3 Aralık 2008 Çarşamba

Perfectly Exact #6

Uçağın içinde, krem rengi ve görünüşünden bir kaç asgari ücrete tekabül ettiği anlaşılan koltuğunda kitabını okumaya devam ediyordu A. Bazen kendisine vaktin yetmediğin düşünürdü. Özellikle kitap okuduğu zamanlarda bu düşüncenin kafasının içine yerleşmesi ile kitabı okuyor gibi görünürken aslında düşündüğü kavramlar kitaba ait olmayan bambaşka kavramlar olurdu. Genellikle vaktini neyle harcadığına dairdi. Kendini br dünya vatandaşı olarka görüyordu fakat kitap okuyarak bu vatandaşlığın gerekliliği olan sürüyle konuya pek ilgi göstermediğini düşünerek vicdanını yokluyordu. "Kuvvetli vicdan" diye geçirdi içinden. Neden, birazdan Bordeaux semalarına gelecekken bir gün sonra nereye gidip ne yapacağını ya da zaman aralığını genişlettiğinde bir ay sonra ne yapması gerektiğini düşünmüyordu ki? Onları düşünmek yerine oturmuş bu kitabı karıştırıyordu. Üstelik okuduğunu anlamıyordu bile. Başka bir şey düşünüyordu. Öte yandan, bunları bilmeden nasıl olur da dünya vatandaşı olabilirim ki şeklinde düşünceler uçuşuyordu kafasında. "Bilmek zorundayım" diye geçirdi içinden. İçinden böyle geçirirken dışarıya canı sıkkın bir "off" sesi peydah oldu. "Keşke vakit, kitap okurken, film izlerken, öğrenirken dursa" şeklinde içinden geçirmeye devam etti. Tamam bu defa dışarıya bir ses yansımadı. "Vakit bana öğrendiklerimi kullanmam için gerekli, öğrenmem için değil" düşünceleri suratına biraz da kızgın bir ifade yerleştirdi. Bu pek sorun değildi çünkü bir tek kendisi vardı bu bölümde. Daha doğrusu zaten uçak kendi uçağıydı.

Kokpiten A'nın bulunduğu bölüme doğru geçen laciverte kayan fakat lacivert olmayan kapalı mavi ceket ve eteği ile C, uçağa binmeden önce dolaşırken komik bulduğu için aldığı şatafatlı renkler ihtiva eden plastik gözlükleriyle, geniş koltukta oturmuş bir elini koltuğun yanına dayadığı dirseğiyle çenesiyle buluşturan ve diğer eliyle okuduğu kitabı tutan, halinden canı sıkıldığı anlaşılan A'ya baktı. C'yi görmemesine rağmen muhtemelen odaya douşan elektriği hissetmesinden dolayı kendisine bakıldığının farkına varan A, çenesine dayanmış avuç içinde yüzünü kaydırarak gözlerini C'ye çevirdi. "Yakıştı değil mi?" diye sorarak güldü, gözlüklerini ima ederek C. "Taş gibi olmuşsun" sözleriyle kafasını sallayarak dudaklarını ısırdı A, gerçekçi hava katmak için söylediklerine. Ellerini gözlüğüne ulaştırdktan sonra onları hafifçe aşağı indirip "Am I not?" diye tane tane mecazi egoizm tasladı. İkisinin de gülmeye başlamasıyla, bu samimi havanın da iteklemesiyle A'nın yanına giden C "B aradı, bir saldırı ihtimali varmış." sözlerine üzüntüsünü de ekledi. Çenesini, dayandığı avuçiçinden kurtarıp canı sıkkın biçimde kafasını geriye doğru yasladı ve diğer eli de tutmakta olduğu kitabı tek başına kapatmayı başardı. Arkaya yasladığı başı uçağın tepesine bakarken duruşundaki hayal kırıklığı kendini belli ediyordu. "Yine mi?"
"O kadar büyük bir şey olmayacak. Genel rakiplerin. B, halihazırda Bordeaux Havaalanı'na bir ekip gönderdiğini söyledi. Muhtemelen böyle bir girişim başlmadan durduracaklar. Fakat yine de bu gece stada gitmesen iyi olur." diye önerdi C.

A, kitabı yan taraftaki ufak sehpaya bıraktıktan sonra ellerini yüzüne kapatarak, bu gece uzuuuun süreden sorna iki elin de aynı görevi yapmasını sağladı. Yavaşça yüzünden aşağı doğru kayan ellerinin, tüm yüzüne sıkıca temas etmelerine rağmen ağız bölümünde bıraktıkları boşluk görmezden gelinemezdi. bu boşluğu kullanrak konuştu A:
"Eğer maça gidemeyeceksem Bordeaux'ya gelmemizin ne anlamı var ki? Sen yanımdasın, ekip havaalanında, B istihbaratın başında daha ne kadar korunma gerekebilir ki? Bir kere sen yanımdasın. İkimizi birlikte devirebilecek kadar güçlü bir saldırı olma ihtimali nedir ki havaalanında."
"Biliyorum. Bu imkansız fakat B yine de dikkati elden bırakmamayı önerdi. Bu gece stada gideceğini bilmeyen yok. Belki maçı kaçırabilirsin"
"oooooooofffffffff". Karşıdaki dağları sallamayı başaran bir nida idi gerçek anlamda.

Aslında kuvvetli bir Bordeaux taraftarı sayılmazdı A. Yine de kışayazan bu dönemde jacques chaban delmas ve içindekiler gözüne masalımsı görünürdü. Genelde bu soğukluk ve ülkenin diğer şehirlerine göre nispeten kendine haslığın da bulunması orada hem maçı hem de izleyenleri seyretmeyi zevkli kılıyordu. Bir de yanında C varken maç izlemek ayrı keyifliydi elbette. İkisi birlikte oldular mı hemen bir takımı tutmaya başlarlar ve kuvvetlice bağırarak da onu desteklerlerdi. Aslında hayatının sıkıcı halinden kurtulmasını sağlayan ufak şeylerdendi bu. Dünyanın çeşitli yerlerine gidip maçları izlemek. Elbette C ile birlikte. Zaten C'den ayrıldığı ufak bir zaman dilimi dahi yoktu. B'nin, korunması ve yandaşlık etmesi için yanına koyduğu birinci seviye görevlilerdendi.

Bordeaux'un üzerinde bulutlu ve nispeten karanlık sayılabilecek bir hava vardı. -Tamam karanlığın asıl nedeni akşamın çöküyor oluşuydu. ama yine de soğuktu.- B'nin gönderdiği görevliler, kısa zmanda gerçekten küçük ama gerçekten küçük sayılabilecke çaptaki saldırı yapmayı planlayanları bulmuştu bile. Onlar için gerçekten çocuk oyuncağı seviyesinde olan bu güvenli durumu daha başlamadan bitti denebilirdi. Kısa sürede bu girişim etkisiz hale getirildi başarıyla. Havaalanı görevlilerinin de B'nin gönderdiği ekibe yardımcı olmalarının getirdiği fayda yok sayılamazdı elbette. Görünürde, şimdilerde uçağı iniş yapan A'nın Bordeaux'un bu akşam oynayacağı karşılaşmayı izlemesi için bir engel görünmüyordu.

Uçağın merdivenlerinden inerken yüzlerine çarpan soğuk havayı hep sevmişti A. hızı belli olmayan fakat oldukça yüksek olduğu bedene çarpınca hissedilen bu rüzgar, sıkıcı bir davette dışarıya çıkıp alınan temiz havanın kıymetine eşdeğerdi gözünde. Yürürken devirecek kadar şiddetli olması haricinde elbette. "Buradan sonra G'ye de uğrasak iyi olur" diye A'nın temiz hava meditasyonunu bozdu C. "Uğrarız zaten iki saat bile sürmez herhalde" dedi A. Pek de görmek istememesine rağmen G, güçlü bir ülkeydi nihayetinde.

Hiç yorum yok: