20 Aralık 2008 Cumartesi

(Masalımsı ve Rüya ve Gerçek) veya Masal

Arabesk bir sevda acısı çektiğini düşünüyordu. Kamptaki çadırının içinde dönüp duruyordu istemsizce. Zaman geçmeliydi geçmesine de, öyle bir zamanda oluyordu ki, geçmişti de gelmişti. Gözucu, çadırının içerisinde tur atarken beyni tüm hatıralarının etrafında uzun bir yarışa çıkmıştı kim bilir kaç tur sürecek. Kalbi acıyordu acımasına da bunun bilincindeydi adam. Bilincindeydi ve istiyordu. Belki de bu çekmesi gereken bir acıydı.

Zaman geçmeliydi geçmesine de, geçerken boğuyordu göğsünün en derininden. On dakika olmuştu yatağa uzanalı ama o bir aylık yaşadığı, hayır hayır tam anlamıyla yaşadığını hissedip de yaşadığı, hayır hayır, o zamana kadar neden "yaşamak güzel şey" diyenlerin hissederek demelerini anlayabiliyordu. Evet yaşamalıydı, otuzuna gelmek üzereyken tüm yıllar boyunca o bir aydaki hissettikleriydi yaşamı. elbette daha fazlası vardı ama orada yaşıyordu. O zamanda gerçekten yaşıyordu, hissediyordu. Freni patlamış bir kamyonda son sürat yokuş aşağı giderken hissedebileceği heyecandan daha fazla çarpıyordu o zaman yüreği. Üstelik ilk defa bu çarpıntının nedeni korku değildi. Başka bir şeydi bu. Ancak sadece ama sadece yaşayanın bilebileceği. O zaman anlıyordu bazı şarkı sözlerinin değerini. O zaman anlıyordu, nasıl olurda bir sözde bir keman yayının tozlu sesinde, bu kadar yoğun hissedebilirdi bir insan.

Zaman geçmeliydi geçmesine de, uyuyamıyordu. uyumak istiyor muydu onu da bilmiyordu. Sigarasını alarak dışarıya çıktı. Deniz kenarında bir kamp yeriydi ağaçlar arasında. İş yerinden kendisine verilen bir aylık özel izin ile kafasını dağıtmak için gelmişti sözde. Kafasını dağıtıyordu da. Kır kahvesine doğru yürüdü, sabaha karşıydı ama hala geceydi. Kafasında adlandırmak istediği hisler vardı. Onları bir kez daha hissedebilmek için neler vermezdi ki? Ya aynı kişiyle tekrar hissedebilir miydi? Artık o zamanki kadar saf değildi. Hayır aslında saftı fakat araya giren bir ayrılık vardı. Bir şey vardı. Sanki küçük bir çocukmuş ve yatağına uzanmış masal dinlerken, okuyanın masalı bitirerek mum ışığına doğru nefesini üfledikten sonra "iyi geceler" demesi gibiydi. masal bitmişti, rüya başlıyordu. Eğer uyuyabilirse... Rüya gerçeklikti. Masal, bir daha bulunamaycak bir gerçeklikti...

Zaman geçiyordu geçmesine de, kır kahvesinin içinde gündüz kalabalığından eser yoktu. Bir kaç müşteri, okey oynayan iki kız iki erkekten oluşan bir dörtlü ve elbetteki işletmeci vardı. İnce bellide çay istedi ve her şeyde olduğu gibi rüyada gibi hissediyordu kendini. İnce belli rüyaydı, ona verdiği ehemmiyet, üzerine yazılan hikayeler, "çay ince bellide içilir" sözünün bir ağırlığı vardı ya işte o ağırlık hissedildiğinde ince belli rüyaydı.

Masal, bir insan şanslıysa sadece bir defa olurdu. Rüya, insan istediği her zaman olurdu. Gerçek, insan rüyadan vazgeçmek istediğinde olurdu. İki bayram arası düğün olmazmış. Hımmm iki rüya arası olana da gerçek deniyordu. Öyle bir zaman vardı ki bu üçününü kesişimiydi. Sezen Aksu yaşatmıştı bunu bir kaç defa ve müzik haricinde neredeyse çok az şeyde hisediliyordu. Tamam buradaki "gerçek" masal değildi. Çünkü o zaten bir, eğer şanslı ise insan iki defa oluyordu. kesişim kümesindeki masal, "masalımsı" idi.

Güneş doğmuştu. Kimbilir kaçıncı çaya demlenmişti peşinde koştuğu yaşanmışlık hisleri.. Bir daha yaşamayacağını ne zaman kabullenecekti. Zaman geçiyordu geçmesine de, geçmiyordu "bir an". İki rüya arasındaki zamana döndüğünde güneş ile birlikte, üç zamanın da kesişimi oluştu..Birden..Aniden..Sadece beş dakika süren..


Hiç yorum yok: