlerininmiş. Muharrem Zeki adında bir zat yeniden yazmış. Bir bilim eseri gibi başlıyor. Rüyalar bir kaç bölüme ayrılmış. Gerçek rüyalar, yalan, aldatıcı, yalancı rüyalar, efdal rüyalar gibi. Gerçek rüyalar da üçe ayrılmış: Teşbir, tahrir, ilham rüyaları..İnsan şaşırıyor birdenbire. Doğru dürüst ağırbaşlı bir kitap okuyacağını sanıyor. Gelgelelim ikinci sayfada iş değişiyor. Sapıtıveriyor yazar. Diyor ki:

"Fakir adamın rüyasına itibar olunmaz. Çünkü, o daima günlük nafakasını düşünür"

Bütün dinler, insanlara, oldukça eşit bir yaşayış sağlamaya çalışmışlar. Bunun için de herkeste önce, fakir fukarayı korumak gerektiğine inanmışlar. böyle iken, nasıl oluyor da, bir din dergisinin çıkardığı bir kitap fakir fukarayı adam yerine koymuyor? Doğrusu pek akıl erdiremedim.

Yazar gene o sayfada, deminki cümledne bir kaç satır aşağıda şöyle diyor:
"Rüya gören kimse, bunu düşmana, cahile, kadına ve maskaraya söylememelidir."

Demek ki kadın kısmı, düşmanla, cahille, maskarayla bir tutuluyor.
Ne insanlık, ne insanlık!
Aynı kitabın başka bir yerinde şöyle bir söz var:
"Vücudunda mevcut uzuvlardan fazla şey gören kişi zengin olur"
İnsanın içinden, cümlemize, üçer kulak, dörder burun, beşer bacak vermesi için Tanrıya yalvarmak geliyor.

Başka bir cümle:
"Kabak ağacı gören kişi doktorluğu öğrenir ve hasta olmaz"
Kabak ağacı olur mu olmaz mı diye düşünmüyoruz bile.
Demek ki, diyoruz, tıp fakültelerinin de pabucu dama atıldı. Öyle ya, bir kabak ağacı gör rüyada; tamam. Ne lüzüm var okullarda çürümeye? hemen as kapına levhayı 'birinci sınıf operatör' diye.

Kitapta bu biçim örnekler tümen tümen. Ama ne lüzum var hepsini sıralamaya? Merak eden alır okur.

Okur ya, kitabın sonundaki bir seğirnameye de ilişmeden edemeyeceğim. Bu bölümde yazar, türlü türlü uzuvların seğirmelerine türlü manalar vermiş. Mesela bir yerde şöyle demiş:
"Tenasül aleti seğiren kimse, izzet ve hürmet bulur; sevdiği adamla buluşur."
"Hayanın iki tarafının seğirmesi, darlığa düşmeye alamettir. Hayasının sağ yanı seğiren insan sevinir. Hayasının sol yanı seğiren insan da sevinir ama daha evvel biraz minhet çeker."
"Dübürün sağ yanı seğriyen aziz olur; sol yanı seğriyen rahat bulur."
Bu kadar rahat konuştuklarına göre, bu zatları sol yanı seğiriyor demektir.

Namusla edep arasında pek de fark gözetmeyen, bu arada da hepimizi edepli olmaya davet eden bu din sözcülerinin bu türlü işlerini -ne yazık ki- pek ciddiye almıyoruz. Bunun böyle oalcağını kendileri de sezmişler herhalde; bir açık kapı bırakmak için kitaplarını 'Şaka Basımevi'ne bastrmışlar..."

Orhan Veli Kanık

Yaprak, 1.4.1950

Hiç yorum yok: